Sanat

Sanatın gücüyle bir zaman yolculuğu

Çağdaş sanatın genç temsilcilerinden Dilek Yalçın’ın Zaman Yolculuğu adlı sergisi bizi bir tat, bir koku, bir his ile yakalıyor ve geçmişe götürüyor. Belki hüzünleneceğiz belki neşeleneceğiz ama hepimiz o deterjan kutusunu ya da çikolatalı gofretin ağızda dağılan ve o zaman çok daha güzel olan tadını hatırlayacağız. İşte sanatın gücü! Hem zamanda yolculuk yaptırıyor hem de en az bir duyguya ulaştırıyor. Üstelik ortak bir belleğe de kaydedilmiş oluyor.

Ankaralı sanatçı Dilek Yalçın serginin adını Zaman Yolculuğu koymuş olsa da geçmiş-şimdi-gelecek yerine bellek-neşe-beklenti diyor ve beni tam kalbimden vuruyor. Zaman hapishanesinden kurtulup duyguların dünyasına bir yolculuk için bu röportaj çok güzel bir geçiş kapısı olabilir, buyurun…

Zamanı kavramanın sizin için önemi nedir? Neden zaman temasını seçtiniz?

Zaman hepimiz için önemli. Bazen dost, bazen düşman. Sergim için konu olarak seçmemin nedeni, pandemiyle birlikte zaman algımızın da değişmesi. Diyorlar ki; pandemi, teknolojik bir sıçrama yaptı ve 10 yıl erkene çekti bütün gelişmeleri, ekonomik, sosyolojik hatta psikolojik… İnsanlık bütün bu gelişmelerle son hız ilginç bir yerlere doğru gidiyor. Bense belki de biraz yavaşlamak ve dönüp geçmişimizi anmak adına, bizleri geçmişe götürecek nesnelerle oluşturdum sergimi. Yani zamanın bu kadar hızlı akmadığı zamanlara gidiyoruz birlikte…

Dilek Yalçın – “Zaman Yolculuğu” Resim Sergisi

Çocukluğumuzdaki deterjan kutusunun ölümsüzleşmesini neden önemsiyorsunuz?

Sanatı bir arşivleme mekanizması olarak da görüyorum. Bu sergimde daha çok unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş nesnelere yer vermeye çalıştım. Bazı görseller, toplumsal belleğimizin inşasına da katkı sunar. Mesela bu OMO kutusu, bir İngiliz ya da Portekizli için bir şey ifade etmeyebilir. Oysa biz gördüğümüzde, kokusu bile canlanıyor belleğimizde ve çocukluğumuza ışınlanıyoruz bir anda. Bunu yapabilecek tek güç sanattır. Çünkü sanat duygu uyandırır ve bir zaman makinesi işlevi görür. Ben bu tür nesneleri resmederek, bir anlamada onlara sonsuzluk atfediyorum. Düşünsenize, eserim bundan 300 yıl sonra bile şu anki sahibi olan koleksiyonerimin torunlarının torunlarına kalacak. Ve onlar da bu soruyu soruyor olacak: bu nedir ve sanatçı neden resmini yapmıştır? Böylece sadece eser değil, ortak bir bellek de nesilden nesile aktarılacak.

Nesneler olmasaydı zamanı nasıl kavrardık? Bu soruya yanıt aradınız mı? Ve buldunuz mu? 

Büyük ihtimalle zaman algımız da değişirdi.  Ama bir kere zamanı ölçebilen bir cihaz var, saat ve takvim. Saliseden yıla, zamanı ölçüp tartabiliyoruz. Dolayısıyla elbette zaman algımız olurdu ama benim zamanın nesnelerle kurduğum ilişkisi daha çok hafıza ve zamansal sıçramalar üzerinden.

Dilek Yalçın – “Zaman Yolculuğu” Resim Sergisi

Geçmiş-şimdi-gelecek” yerine, “bellek-neşe-beklenti” kavramlarından bahsediyorsunuz. Bu revizyonun altında nasıl bir gerekçeniz var, neden yapıyorsunuz?

Birçok öğretiye göre zaman bir noktadır ve insan bunu dünya boyutunda çoğaltmış; geçmiş, şimdi, gelecek ve tabii ki ara zamanlara ayırarak dallandırıp budaklandırmıştır. Bu üç temel zaman dilimini düşündüğümde, adına zaman demezsek benim için geçmiş eşittir hafıza; şu an (şayet anın içinde gerçekten kalabilirseniz) eşittir neşe; gelecek ise eşittir merak ve beklenti duygularına/olgularına karşılık geliyor. Yani zaman dilimleri değil de duygular üzerinden görüyorum bu ardışıklığı.

Zaman yolculuğu ileriye doğru da olabilir. Geçmişi tercih etmenizin sebebi nedir?

Bir başlangıç noktası olarak geçmişten ve kaybolmaya yüz tutmuş nesnelerden yola çıkmak istedim. Kim bilir, bir sonraki sergimde “Zaman Yolculuğu 2: Geleceğe Dönüş” şeklinde bir ikileme çıkar ortaya. İcat edilmiş ya da henüz teoride olan nesnelerin bir ressamın fırçasından ortaya çıkması, ilginç bir tema gibi geliyor kulağa.

Zamanı kavramamız, hatırlamamız ya da unutmamız sizce neden önemli?

Bu sanatsal değil de felsefi hatta psikolojik bir tartışma konusu olabilir. Ama naçizane kişisel fikrim, hatırlamak da unutmak da en insani özellikler. Bazen hatırlamaya çalışırız, bazen unutmaya… İnsan karmaşık bir varlık. Ve bu sorunun yanıtı çok fazla öznel. Sadece şunu diyebilirim: İyi ki hatırlıyoruz; iyi ki unutuyoruz.

Sanat da tam da bu ikisine hizmet ediyor işte. Bazen bir renk, bir form size dünyaları unutturup başka alemleri hatırlatır. Bazen de hatırınızdaki her şeyi yerle bir eder, hatırladığınızı unutturur.

Dilek Yalçın – “Zaman Yolculuğu” Resim Sergisi

SERGİ İÇİN KARA TAHTA BULUNAMADI, DEPOLARDA BİLE…

Serginiz için bir kara tahta aradığınızda bulamamışsınız. Bu size ne hissettirdi? Şahsen ben hüzünlendim, bir yandan da düşündüm; neden olsun ki artık kara tahta? Sizce niye hüzünleniyoruz?

Yeniyi kucaklamaya hazır olmayanlar için “yok oluş” hep hüzünlüdür. Kara tahta deyip geçemiyoruz elbette. Kara tahta bir dönemimizin en yakın tanığı, emektar ve demirbaş bir nesneydi. Onun ortalarda olmaması bizi varlık evimizden uzaklaştırdığı için de güvensiz hissettirmiş olabilir. Tabii ki ben de öyle hissettim. Okulların bazılarını asistanım aradı, bazılarını bizzat ben aradım, acaba anlatamadı mı derdimizi diye. Ama yok, artık depolarda bile o dönemden kalma kara tahta olmadığını söyledi okul idarecileri. Bu noktada yine yaratıcı gücümü kullandım ve ben tuval üzerine bir tahta çizdim. Sanırım bu biraz özlem giderici de oldu benim için. Ahmet Telli’nin çocukken ezberlediğim bir şiiri vardır, sanırım kara tahtaya olan hislerimi güzel anlatıyor:

“Kışın bütün ağaçlar senindi,

Bütün çocuklar seni beklerdi pencerede,

Şimdi başka kuşlar da geldi,

Sense unutuldun serçe,

Fakat ben hala seni seviyorum.”

Dilek Yalçın

Eserlerinizi keten kumaşı üzerine resmediyorsunuz. Bu da enteresan. Bu ilişkinizi, tercih sebebinizi anlatabilir misiniz?

Keten malzemesini sıcak ve kadim buluyorum. Pop art unsurları içeren tarzıma bir yumuşaklık, sadelik ve doğallık katıyor.

Geçmişi önemseyen biri olarak, dijital sanat-NFT gibi konularda ne düşünüyorsunuz?

Ben de üretiyorum. Çağın gerisinde kalmak istemem. Ayrıca her yenilik öğrenmek için bir fırsat. Ama henüz içselleştiremedim ve tabletle çizim yaparken bile elim fırçamı ve tuvalimi arıyor.

Sanki o resim sanatı değil de başka bir şey. Belki de başka bir ad vermek gerek dijital sanata. Çünkü reelde bir ispat ve yoğun bir emek var; oysa dijitalde her şey hazır, her şey yeniden üretilebilir ve her şey çok seçenekli. Ve maalesef bu herkesin kendisini sanatçı diye nitelendirmesine neden oluyor. Bence bu kriz yaratacak bir nokta ama sanki şimdilik idare ediliyor. Sanat- sanatçı kavramları NFT ve dijital sanat bahanesiyle iyice muğlaklaştı.

Birkaç satışım da oldu ama alan kişiler reelde de bir versiyonunu talep etti. Dolayısıyla üretim olarak dijital, eser olarak somut işler üretiyorum. Bu bir nebze daha içime siniyor.

Meraklısına notlar:

Dilek Yalçın’ın “Zaman Yolculuğu” adlı solo sergisi, 2 Şubat’a kadar Ankara’da Ziraat Bankası Kuğulu Sanat Galerisi’nde devam edecek. 2016 yılından bu yana Contemporary İstanbul dahil olmak üzere gerek yurt içinde gerekse yurt dışında pek çok fuar ve karma sergiye katılmış olan sanatçı Dilek Yalçın, bu sergisinde günümüzde kullanımdan kalkmış pek çok objeyi tuvaline aktarıyor. Sergi ironik bir şekilde seyirciyi geçmişe doğru yolculuğa davet ederken, zaman olgusunu “geçmiş-şimdi-gelecek” üçlemesi olarak parçalamak yerine, “bellek-neşe-beklenti” kavramları üzerinden yeniden tasarlıyor. 

Röportajın gerçekleşmesindeki katkılarından dolayı değerli dostumuz Özlem Gökbel’e teşekkür ederiz.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

yaprak-cetinkaya
Gazetecilik eğitimini Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde aldı. 27 yıldır farklı görevlerde daima mesleğine aşık bir hal ile çalışıyor. Gazeteciliği en çok wellbeing, kişisel gelişim, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi daha az konuşulan konular üzerinden yapmayı seviyor. Mümkün Dergi, Yuka Dükkân ve Yuka Ajans’ın kurucu ortaklarından…