Kendimize bakmakla ilgili pek çok araca sahibiz artık. Güzellik, sağlık, zayıflama, iyi hissettiriciler, taktikler, teknikler… Peki, duygularımıza bakım veriyor muyuz? Suçlu ya da yetersiz hissettiğimizde, hatalarımızda, aşağılandığımızı ya da küçümsendiğimizi hissettiğimizde… Son zamanlarda duyduğum en iyi ifadelerden biri “yanlış his yoktur.” Peki size de olur mu hissettiklerinizden ötürü kötü hissetmek. Hem kötü hissetmek hem de kötü hissettiğin için kendini suçlamak. Bu şeye benzemiyor mu, hani düşersin ve bu yetmezmiş gibi bir de üzerine annen seni azarlar…
Psikolog ve Yazar Şeyda Betül Kılıç’la öz şefkat konuştuk. Öyle değerli şeyler söyledi ki… Kendi sevmenin daha sahici bir hali sanki. Kendine sormak, “Tam şu an, neye ihtiyacın var?”
Şefkat kadar güzel ve yumuşak bir hali, sence neden bu kadar geç gündeme alabildik?
Acı dolu duyguları geride bırakmak, melankoliyi bir adım öteye ıstırap olarak taşımak bizim gibi toplumların alışkanlığıdır. Bu bizim kolektif bilinç altı mirasımızdır. Türkülerimiz, tiyatro yapıtlarımız, somut sanat hep yakınmaların ve çile adını verdiğimiz sürdürüle gelen acının sonunda ortaya çıkmıştır. Muhayyilemiz öylesine geçirgen ki kelime dağarcığımız da bununla şekillenmiştir. Acı dolu ve savaşın hiç bitmediği, kaynakların azlığı bakımından zorlayıcı bir tarihimiz olduğu için ilk ihtiyacımız hayatta kalmaktır. Bugün bile hayatta kalmak ve bizi hayatta tutanı hayatta tutmak üzerine politikalar, töreler, kurallar varlığını sürdürmektedir.
Gelelim öz şefkate… Biz demekten ben demeye yani toplumdan özgeciliğe geçişi, global bir motivasyonla nihayet tanışmaya açıldığımız bir durumdur. Hep başkalarına yardım ve ihya üzerine kafa yorarken biri çıkıp, sen de herkes kadar aldın acılardan diyor. Sen de acı çeken kendine yardım edip acını dindirmek üzere sorumluluk alabilirsin diyor. Şefkati kendimden kendime verebilmeyi öğrenmem elbette yeni yeni anlaşılmaya açılıyor.
Senden bize şefkat tanımı yapmanı isteyebilir miyim?
Şefkat kendi acımızı anlamak için dikkat kesilmeyi kapsar.
Şefkat, kusurlu ve kırılgan olan ortak insani durumumuzu yargılamadan kabul etmektir. Acı çeken insanlara, doğaya, canlı olan her şeye karşı nezaketle acıyı iyileştirme arzusudur.
Öz şefkatin karşısında öz zorbalık olabilir mi? Bana çok uygun geldi… Kendimize karşı şefkatimizi kaybettiğimizde neler oluyor?
Kendini eleştirmek… Biz buna öz yargı diyelim. Kendi kendimin en sert eleştirmeni olursam başkaları tarafından incitilme riskimi küçültmüş olurum. Farkına vararak veya varmayarak kendimize acımasızlığımız bile aslında daha az acı çekmek içindir. Kırılganlık ve utanç arasındaki benliğimiz öylesine narindir ki kendi kendimize acı vermeyi tek seçenek sanabiliriz.
Bir de şunu duyuyorum, kendime yüz vermemeliyim yoksa kuralsız ve başarısız o şımarık çocuk olurum. Yine yargılanma korkusuyla kendimizi peşin peşin yargılama davranışı… Hepimiz aslında utanç, küçük düşme gibi zedeleyici olduğunu düşündüğümüz duygular karşısında ne kadar savunmasızız. İşte bu da ortak insanlık hali…
Kendimize karşı şefkatli olmak mı daha zor hayata mı yoksa herhangi bir insana mı?
Bana kalırsa en zoru kendimize karşı şefkatli olmak öğrenilmesi en çok pratik isteyendir. Zira zihnimiz boş durmaz. Kendimize anlayışlı ve cesaret veren üç beş cümle kurduğumuzda uyarır. Özsaygı bu nedenle yaşatılması kolay olmayan bir özelliktir. Hemen ilgi çeker ve rahatsız edilirsiniz. İyi insan tanımındaki tevazu algısını tehdit ettiği düşünülür. Oysa kendi yürüyüşünü ve yolculuğunu sürekli sabote eden hiç kimse hem yoldan hem de varacağı hedeften kanaatkâr olamaz.
“HER ŞEY ELİMİZDE Mİ, ELBETTE HAYIR. KESİNLİKLE HAYIR. ÇÜNKÜ HAYAT BİZ PLANLAR YAPARKEN BAŞIMIZA GELENLERDİR. BUNLARIN NE KADARINA UYUM DEĞİL RIZA GÖSTEREBİLİRSEK O KADAR İNSAN OLMANIN HAZZINA VARABİLİRİZ.”
Nasıl daha şefkatli ilişkiler kurabiliriz?
Kişi kendisine karşı acımasızsa başkalarına karşı şefkatli olması nasıl beklenebilir? Kendim için istediğimi, tüm özgeciliğimle dostum için de istemem beklenir. Peki, ben zaten kendime iyiyi layık görmüyor, hak etmediğimi düşünüyorsam ne olacak? Ya da şöyle özetlersem daha anlaşılır olacağımı düşünüyorum: kendine şefkati eksik veya hiç olamayan insanlar çevrelerine karşı daha nazikler. Fakat ancak kendilerine şefkatli insanlar kendilerine karşı daha nazikler. Öz nezaketin öz şefkatin en önemli parçalarından olduğunu söyleyerek buradaki paradoksa ilginizi çekmek istedim.
Şefkatimizi yitirdiğimizde ne olur?
Danışmanlığım boyunca kendine saldırgan, öfkeli ve cezalandırıcı danışanlarım çok oldu. Pek çoğu kendi kendilerinin mükemmeliyetçi, narsist ve zorba ebeveyni olmuştu. Dahası bunun böyle olmasını söyleyen içseslerine bir türlü yaranamıyorlar ve bu, onları buhrana sürüklüyordu. Gece bile kulağınızın dibinde “Seni beceriksiz bak yine her şeyi mahvettin” diyen bir ses düşünün. Şefkat yoksa acı var. Şefkat yoksa kusursuzluk yanılgısında kaybolmak var. Şefkat yoksa utanç var. Kişinin kendi potansiyelini diri diri gömmesinin tek nedeni öz şefkat eksikliğidir.
Şefkat içten dışa mı ilerler, dışardan içe doğru mu? Yoksa hep orada da biz temasımızı mı yitirdik? Evetse, onunla yeniden nasıl temas kurabiliriz?
Tıpkı bir çocuğun annesinin kollarında sakinleşmesi gibi kendimizden kendimize şefkat de çoğu zaman tam oradadır. Fıtri olandır. Şefkat içeride zaten hep vardı. Vicdan gibi… Biz büyürken işler biraz değişmeye başlar. Mesela kendimizi kayırmak kolayca bencillik diye tanımlanır. Veya hayır demek… Rıza göstermek kendi rızamıza bağlıyken biz bunu mecburiyet diye öğrendik, ayıp kavramıyla da taçlandırdık. İşte burada kendi bedensel veya zihinsel ıstırabına körleşmek matah bir şey sanıldı. Oysa acı tüm canlılığıyla tam orada duruyordu. Peki biz bu acıyla ne yaptık? Çoğu zaman bu acıya suçlu aramak veya acıyı dindirmesi gerekeni dışarda arayarak vakit kaybettik. Kanama devam ederken polise ifade verilmezdi. Biz verdik. Şefkat böylece bizimle temasını kaybetti. Kendi acımızı gidermek için harekete geçtiğimizde iki şey oldu ya kendimiz kurban ilan ettik ya da her şey hep beni bulur isyanında boğulduk.
ÖZ ŞEFKATİN EN ÖNEMLİ SORUSU: “ŞİMDİ VE BURADA NEYE İHTİYACIM VAR?”
Eskiden “En güçlü olan hayatta kalır”a inanırdık ama sonra bilgilerimiz ve deneyimlerimiz çoğaldı ve şimdi artık “Uyumlanma becerisi en iyi olan hayatta kalır” diyoruz. Tabii uyumlanmanın içinde esneklik, saygı, bencillikten ve ben bilirimcilikten uzaklaşma da var. Elbette bir de hayata nezaket göstermek. Acaba her şeyin bizim elimizde olduğu lafını yanlış mı anladık? Ne düşünüyorsun bu konuda?
Mükemmel olana kadar ve hayat tam istediğimiz gibi gidene kadar beklemediğimiz, kendimizi olduğumuz halimize rızası olan kişiler olarak görmeyi diliyorum. Tabii bu hem kendimize hem de çevremize yargısızlığı öğrenmekle mümkün. Güçlü olan değil, yatkınlıklarına inanan güçlüdür. Tabii bu uğurda adanmış eylemlerimiz de olmalı. Hangi konuda daha eğilimliysek o konuda kendimizi desteklemeliyiz. Her şey elimizde mi, elbette hayır. Kesinlikle hayır. Çünkü hayat biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir. Bunların ne kadarına uyum değil rıza gösterebilirsek o kadar insan olmanın hazzına varabiliriz.
“İHTİYAÇLARIMIZI GİDERMEDİĞİMİZDE İHMALLER BÜYÜR.”
Kendimize çok yüklendiğimiz ya da başkaları kaynaklı olarak bunalmış hissettiğimizde kalbimizi tazelemek, ferahlamak ve dengelenmek nasıl mümkün olur?
Limitli olduğum gerçeğiyle barışmalıyız fakat çoğumuz yorulduğumuz için bile kendimize öfkeleniriz. Çünkü zihnimiz yine iş başında bizi tacizle meşguldür. Kıyaslar ve küçümser. Durmak büyük ıstırap nedenimizdir. Yavaşlamak da öyle… Öz şefkatin en önemli sorusu “Şimdi ve burada neye ihtiyacım var?” sorusudur. İhtiyaçlarımız, evrensel arzularımız kişiseldir. İhtiyaçlarımızı gidermediğimizde ihmaller büyür. Yara açılır. Bu bakımdan bunalmış hissettiğimizde mesafe ihtiyacı, güvenli ilişki ihtiyacı görülmelidir. İlişkilerimize tutunmamız normaldir. Ama ilişkilerimize yapışmamız kendimizi görmezden gelmemiz demektir.
Dışlandığımızda, aşağılandığımızı hissettiğimizde, yetersizlik hissimiz tetiklendiğinde… Tam o an, o hissin içinde, ne yapmamızı önerirsin?
Bunlar hangimizden uzak ki? Bu hisleri hissetmemek insan olmamak demek. Ne kadar acı verse de bu hisler de hissedilmeli, itmeden ama yapışmadan her duygu bize yaşamla ilgili onlarca mesaj taşır. Bu hislerin içindeyken kendime karşı nazik olmakla başlamalıyım. Hakaret içeren cümleleri kendime savurduğumda hiçbir şey çözülemez. Şu an bu hissim bana acı veriyor ve neye ihtiyacım var, sorusuyla kendime yardım kapılarını açabilirim. Ayrıca yetersizlik ısırmaz, yaralamaz. Yetersizlik bize yol gösterebilir. Doğru okuduğumuzda kendimizin daha gelişmiş versiyonuna ulaşmak için her duygu rehberlik yapabilir.
Çoğunlukla yetersiz, beceriksiz, eksik, hatalı vs. olduğumu düşünebiliriz. Düşünceleri kovmak, itmek yersizdir. Adı üzerinde hepsi düşünce, gerçek değil. Duyguları hissetmeli, düşünceleri izlemeliyiz. Her acı veren, can sıkan düşünce için harekete geçemeyiz. Düşünceler akar geçer. Takılmadan yürümek en iyisi.
Öz şefkat bağlamında bize biraz da görülme ihtiyacını anlatır mısın?
Şefkat, görebildiğim kendime rıza göstermek, acısı varsa onu dindirmek, sakinleştirmek için eylem motivasyonudur. Başkaları tarafından görülmek biraz da varoluşsal onay demektir. Bana kalırsa birine yapabileceğimiz en büyük zulüm onu görmezden gelmektir. O nedenle bizi tüm gerçekliğimizle gören, duyan kişilere dost diyoruz. Yani daha az yargı içeren ilişkiler de büyüyoruz. İyileşme ancak böyle mümkün. Peki kendi kendimizin dostu muyuz, düşmanı mı? Öz şefkat, kendi kendimizin en iyi dostu olmaktır.
Affetmek zorunda mıyız?
Hayır değiliz. Ama affetmeyi bir zaruret olmanın dışında kendimizi özgürleştirme olarak düşünelim. Mesela bize yeterince bakım verememiş bir ebeveynimize beslediğimiz öfke ve kin olduğunu düşünelim. Herkes gibi biz de bunu hak etmediğimizi düşünüp, eğer böylesi bir muameleye maruz kalmışsak bunun bizdeki bir eksiklikle ilişkilendirebiliriz. İhmali yorumlarken kendimize de fatura keseriz. Affetmek geçmiş acımızdan özgürleşmektir. Acıdan önceki halimizi kendimize geri vermektir. Bana kalırsa bu bitmeyen hesaplaşmalardan daha cömert bir büyümeyi bize sunacaktır. Kin kasar, cüceleştirir, yıpratır, bugünden koparır. Affetmek bilakis şimdiki ana temasın önünü açar.
ÖZ ŞEFKAT ÇALIŞMAYA HEMEN ŞİMDİ BAŞLA
- Kendimin en iyi versiyonuna ancak kendimi kuşatarak ulaşmaya niyet ettim
- Şu hayatta en sahi şey temas ettiğim acım ve bedenim. Ne ben bunların tümüyüm ne de bunlardan uzağım
- Öz şefkat kendi acı çeken kendimin yanında refakatçi olmaktır, acımı küçültmeye muktedir olmayabilirim ama acımı büyütmemeyi öğrenene kadar elimi bırakmayacağım
- Sabır tükenir, empati yorar, aşk biter şefkat büyütür.
- Harekete geçmemiş empati yorgunluktur, oysa şefkat sana çıkış yolunu bulana kadar eşlik eder
- Kendini hiçbir şey zanneder, çok şey gibi yaşarsan ıstırap kaçınılmazdır. Öz şefkat tüm zorluklarla beraber değerlerinle sana hep eşlik edecek
- Kendine düşman olanın kainatla kontratı bozulmuştur. Yaşamak agresif bir tepkiden öteye geçemez
- Zaten hep beni bulur dediğin şeyi yaşadığın için özelsin. Öz şefkat; seni bulanla senin aranda olan pembe ilişkidir
- Şefkat sevecen bir ebeveyn sesidir. Hata kanılmaz bir insanlık alametidir.
- Kusursuzluğun büyüttüğü mahçup çocukların tek ilacı öz şefkattir. Umduklarını bulamayabilirsin, yumruklarını serbest bırak
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.