Farkındalık

Yeni başlayanlar için “isteyebilme” becerisi

İnsanların birbirini “olmakla” suçladıkları en popüler özellik, bencillik bu aralar. İsteyebilme işine 30 yaşından sonra başlayan bir overgiver olarak hayatın benim için çok da bencilliklerle geçtiğini söyleyemem. Hala başarabildim mi ondan da emin değilim ama isteyebilme becerimi ilerlettim. Talep dinleyenden talep edene doğru giderken dengede kalmakta zorlandığım anları anlatacağım ve nereden, nasıl başlamanız gerektiğinden bahsedeceğim biraz. İçimde kalacağına burada kalsın.

İlişkilerin büyük duvar halısında, hassas bir arzu dansı, ilişkilerimizin dokusunu ören karmaşık bir istek ve ihtiyaç etkileşimi var. Bu dansın kalbinde, somut veya soyut, maddi veya duygusal olsun, başka bir bireyden bir şey elde etme arzusu yatıyor. Doğamızın doğasında var olan bu arzu, sadece özlemlerimizi değil aynı zamanda karmaşık insan bağlantısı ağını da yansıtıyor. Bir mağazanın cam penceresinin arkasında sergilenen parlak bir oyuncağa özlemle bakan, gözleri arzuyla parlayan çocuğu düşünün. O anda, çocuk sadece nesnenin kendisi tarafından değil aynı zamanda sahip olma olasılığı, onu kendi haline getirme heyecanı tarafından da büyülenmiş oluyor. Burada arzu, salt maddeyi aşarken özlemin, derinlerde bulunan bir arzuyu yerine getirme özleminin özünü somutlaştırıyor.

Arzularımızın peşinden gitmek, empati ve anlayışla mümkün mü?

Sadece başkalarının bize sağlayabileceklerini değil, aynı zamanda karşılıklı karşılıklılıktan gelen derin tatmin duygusunu da özlüyoruz. Birinden bir şey isteme eylemi, ortak insanlığımızın bir kanıtı, yaşamlarımızın karmaşık bir arzu ve özlem ağıyla iç içe geçtiğini hatırlatıyor. Peki, arzularımızın peşinden gitmek, empati ve anlayışla mümkün olur mu? Arzularımızın dokusunda sorumluluk, fedakârlık ve saygı iplikleri varken bunları yerine getirmek bencil güdülerle mi gerçekleşebilir?

“Birinin her şeyi olmak” üstüne yazıp çizerken dan diye başkaları için fazlaca kendinden vermek ve fedakârlık yapmanın altında yatan narsist duyguyu keşfetmiştim. Bu “benim sayemde benimle olan hali” ve karşıdaki kişiyi “küçük dağları ben yarattım”daki dağ olarak görmek bencillik olmuyor muydu?  Birine karşı beslediğimiz samimi duygular, “ihtiyacın olanı al” panosu gibi herkese açık sergilenirse biri için özel olma hali nerede kalıyordu?

Ben seni üzerim bebeğim

Öncelikle “isteyememe” konusunda kendimi biraz haklı çıkarmak istiyorum. Empati ve anlayış da bir yere kadar gidiyor malum. En azından bir arzunun peşinden giderken bunu dengelemek beni zorluyor. İlişkiler özelinde düşündüğümde sürekli veren taraf olan erkek ve kadınlarda gelinen son noktanın hak etmeyene “ben seni üzerim bebeğim” olması ciddi anlamda canımı sıkıyor. Daha önce fazla veren bu sefer küstüm oynamıyorum diyor, diğeri zaten alma verme dengesinin alfabesini yeni sökmüş. Neticede bir cacık olmuyor o ilişkilerden. Sen dengeyi kursan, kendini açsan, taktik yapmasan ne fayda. Karşı taraf öyle bir yara almış ki kendi acısından senin gözlerinin içinin güldüğünü görmüyor. Birbiriniz için yaratılmış olsanız dahi o artık kendi karanlığının kararsızlığında ne istediğini bilmeden savrulup gidiyor. Kimse isteyemiyor, talep edemiyor. Ben seninle olmak istemiyorum bile diyemiyor. Ne istemediğini bile söyleyemezken bir şey isteyebilmek nasıl mümkün olsun ki?

“İsteyemeyen biri olunca şefkat, göğsünde yatırmalar falan hikâye. Daha önce isteyenler tüketmiş her şeyi. Sana kala kala ne istediğini bilmeyen, kafası karışık, eski ilişkisinden üstüne başına bulaşan alışkanlıklarıyla var olduğu biri kalıyor. İsteyebilir misin şimdi? Hayır.”

Uzanın, çocukluğunuza iniyoruz

Daha da geriye gidiyorum. Çocukken ebeveynlerini gözlemlemiş ve zor duygularıyla başa çıkarken onlara daha fazla sıkıntı çıkarmamak için çocuk olmanın en tatlı ihtiyacı olan “isteyebilme” ihtiyacından vazgeçmişsin. Zaten kavga ediyorlar bir de benimle uğraşmasınlar kafasına girmişsin. Yardıma ihtiyacı olana koşmuşsun çünkü kodun bu. Yardıma ihtiyaç duyduğunda “kimseyi rahatsız etmek istememişsin.” Aynı 10 yaşındaki sen gibi kendi kendine çözümler bulmuşsun. Bulamazsan da uydurmuşsun. Uydurduklarınla da büyümüşsün.

E kimseye muhtaç olma, kendi ayaklarının üstünde dur denmiş. Sen istemeyi muhtaç olmak sanmışsın. Minnettar olmayı karşıya açık vermek olarak bilmişsin. Zayıflıklarını, zaaflarını açmak, dünyandaki en korkunç hata olarak öğretilmiş. İstersin ama ya reddedilirsen? İstersin ama ya muhtaç kalırsan?

Tüm bunlarla 30 yaşına kadar gelirken arzularının peşinden gitmeye de çalışmışsın. Bir kısmını yine uydurmuşsun çünkü çözümleri kafadan atarak bulduğun zamanları özlemişsin. Yanlış ilişkiler, manipülasyonlar, sorunlar, sorunlara çözümler, içine dönmeler, dışa açılmalar derken geldiğin noktada durup düşünme fırsatı bulamamışsın. İsteyememişsin işte. Dinlenmeyi de talep edememişsin kendinden.

Bencilleri anlama kılavuzu

Tüm bu hengâme içinde alma verme dengesiyle ilgili kafa patlatırken tam 5 sene geçmiş. Neyse ki başladığım yerde değilim. Kendimi tanıdıkça hiç almadan sürekli vermenin bana uygun olmadığını anladım çok şükür.  Bir gün pencereyi açıp havayı içime çektiğimde başlamam gereken noktanın “önce ben” olduğunu öğrendim. Önce can sonra canan lafı aslında tam da bana göre.

Canım çok da kıymetli gerçekten. Duygularımın üstüne basılan, anlayışımın istismar edildiği hiçbir yerde, hiçbir kişide kalmayı çözüm olarak uydurmuyorum hayatıma artık. Benimle ve kendi yoluyla bana eşlik edecek herkese kapım açık. Adımlarını bana uydurmasına gerek yok, yan yana, kendi ritmimizde yürüyelim yeter. Birlikteyken özgür olalım, kendi adımlarını atabilsin ve ne istediğini bilsin yeter.

“Arzularımın peşinden giderken bana en çok lazım olan yine benim.”

Bencil olmanın şefkatli bir kılavuzu olsaydı kesinlikle yazarı şu anki ben olurdu. Bencilim ama şefkatliyim. Kendimi düşünüyorum ama başkasını görmezden gelmiyorum. Önce ihtiyaç ve isteklerimi gözden geçiriyorum ama yardım edebileceğim noktada adım atıyorum. İstemediğim bir hal varsa bunu açıkça söylüyorum ama kalp kırmıyorum. En azından bunların dengesini kurabildiğimi düşünüyorum. Öz saygım, başkasına olandan önce geliyor.

Siz de bir gün bir pencere açtığınızda gerçekten nefes aldığınızı hissedeceksiniz.

Umarım yine çözüm uydurmuyorumdur.

İmza
Arzularım ve ben


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ASLI ŞENGÜN
Üniversitede aldığı iletişim ve edebiyata dair kuramsal alt yapı ve tekniklerle fikirlerini çeşitli sitelerde yazarak pekiştirmeye ve herkesle paylaşmaya çalışıyor. Bir yandan içerik üretirken bir yandan aldığı eğitimlerle iletişim tekniklerini referans alarak yol arkadaşlığı yaptığı koçluk sistemiyle yetişkinlerin ve öğrencilerin hayatına dokunuyor. Düzenlediği eğitimler ve atölyelerle de evrendeki iyi yaşam çemberinde yeni nesil rehber ve öğrenci olma görevine devam ediyor. Sosyal medya hesabında içerik üretip yazmaya devam ederken aynı zamanda Mümkün Dergi bünyesinde yazı işleri müdürlüğü ve editörlük yapıyor.