Çetin Çetintaş’ı bir arkadaşımın instagram üzerinden gönderdiği bir video ile gördüm ilk kez. Şöyle demişti arkadaşım, “Güzel şeyler anlatıyor ama tırnakları bir tuhaf.” Ne yalan söyleyeyim, nasılmış ki merakıyla baktım ilkin. Tuhaf gelmişti desenli, uzun tırnakları ama bir şey daha oldu. O kadar güzeldi ki… Ona bakmaktan kendimi alamadım. Dakikalarca diğer videolarını izledim. Arkadaşlarıma yolladım… Ancak tek cahil benmişim, herkes onu zaten tanıyormuş. Hatta arkadaşlarım arasında onu çok seven öyleleri vardı ki eksik kaldığım tüm bilgileri onlar paylaştılar benimle. Dikkatimi daha da verdikçe onu sevmeye başladığımı fark ettim. Ve hemen kitaplarını aldım. “Ne anlatıyor acaba?” Merakım buydu çünkü videolarında yumuşacık, Peter Pan gibi incecik ruhu öyle hissediliyor ki… Biliyorum epey bir güzelleme gibi oldu girişim ama bence insanlar bunları da söylemeli. Dünyadaki varlığımızla neleri uyandırdığımızı bilmek güzel… Üstelik kendi kendime hakkında düşündüklerimi, onunla tanıştığımda da düşünmeye devam ettim: Gerçekti. En ihtiyaç duyduğumuz şeylerden biri bu.
Destek Yayınları etiketiyle çıkan Sekizinci kitabı Hayvanlardan Destek Almanın Gizli Sanatı | Kurmanadyam daha ön sipariş döneminde büyük ilgi gören bir kitap. Açık vaatli kitaplardan hiç hoşlanmayan benim bile sevdiğim düşünülürse güzel bir kitap olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İstedim ki yogayla ilgilenenlerin yakından tanıdığı Çetin Çetintaş’la yeni kitabını konuşalım…
Hayat Sana Ne Anlatıyor’da “Elementler hayatın mürekkebidir,” diyorsun. O kadar güzel bir ifade ki… Bizim için biraz açar mısın? Bundan ne anlamalıyız? Varlığımızda ve hayatın bütününde ele alarak neye tekabül ediyor?
Hepimiz aynı özden oluşuyoruz diyoruz ya, aynı şeyden oluşuyoruz. Hepimiz, bütün bu evren aynı aslında özden oluşuyor. Bu özün görünen kısmı da elementler. Elementler bizim birbirimiz fark etmemizi, etrafı fark etmemizi sağlıyor. Biz dışarı baktığımızda aslında kendimizi görüyoruz. Yani bilimsel olarak da dışarıda gördüğümüz her şey de bizim beynimizde vuku buluyor. Yani eğer biz içeriye almazsak hiçbir şeyi, dışarıda hiçbir şey yok. Tıpkı gece yaşadığımız gibi. Gece ne oluyor? Gece gözümüzü kapatıyoruz, kulağımızdaki enerji içeriye çekiliyor, duyularımız içeriye çekiliyor ve hiçbir şey yokmuş gibi yaşıyoruz. Ne zaman ki gözümüzü açıyoruz, kulağımız duymaya başlıyor, elimiz hissetmeye başlıyor, koklamaya başlıyoruz o zaman dışarıdaki her şeyi içeri alarak içeride de bunları canlandırmaya başlıyoruz. Aslında içerideki de dışarıdaki de hepsi işte bu yüzden… Elementler oluşan bütün bu dünya içeride vuku bulurken, bunu aslında dışarıdakini içeriye alarak yapıyoruz. Yani kendi iç dünyamızda ortaya çıkartıyoruz. Bu noktada da elementler bütün dünyayı bütün evreni tezahür ettirirken, gördüğümüz her şeyin dilini bilen varlıklar olarak, o gördüğümüz her şey bizim dilimizde ortaya çıkıyor. Yani aslında her şeyin dilini biliyoruz ama bu dili anlamak için hatırlamamız gerekiyor çünkü kendi varlığımızı hayata geçirebilmek için, elementleri yani bu benliği kullanıyoruz. Aynı zamanda bütün evren de kendini hayata geçirebilmek için somutta bu elementleri kullanıyor. Element dediğimizde şöyle yanlış anlaşılan bir şey olur bazen. Sanki element dediğimizde kimyadaki bu element tablosunu bir köşeye bırakıp da başka bir elementten bahsediyormuşuz gibi anlaşılıyor ama bütün bu elementler aslında bu kimya tablosundaki elementleri de ortaya çıkaran elementler. Yani var olan bütün elementler, bütün materyal evrende belli bir düzen içinde ortaya çıkıyor ve bu da evrenin düzeni dediğimiz şey ve bu düzeni anlamanın yolu da elementlerin nasıl bir varlık halini ortaya çıkardığını anlamaktan geçiyor.
GÖRDÜĞÜMÜZ ŞEYLERLE İLİŞKİMİZİ DAHA DERİNDEN YAŞAMIMIZI HEDEFLEDİM
Hayvanlardan Destek Almanın Gizemli Sanatı’nda da elementler ve hayvanları bir araya getirmişsin. Buradan da bir kuvvet doğduğunu söylüyorsun ve birtakım pratiklerle bunu anlamamızı istiyorsun. Bu kitabı yazarken bizim neyi fark etmemizi istedin? Ne anlatmak istedin bize?
Sürekli bir şeyle muhatap oluyoruz ve muhatap olduğumuz şeylerin aslında bize ne yaptığını, bizi nasıl etkilediğini çok da düşünmüyoruz. Hayatımıza bir şeyi sokarken, sözgelimi bu bazen bir objeye çok takılmak, ona benim uğur kolyem gibi anlamlar atfetmek gibi de olabiliyor, bazı şeyleri çok fazla önem vererek yerleştiriyoruz hayatımıza, bazı şeyleri hiç önemsemeden yerleştiriyoruz. Aslında ben burada sadece hayvanlar üzerinden anlatsam da her şeyin bizi etkilediğini, arketiplerin her alanda çalıştığını anlatıyorum. Kişinin annesini sevmiyor olması belli bir arketiple çatıştığı anlamına gelir, kişinin bir şeyi seviyor ya da sevmiyor olması bazı arketiplerin iyi çalıştığını bazılarıyla da çatıştığını gösterir. Hayvanlar bunları anlamamız için çok güzel motifler çünkü hayatımızda sürekli hayvanlarla karşılaşıyoruz. Gerek resmi olsun gerek objesi olsun gerek kendi görüntüsü olsun… Bunları hayvanlar üzerinden anlamak daha basit. Hayvan izleyebildiğimiz bir şey, hareketini, varlığını gözlemleyebildiğimiz bir şey. Ve bu sebeple bir hayvanı anlamaya çalışmak aslında insanın o arketip dünyasına daha kolay girmesini sağlıyor. Birçok arketipin zihnimizi bu hayvanlar üzerinden çalıştırdığını ve bunların çeşitli elementleri sürekli tetikliyor olduğunu ve böylece hayatımızda gördüğümüz her şeyden etkilendiğimizi anlayarak gördüğümüz şeylerle ilişkimizi daha derinden yaşamımızı hedefledim.
Toprak, ateş, su, hava ve akaşa ya da esir madde… Elementler, bedensel varlıklarda neye tekabül ediyor bunu anlamakta güçlük çekiyoruz. Biraz da bu taraftan anlatır mısın? Elementler, bizim kendi mevcut varlığımızda nasıl çalışıyor? Hani nasıl yerleşiyor? Bunların kendi başlarına çalışmaları nasıl gerçekleşiyor?
Hepimizin vücudunda elementler aktif bir şekilde yer alıyor. Yani toprak, ateş, su, hava, akaşa hepimizin vücudunda yer alıyor. Bunların ortaya çıkışını, kendini gösteriş şeklini örneklemek gerekirse ateş vücudumuzdaki canlılık enerjisi. Bizi uyandıran, yattığımızda bizi harekete geçiren, ayağa kaldıran, hareket etmemizi sağlayan şey. Toprak, etrafımızı hissetmemizi sağlayan şey. Daha somut olan, yani daha katı daha anlaşılır olan şey. Havaysa iletişim kurmamızı sağlayan, birbirimizle konuşmamızı sağlayan, enerjimizin aktarılmasını sağlayan, birlikteliği sağlayan; tıpkı atmosfer gibi bize bir alan yaratan, yaşayacak bir iletişim alanı yaratan. Su ise bizim içeri çekilmemizi sağlayan, uyumamızı, dinlenmemizi, düşünmemizi, duyguların içerisinde kalmamızı sağlayan, daha durağan olan. Bunlar vücudumuzda da organlarla da aynı mantıkla çalışıyor. Mesela dirseklerimizde, kollarımızda, bacaklarımızda bu elementler yine bu vazifelerini yerine getiriyor. Mesela hareket etmek istediğimizde bacaklarımızda, kollarımızda ateş ortaya çıkıyor. Niyetler içerisine girdiğimizde yine dirseklerimizde ateş kendini göstermeye başlıyor çünkü niyet bir şeyin başlangıcı için biriken bir enerji… ve kolumuzu hareket ettiren eklem bizi harekete geçirmek için niyetlerimiz uğruna bir enerji ortaya çıkartıyor. Topraksa vücudumuzda bir şeyi alışkanlık haline getirip sabitlediğimizde, bir düzene oturtturduğumuzda bedenimizde de bu düzen kurulmaya başlıyor. Bedenimiz sağlıklı bir hale geliyor, dinç bir hale geliyor çünkü bir düzeni oluyor artık. Her element düzeni, yaşam düzenimizi doğru mu kuruyoruz yoksa yaşam düzenimiz savrulmuş vaziyette mi bize bunları gösteriyor. Hem bedensel olarak, his olarak ortaya çıkıyor bu hem de duygu olarak çıkıyor.
Günümüzde bilim de çok fazla söylemeye başladı, aslında yaşadığımız bütün deneyimler somut olarak bedenimizde yer ediniyor. Elementlerle çalışmaksa o deneyimlerin, o travmaların, o hislerin, o duyguların ortaya tek tek çıkarılarak çözülmesine veya yer bulmasına olanak sağlıyor. Böylece yaşamımızda bir düzen, bir istikrar bir tertip ortaya çıkartıyoruz.
DESTEK HAYVANI GÜNDELİK OLARAK DEĞİŞEN BİR VAZİFE İÇİN KULLANILIYOR
Çok güzel bir izahat oldu. Kitapta dikkatimi çeken şeylerden biri de erk hayvanla destek hayvanı birbirinden çok güzel bir şekilde ayırmışsın. Yani uzun uzun konuşmadan o kadar net ayırmışsın ki bu da çok pratik bir kullanım sağladı açıkçası kendi adıma. Böyle olunca daha da ilgiyle okudum. Şimdi okurlarımız için de biraz anlatabilir misin? Erk hayvanla destek hayvan arasındaki fark nedir?
Erk hayvan daha Şamanik bir çalışmanın ürünü olarak kişinin ruhsal yolculuğuna eşlik eden varlığıdır ve erk hayvanımızı kafamıza göre seçemiyoruz. Yani ben şimdi şu erk hayvan ile çalışayım bu erk hayvan ile çalışayım şeklinde yolculuk ettiğimiz bir canlı değil erk hayvanımız. Erk hayvanı aslında bizim darmamıza hizmet eden, en temel niteliklerimiz üzerinde çalışan canlı, yani aslında yaşam yolculuğumuz boyunca en temel konuları bize anlatan canlı. Destek hayvanı gündelik olarak değişen bir vazife için kullanılıyor. Mesela benim yaşam yolculuğumda sanat niteliğini çalıştırmak olmasın, böyle bir vazife olmasın ama ben bu dönem hobi olarak gitara başlamış olayım ya da sanatla uğraşmak istiyorum, resme başlamış olayım. Sanatla ilgilenen, sanat niteliğini çalıştıran bir erk hayvan, benim hayvanım değil. Çünkü yaşam yolculuğumda böyle bir vazife yok. Ama bu dönemde böyle bir şeyi çalıştırmak ve hobi olarak böyle bir şeyle ilgilenip ruhumu biraz daha şifalandırmak istiyorsam o zaman kuğu ile çalışabilirim ve dönemsel olarak kuğu bana hizmet edebilir. Zaten yaşam yolculuğumda sanatla ilgilenmek yoksa bu benim iki iç aylık bir maceram olacak ve sonra bırakacağım. Doğal olarak bu bana ömrüm boyunca eşlik etmeyecek. Sadece bu dönemde o hobimle birlikte kendimi şifalandırmak, içimdeki güzelliği dışarıya çıkartabilmek, ona eşlik edebilmek, onu görebilmek için bana yol gösterici olacak. Destek hayvanları, dönemsel olarak bize yardım eden, dönemsel olarak niteliklerimizi görüp çalıştırmamızı sağlayan hayvanlar. Erk hayvanlar ise daha kader yolculuğumuza baştan sona hizmet eden hayvanlar.
O HAYVANIN KIYAFETİNİ GİYMEK
Diyorsun ki ruhuyla bağlantı kurduğunuz hayvan içinizdeki potansiyelin çıkmasına da yardımcı olur. Peki bu nasıl çalışıyor? İşleyiş nasıl gerçekleşiyor? Nasıl değiştiriyor bizi?
Zihnimizde neyi aktif tutarsak, neyi canlı tutarsak hayatımıza onu çekeriz. Neyi sürekli düşünürsek yaşamımızda o filizlenmeye başlar. Neyin hakkında konuşursak, neye gözümüz sürekli bakarsa ister istemez yaşamımızda onu canlandırmaya başlarız. Aslında muhatap olduğumuz şey doğal olarak yaşamımızın içerisinde filizlenmeye başlar. Destek hayvanlarsa, birer arketip, zihnimizi şekillendirmeye ve bir forma sokmaya yarıyor. Örneğin kuğudan devam edersek, kuğuyu zihnime giydirmiş oluyorum bir kıyafet gibi. Ve artık kendime baktığımda kendimi kuğu gibi görmeye başlıyorum. Kuğunun çalıştırdığı bütün konular, o enerji, hayatımda aktif bir şekilde ortaya çıkmaya başlıyor çünkü üzerimde o kıyafet var ve artık kendimde onu gördüğüm için, doğal olarak onu gerçekleştirmem onu ortaya koymam da kolaylaşıyor. Bunu en iyi anlatacak ifade şu: o hayvanın kıyafetini giymek. O kıyafeti giydiğimizde mesela soğukta nasıl ki kalın bir şey giyiyoruz ve üşümemizi engelliyor. Tıpkı bunun gibi kendi iç güzelliğimizi fark edemediğimiz noktada kuğuyu giydiğimizde, kendi zarafetimizi göremediğimiz noktada kuğuyu giydiğimizde o kıyafet o zarafeti ortaya çıkartmak için kolaylık sağlıyor. Ya da bir dalgıcın su altına girerken giydiği kıyafetin onu koruması gibi aslında üzerimize bir kıyafet giyiyoruz ama işte bu defa enerjisel bir kıyafet giyiyoruz.
Şimdi biz bu modern zamanın güya modern insanları olarak doğayla temasımızı çok kaybettik. Kitabınızı okurken biraz Kuran-ı Kerim’den de ilham aldım. Ayetlerde de diyor hani size bir sürü işaret bıraktık, bakıp göresiniz diye ya da şifa adına bir sürü şey söylüyor. Bu bana şunu düşündürdü Çetin, acaba hayvanları giymek gibi aynı şekilde rüzgârı, dağı, çiçeği, bir ağacı giymek de mümkün mü?
Kesinlikle mümkün. Aslında arketipler her şeyin içinde çalışıyor. Bir bitkinin içerisinde de bir ağacın içerisinde de her şeyin içerisinde bu arketipler çalışıyor. Bunun bizi nasıl etkilediğini, hayatımıza ne gibi etkiler getirdiğini onlarla bir arada oldukça idrak etmeye başlıyoruz. Bu yüzden aslında bütün öğretiler, yoga da mesela öyle, doğayla çok vakit geçirmeyi ve doğayı izlemeyi öğütler; doğayı izlemekten daha büyük bir şifa, daha büyük bir iyileştirici ve daha büyük bir bilgelik yoktur der: bilgiyi doğaya bakarak görebilirsiniz, der. Doğayla birlikte oldukça bizi nasıl tetiklediğini ve onlarla bir bütün oldukça niteliklerimizin nasıl ortaya çıktığını anlamaya başlıyoruz.
Bu noktada aslında var olan her şey, bizde bir şey çalıştırıyor ama insanoğlu doğadan biraz uzaklaştı ya, uzaklaştığımız için şu an bize her şey çok yabancı geliyor. Ama doğayla vakit geçirdiğimizde her şeyin üzerimizde bir etkisi olduğunu, her şeyin üzerimize giyilebildiğini ve giydikçe de her şeye dönüşmeye başladığımızı ve ruhen büyüdüğümüzü ve ego olarak da küçülerek her şeye dönüşmeye başladığımız yani daha büyük bir varoluş hali ortaya çıkarttığımızı çok daha iyi anlıyoruz. Az önce söylediğim gibi yoga başta olmak üzere pek çok öğretide özellikle ormana çekilmek, dağlara çekilmek gibi çok fazla inziva halleri vardır ki oraya çekildiğimizde, yalnız kaldığımızda aslında yalnızlaşmadığımızı, her şeyle bütünleştiğimizi, ağacın bizim kolumuz gibi olduğunu ve bir kartalın bizim gözümüz gibi olduğunu ve her şeyin bizim bir parçamız olarak varlığını bizimle birleştirdiğini anlamaya başlıyoruz.
HAYATIMIZ DUYGULARIMIZ VE DÜŞÜNCELERİMİZLE KİRLENİRSE AKAŞADA DA O KADAR BİRİKME ORTAYA ÇIKIYOR VE BU SEFER YAŞAYACAK ALANIMIZ DARALMAYA BAŞLIYOR. BUNU ANLAMANIN EN İYİ YOLU, ONU BOŞ BİR TUVAL GİBİ DÜŞÜNMEK.
Tüm bu bilgileri anlamak için akaşa, esir madde, eter yani beşinci elementin anlaşılmasının, bu elementle ilgili farkındalığın gelişmesinin çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bunu fark ettiğim zaman o giyinmek dediğimiz şeyin, o etkileşimin, bütünleşmenin nasıl mümkün olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Hakkında çok az şey söylenen beşinci elementi bize nasıl anlatırsın?
Beşinci element aslında her şeyin içine depolandığı, her şeyin içerisinde mevcut olduğu diğer dört elementin de onun içerisine yerleşerek yerini bulduğu aslında her şeyi kapsayıcı bir element. Bütün elementlere bir alan veriyor, onu dünya gibi düşünebiliriz. Nasıl her şey dünyanın üzerinde yetişiyor, bitkiler dünyanın üzerinde, kuşlar dünyanın üzerinde, hayvanlar dünyanın üzerinde… Dünya hepsine bir zemin oluşturuyor. Akaşa da aslında bütün varlığın ortaya çıkmasında bir tuval gibi her şeye bir zemin yaratıyor. Bu tuvalin üzerine neler boyarsak onlar akaşada gözükmeye başlıyor ve bu tuvalin üzerindekileri değiştirmek yeni, bilinçli bir şekilde eylemde bulunarak, bilinçli bir şekilde o tuvali boyamaya başlayarak mümkün oluyor.
Bunu bilinçli bir şekilde boyamadığımız sürece bu tuvalde aslında sürekli bir sürü görüntü oluyor. Ve zaman içerisinde ben hayatımda şu olsun istiyorum dediğimizde gidiyoruz tuvalin üstünü boyuyoruz ama altı zaten boyalı olduğu için o tuvalde bambaşka bir görüntü ortaya çıkıyor ve diyoruz ki ben buna niyet etmemiştim, ben bunu hayal etmemiştim, istediğim şey bu değildi. İstediğim şey oldu ama istediğim gibi olmadı, bana hizmet edeceğini düşündüğüm şekilde olmadı. Çünkü o tuval zaten dolu ve yoğun. O yüzden akaşayı anlamak aslında çok önemli. Hayatımızda hareket edecek yeri, düşüncelerimizin, niyetlerimizin hayata geçeceği yeri sağlıklı bir şekilde tutabilmek adına duygularımızı, düşüncelerimizi boş ve temiz tutmamız lazım. Hayatımız duygularımız ve düşüncelerimizle kirlenirse akaşada da o kadar birikme ortaya çıkıyor ve bu sefer yaşayacak alanımız daralmaya başlıyor. Bunu anlamanın en iyi yolu, onu boş bir tuval gibi düşünmek.
Elektron mikroskobunda incelemeler yapıldığında elektronun, protonun tüm o atomaltı evrenin hareket ettiğini gördüğümüzde onlara hareket imkânı veren boşluğun aslında esir madde yani beşinci element olduğu söylenir. Rasyonel kafalarımız bu tür bilgilere de çok meraklı ya, demek istediğim beşinci element dediğimizde soyut bir şeyden bahsetmiyoruz, gerçek ve çok anlamlı bir boşluktan bahsediyoruz. Aslında çok bilindik, bilimsel olarak da bilindik, analitik olarak da insanın düşünerek algılayabileceği bir şeyden bahsediyoruz. Ama tabii ki işin yaşamımıza etki etmeye başladığı kısmından bahsetmeye başladığımızda kimi insan için bu çok anlaşılır olamıyor.
Düşünecek olursak nasıl ki bir bilgisayar çalıştıkça, bir sürü program açtıkça RAM’i doluyor biz de bir sürü şey düşündükçe, bir sürü duygunun içine sıkıştıkça RAM’lerimiz sıkışmaya başlıyor. Onlar o kadar çalışmaya başlıyor ki daha iyisini yapacak, başka bir şey çalıştıracak kapasite kalmıyor. Bu şekilde düşünmeye başladıkça elementleri anlamak çok daha kolay oluyor. Bir de Batı için bir o kadar yeni olsa da Uzakdoğu tıbbı zaten elementler üzerine kurulu. Elementler üzerine Uzakdoğu’da çok fazla çalışma var bilimsel olarak. Batı buna çok uzak olduğu için zannediyor ki bu bilimsel bir yaklaşımı olmayan bir kavram…
Aslında sadece Çin tıbbı da değil mesela bizde de İbni Sina’nın tıp sistemi tamamen elementler üzerine kurulu. Yani o vakitlerde hiçbir cihaz olmadan sadece insana bakarak ve tadarak, koklayarak teşhis koyabilmeleri de element bilgisiyle ilerliyor, onların izlerini sürebilmekle mümkün oluyor.
Kesinlikle.
YARIN NE OLACAĞI HER GÜN BELİRSİZDİ. SADECE BU SEFER HEP BİRLİKTE O BELİRSİZLİĞİ GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNE KOYDUK, YÜZLEŞİYORUZ O BELİRSİZLİKLE
Şimdi benim çok merak ettiğim bir diğer şey daha var. Burada da kafam çok karıştı doğrusu. Şimdi on dört-on beş ay oldu pandemi başlayalı ve bu pandemiyle beraber adeta hepimizin her gün cümle içinde kullandığı bazı kavramlar hayatımıza girdi. Kısıtlama, belirsizlik, kaygı doğal olarak korku. Acayip bir yokluk korkusu var. Mahrum kalacağım, hiçbir şey kontrolümde değilmiş gibi bir sıkışmışlık. Şunu çok merak ediyorum. Bu tür vesveseli duyguları kafamızdan atmaya mı çalışmalıyız yoksa dibini mi sıyırmalıyız? Bunların da içinden hakkını vererek geçmek, bu duyguların içinde görmen gerekeni görmek, azıcık orada beklemeyi tercih etmek. Hangisini yapmalıyız? En sağlıklı ve doğru olanı sence nedir?
Burada aslında iki şey önemli. Birincisi kişinin durumu önemli. Yani kişi eğer bu durumların altında depresyona giriyorsa, çok kayboluyorsa ve bunları taşıyamıyorsa benim hep önerdiğim şey bu noktada biraz bu durumlardan uzaklaşması. Psikolojik olarak bazı insanlara bu durum çok ağır geliyor ve çok kaldıramayacakları bir şeyin altına giriyorlar ve sürekli bunları duymak o insanları yıpratıyor maddi olarak da manevi olarak da ve birçok tanıdığım insan bu ilk başlangıç döneminde bütün bu kavramlardan dolayı işte işini bıraktı. Hani her şey çok kötüye gidecek diye, geleceği çok düşünerek, çok kaygılanarak kararlar aldı. Sonrasında bu kişiler daha da büyük bir depresyon içine girdiler. Çünkü sürekli buna maruz kalarak bunları dinleyerek aslında nasıl baş edeceklerini bilmeyerek korkuyla adımlar attılar ve bu da onları psikolojik olarak daha kötü etkiledi. Kişinin psikolojisi bunları kaldırmıyorsa, kontrolsüz ve sürekli kaygı içinde kalacağı eylemlerde bulunuyorsa o zaman bu kişilerin bu kavramlardan uzak durarak vakit geçirmesi ama bir yandan da bu sürecin gerçekleştiği gerçeğinden de uzaklaşmaması önemli. Çünkü bu gerçekten uzaklaşırsak o da bizi yalan bir şeyin içine sürüklemeye başlıyor. Yani her şey çok güzel, hiçbir şey olmuyor, kısıtlama yok kafasıyla kişi zihnini bulandırırsa o zaman o zihin çok bulanık bir hal almaya başlıyor ve gerçeklik bozuluyor. Görmezlikten geldikçe bunu içeriye atarak hiç olmamış gibi davrandıkça içerde biriktirmeye başlıyoruz. Zaten bundan önce kısıtlama yoktu da ne oluyordu? Belirsizlik yoktu da ne oluyordu? Hep belirsizlik var hayatımızda aslında. Hayatımızdaki belirsizlikleri sadece daha önceden fark etmiyorduk. Şimdi çok gözümüzün önünde bir belirsizlik var. Yarın ne olacağı her gün belirsizdi. Biz plan yapıyorduk ama yarın bambaşka şeyler oluyordu. Sadece bu sefer hep birlikte o belirsizliği gözümüzün önüne koyduk, yüzleşiyoruz o belirsizlikle. O yüzden bunlarla aslında farkında olarak görerek geçirmek ruhsal olarak daha öğretici daha büyütücü ve kolektif olarak da daha doğru olan. Çünkü gerçekte şu an yaşanan bu, günümüzün gerçeği bu. O yüzden kolektifin içinde kalabilmek de bu noktada önemli ama kimi insanlar için bu çok zorlayıcı geçiyor.
Peki bu tarz negatif ataklar için önerebileceğin bir şey var mı? Bu yine kitaplarında verdiğin bilgilere uygun olarak ne önerirsin atak halindekilere?
Evet. Benim böyle durumlarda en önerdiğim şey öncelikli olarak şu. Atak geldiğinde aslında çok bir şey yapamıyoruz çünkü atak geldiğinde zaten kontrol gitmiş oluyor. Ama öncesinde nefes çalışmaları yapmak, nefesi kontrol etmeyi öğrenmek böyle ataklar geldiğinde nefesine odaklanarak, nefesini izlemeye başlayabilmek atağın geçmesi için vakit kazandırabiliyor. Özellikle ilk o atak ortaya çıktığında birkaç dakikayı o nefes çalışmasıyla atlatabildiğimizde zaten üzerimizdeki yük azalmaya başlıyor ve sakinleşiyoruz. O ilk birkaç dakikayı atlatabilmek için de nefesi kontrol edebilecek kadar pratik etmiş olmak lazım. Yani bir insan bir ay bile düzenli nefes çalıştıysa bir aydan sonra yaşadığı böyle bir atak çok daha hafif geçmeye başlıyor ve diyor ki “Eskiden böyle bir şey olsa ben şu an şöyle olurdum, şöyle hissederdim. Şimdi yine kötü hissediyorum ama daha kontrollüyüm. En azından kendimi kaybetmiyorum.” Benim en büyük önerim nefesin düzenli olarak pratik edilmesi ki böyle durumlarda kişi kendini kontrol altına almayı ve duyguya kapılıp gitmemeyi başarabilsin.
Ufak ufak sona doğru yaklaşırken şöyle sormak isterim. Hayvanlar, semboller, arketipler hepsi muazzam diller ama özellikle yeni kitabında dikkat edilmesi gereken şeylerden de bahsediyorsun. Çalışmaları yaparken yanlışlar neler olabilir? Nelere dikkat edilmeli? Bu kitap nasıl okunmalı?
Bu kitabı insanın önce kendi hayatını gözden geçirerek okuması çok önemli. Yani şu an benim hayatımda ne yaşanıyor, benim neye ihtiyacım var, ne yapıyorum ve ne oluyor? Bunları anlamak lazım. Mesela şu anda bir engeli aşmaya çalışıyorsan. Örneğin bir ilişkim var ve o ilişkide engeli aşmaya çalışıyorum ama gidiyorum ve Anka kuşu ile çalışıyorum. O noktada ben engeli aşmıyorum aslında, ilişkiyi bitirmek için bir nitelik çalıştırmaya başlıyorum ve ister istemez o ilişki bitsin ve bu sorun ortadan kalksın diye davranıyorum. Ama böyle bir durumda fil ile çalışıyorsam o zaman diyorum ki bu ilişkideki bütün sorunları aşabiliriz ve çok mutlu bir ilişki yaşayabiliriz, ben kalpten, kendimi bu ilişkiye açıyorum. Yani kişinin aslında bu kitabı okurken şu soruların farkında olması lazım: hayatında gerçekten ne oluyor ve gerçekten ne istiyor? Bitirmek mi istiyor? Devam ettirmek mi istiyor? Doğru konu üzerinde mi ustalaşmak istiyor ya da aslında bir konuda uzmanlaşmak istemiyor da sadece bir düzen sahibi olmak mı istiyor. Çünkü bazen de insanlar diyor ki ben bu konuda çok ustalaşmak istiyorum, peki diyorum bu konuda ustalaştıktan sonra planın ne? Yani neden ustalaşmak istiyorsun? Bundaki ustalaşmanın sebebi ne? Ustalaşayım ki bir düzenim olsun kendime bir düzen kurabileyim ama bir düzen kurabilmek için ustalaşmaya ihtiyacın yok ki. O zaman sen yanlış bir şeye enerji harcıyorsun. Ne istediğimizi anlamamız çok önemli. Çünkü oradaki ustalık kelimesi bazen insana şöyle geliyor: usta olursam zaten bir düzenim olur. Ama işte o noktalarda neyin nerede olduğunu anlayarak ve hayattan ne istediğinizi gözlemleyerek okumak en sağlıklısı.
Şimdi sen söylerken aklıma geldi. Bu çok konu dışı ama kendim şu an merak ettiğim için soracağım. Kuş tüyü gördüm şöyle, iki tane kuş gördüm böyle… Bu gördüğüm sembollerle hayvanlar üzerinden mesaj alma hakkında ne düşünüyorsun?
Evren bizimle sürekli konuşuyor. Elementler yoluyla, hayvanlar yoluyla, insanlar yoluyla sürekli konuşuyor. Aslında duyduğumuz hiçbir şeyi boşuna duymuyoruz. Gördüğümüz hiçbir şeyi boşuna görmüyoruz. Bazen sadece insan bunu okumaya çalışmaya kendini o kadar kaptırıyor ki duyduğunu yaşayacak vakit kalmıyor. Sürekli dinlemekten hareket edemez hale geliyor. Burada benim önerdiğim şey şu: evet yaşamı sürekli dinlemek lazım, sürekli neyin neden olduğunu gözlemlemek lazım ama bazen bazı şeyleri sadece bırakalım, olsunlar. Her şeyin altında bu sefer bir mana aradığımızda yaşamayı kaçırıyoruz. Mesela karşılıklı konuşurken sen acaba onu bana niye dedin, bana böyle mi demek istedin, şöyle mi dedin diye sorgulamaya başladığımızda bu sefer daha büyük, daha derin gelen o enerjiyi kaçırmaya başlıyoruz. Bir şeyi doğal olarak insan zihniyle algılamaya çalıştığımızda, o bir kısıtlamaya giriyor. Bu yüzden bırakalım daha derinlerde olmasın mana. Bazen her şeyi okumaya, anlamaya çalışmak yerine yaşamaya çalışmak daha etkili. Bazen ise kendi farkındalığımızı yitirdiğimizi veya kaybolduğumuzu hissettiğimiz dönemlerde tabii ki takip edip duymaya, görmeye çalışmak daha değerli. Çünkü o dönemlerde onlar bizi tekrar farkındalığa çeken araçlar oluyorlar.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.