Daha çok param olması lazım. Daha hızlı olmam lazım. Daha güzel, daha özgüvenli ya da daha başarılı olmam lazım. İşte böyle “daha” diyerek girdiğimiz her konu, nerede kıtlık yaşadığımıza da işaret ediyor.
Yoga Eğitmeni ve Türkiye’nin ilk buğday çimi markalarından Petiçim’in kurucusu Petek Erim, insanı yaşamla tertemiz bir bağ kurmaya davet eden Cesur Yeni Dünya eğitimleri veriyor. Cesareti ön plana alıyor çünkü bir daha uyumamak üzere uyanmak ve eskiyi terk etmek cesaret istiyor.
“Cesur Yeni Dünya” adını verdiğin kursa katılmış biri olarak önce sana teşekkür ederim Petek. Anlamlı bir deneyimdi benim için. Bu farklı içerik nasıl oluştu?
Çok teşekkür ederim. Aslında her şey 12 yıl önce Charles Eisenstein’in bir seminerine gitmemle başladı. Zor bir dönem geçiriyordum ve o seminerden gözlerimde yaşlarla ayrılmıştım. Eisenstein seminerde şunu sormuştu: “Sizi ne güvende hissettirir?” O zaman benim aklıma ilk para geldi. Herkesin aklına para gelirdi. Dedi ki, “Böyle bir matematik yok. Senin duygusal bir ihtiyacın var ve bunu maddeyle örtmeye çalışıyorsun, bu mümkün değil.”
“PARANIN ÇOK OLMASI KITLIK BİLİNCİNİ AZALTMIYOR”
Böyle bakınca ne kadar anlaşılır değil mi?
Evet, o kadar basit bir yaklaşım ki. Ama bütün dünyanın ıstırabı bu. Bütün kurallar ve değerler bu sistem üzerine kurulu ve oradan alamıyoruz kendimizi. Çok çok parası olan bir insana bakıyoruz, kendini güvende hissediyor mu? Hayır, etmiyor; çünkü paranın çok olması kıtlık bilincini azaltmıyor.
Beraberinde endişeyi de artırdığını söyleyebilir miyiz?
Kaybedeceğim endişesini değil mi? Evet, tam da bu sebeple yoksul ülkelerde insanlar daha rahattır. Onların öyle bir kaygısı yoktur. Ne kadar çok sahip olursan ve istiflersen -ki biz Cesur Yeni Dünya’da istiflemeyi de anlatıyoruz- o kadar gerginliğe kapılıyorsun. İşte bütün bunların başı benim için bu güven ve para ilişkisiyle başlıyor.
Daha sonra nasıl gelişti?
Bu benim içimde senelerce işledi. Anlamak tek başına yeterli değil bence; hayatındaki yansımalarına bakmak gerekiyor. Sonra algılıyorsun ki bizim asıl güven sistemimiz insanlarla kurduğumuz bağ üzerinden gelişiyor. İstediğin kadar oku, öğren, yalnız olduğun için hissettiğin güvensizlik duygusu hayatta hep önünde duruyor. Dikkatin bu yönde evrilince o kadar büyük bir dönüşüm meydana geliyor ki benim de amacım artık “nasıl hızlı para kazanırım”dan çıkmıştı. “Rüzgarın arkana geçmesi” diye bir şey var hayatta ve bu niyetinin netliğiyle, güveninin sağlamlığıyla, öyle değişik parametrelerle alakalı ki. Bunu insanlara aktarmam gerekiyordu. Bunun bir şemaya ihtiyacı vardı. Dedim ki kıtlık döngüsü nedir, nasıl işler? Buradan yola çıktım.
Nasıl bir şema bu?
Bunu tamamen kendi hayatımdan yararlanarak oluşturdum. Tabii ki Eisenstein’dan da faydalandım fakat o bunu şema olarak ortaya koymuyor, parça parça anlatıyor. Ben Kıtlık Hikayesi/Bolluk Hikayesi veya Ayrılık Çağı/Kavuşma Çağı veya Eski Hikaye/Yeni Hikaye başlıklarıyla bu yaklaşımı Cesur Yeni Dünya formatına oturttum ve ardından eğitimler vermeye başladım.
Kursta kıtlık ve bolluk ilişkisine nasıl yer veriyorsun? Dilimizde çok kullanılsa da yüklenen anlamlarıyla çok da konuşulmayan kavramlar bunlar.
Önce kıtlık döngüsü dediğim yapının nasıl işlediğini görünür kılmamız gerekiyor. “Daha” dediğimiz her yer kıtlıkta olduğumuz yer. “Daha çok param olması lazım, daha hızlı olmam lazım, daha güzel olmam lazım, daha kendine güvenli olmam lazım” gibi “daha” diyerek girdiğimiz her konuda zaten eksiklik içindeyiz. Kıtlık döngüsü bu eksiklik halinin artar şekilde kendi içinde birbirini takip eden donelerle dönmesinden oluşuyor. Şimdi bu yapıyı anladık diye buradan çıkamıyoruz. Burası çok önemli. Buradan çıkmamız için çok ciddi, yılmaz bir niyet gerekiyor. Buna da “sabit niyet” ismini koydum.
“SABİT NİYET, HER DÜŞTÜĞÜNDE NİYETİNİ HATIRLAYABİLMEKTİR”
Niyetimizi sabitlemek ne demek? Niyet etmekten farklı mı?
Niyet bütünlükle işleyen bir tavır. Yani ben bir şeyi istiyorum diye tuttursam o istek olduğu zaman sevinirim, olmadığı zaman da üzülürüm. Yani bir sonuca bağımlılık vardır. İstek kişiseldir. Yani Petek olarak şu kadar şunu istiyorum dersin, buna ulaşırsan başarılısındır, ulaşmazsan da hüsrana uğrarsın. Niyette öyle bir şey yoktur. Ben balık tutmaya niyet ediyorum dersem, tutarsan tutarsın, tutamazsan da umurunda olmaz. Çünkü niyettir ve niyet evrenin bütün enerjisiyle birlikte işler. Niyet denizine niyeti atarsın. Bir kıvılcım gibi düşünürsek niyeti, niyet rüzgarın yani yaşamın bütün gücüyle kendi kendine aleve dönüşür, güçlenir. Sabit niyet dememin nedeni de şu; bunu anlamak tek başına yeterli olmuyor. Her yere düştüğünde, her kendini eski hikayede sıkışmış bulduğunda yeni hikayeye geçebilmek için niyetini tekrar hatırlamak ve denize atmak sabit niyet oluyor.
Eski ve Yeni Hikaye farkındalığını önemsiyorum. Beni seni dinlemeye çeken sebeplerden biriydi. Bunu biraz anlatır mısın?
Eski hikayeyi tanımadan yeni hikayeye dair bir fikir edinemiyoruz. Eski hikaye nedir? Eğitimin başında ilk iki ders bundan bahsediyorum. Çok özetlemek gerekirse; onlara karşı biz algısıdır. Başkaları var, bir dış dünya var, bir sistemler alemi var. Bunun içine insanoğlunun kurduğu her türlü sistem dahil; insan grupları, inanç grupları, toplumlar, ülkeler, ırklar ve daha bir sürü ayırım var kafamızda. Kendimiz de bu ayrımların arasında ayrı bir şeyiz veya kendi topluluğumuzda ayrıyız veya tek başımıza ayrıyız. Bu ayrılık hikayesi başlı başına eski hikaye. Çok temelinde bu yatıyor.
“BEN VE ÖTEKİLER ALGISI ESKİ HİKAYEYE AİT”
Sana göre Bütün ve Bir olduğumuzu kavramaya engel olan anlayış eski hikayenin sonucu o halde. Peki nasıl hizmet edecek bu bize?
Evet Belgin. Bir yaşamın bütünlüğünden kopuk olarak; tüm organizmalarla, hayvanlarla, insanlarla, ağaçlarla, formüllerle tek bir yerküre, dünya, evren olduğu fikrinden uzak şekilde, ben ve ötekiler veya biz ve onlar algısında olduğumuz her yer ve bu algıdan ürettiğimiz her tepki, her çözüm fikri eski hikayeden oluşmuş zihin yapısından çıkmıştır. Bu da yeni krizler üretmeye mahkumdur. Dolayısıyla en derinde bu algıda bir değişim sağlamayı hedefleyen bir eğitim formatı oluşturdum. Nasıl bu bütünlük hikayesini kavrarız? Niye ona göre bir yaşam kurulamıyor? Ne oluyor da hala eski hikayenin içinde dönüyoruz ama yeni hikayeyi teori olarak algılıyoruz? Bu nasıl uygulamaya geçer, buna biraz imkan yaratmaya çalışıyor.
Yeni hikaye nedir peki?
Yeni hikaye dediğimiz şey bu iç içe geçmiş varoluşumuzu tanımak ve bu bilinçte yaşamak. Bunu pratik olarak nasıl yapacağımızla ilgili bilgiler paylaşmaya çalışıyorum. Yani verdiğimiz herhangi bir karar, inandığımız herhangi bir şey, yaptığımız herhangi bir hareket, bunlar bizimle o kişi veya o olay arasında olmuyor ki. Eğer biz evrenin bir parçası isek, bu bütün evreni etkileyecek bir şekilde yankı buluyor. Kelebek etkisi gibi. Buradaki bir kelebeğin kanat çırpıp Uzakdoğu’da bir tsunami olması bağlantısı gibi. Algılarımız çok kısıtlı olduğu için biz bu etkileşimden bihaber oluyoruz ve bir kopukluk algısı içindeyiz. Bu etkileşime göre yaşamaya; bu etkileşimi bütün evrenin birbiriyle bir alışveriş içinde olduğu gerçeğinden yola çıkarak yaşamaya çalıştığın anda zaten çok büyük bir değişim içine giriyorsun.
“MADEM MEMNUN DEĞİLİZ, YAPI TAŞLARINI YERİNDEN OYNATALIM”
Peki bu beraberinde bize ne getirir, yani ne hayat bulur?
“Ben sorumluluk alıyorum” demiş oluyorsun. Artık mağdur veya kurban halinden çıkıp, “Benim de etkim var, ben de güçlüyüm” diyorsun. Sorumluluk almalıyız. Madem kimsenin memnun olmadığı bir sistemin içine düşmüş veya oraya doğmuş durumdayız, madem buradayız, madem aklımız var, bunu bizim memnun etmeyen yapı taşlarını yerinden oynatacak şekilde niye kullanmayalım?
Sorumluluk birçok insan için ürkütücü, zahmetli, gereksiz ve belki daha fazlası. Bu değişim olasılığı, biri benim için bir şey yapsın beklentisinden çıkmaya davet ediyor. Ne demek istersin bu konuda?
Senin korktuğun için defansa girmenle hayatın gerçekten senin kötülüğüne işleyen bir mekanizma olması arasında çok ciddi bir fark var. Yani hayatta bizim başımıza hep kötü şeyler gelmeyecek, bizim başımıza hep iyi şeyler de gelmeyecek. Hayatı olumlu veya olumsuz şekilde etiketlediğimiz şeylerden öte, bütünsel bir dinamik olarak görmemiz önemli. Tecrübe etmeye geldik biz buraya. Kendimize kahramanlık mitindeki gibi bir iyiler, kötüler ayrımı yapmadan; hayatı her türlü sürpriziyle, macerasıyla, üzüntüsüyle, sıkıntısıyla sevinciyle yaşamaya hevesli olmanın kendisi zaten seni defanstan çıkaran bir şey. Senden o hevesi, o motivasyonu alan ne? Asıl bakmamız gereken yer burası. İçe bakmayı öğrenmeliyiz, dışarıda bir şey yok.
Okuyucularımız için Mümkün mesajın ne olur?
Üzerinde var olduğumuz bu olağanüstü gezegendeki, tek seferlik ve son derece eşsiz yaşamlarımızı sürdürürken, bize öğretilenlerden fazlasının, gördüklerimizden, duyduklarımızdan ötesini ve bildiğimizden çok daha iç içe, birbirine bağ(ım)lı olan yaşamlarımızın farkında olarak yaşamak mümkün mü? Böyle bir bilinç mümkün mü? Bence evet, mümkün. Her birimizin bunun mümkün olduğuna inanmasıyla…
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.