Geçenlerde pek sevdiğim bir arkadaşımı ziyarete gittim. Mutfakta kahvelerimizi ve kurabiye tabağımızı hazırlarken sohbete koyulduk. Biraz işten güçten biraz günlük koşturmacalardan bahsederken konu nasıl açıldı hatırlamıyorum ama bir anda kendimizi paranın önemi hakkında konuşurken bulduk.
Dikkat ettim de arkadaşımla o güne kadar ne zaman paranın lafı açılsa ikimiz de istemsizce konuyu kapatma eğilimi göstermiştik. Hatta bir ara sürekli üstünü örtmeye çalıştığımız bu konu yüzünden sınanmıştık bile. Bereket ki gönül bağımız sağlammış, yara almadan o süreci atlatabildik.
Şimdi hatırlar gibiyim sanırım, sohbetimizin kaynağı ülkemizin ekonomik koşullarıydı.
Son 10-15 yıldır Türk milleti olarak topraklarımıza din, dil, ırk ayırt etmeden diğer milletlerden çok sayıda mülteci kabul ettik. Hiçbir evladına ayrım yapmayan şefkatli bir anne gibi yardıma ve bünyesini toparlamaya ihtiyaç duyan ve topraklarımıza sığınan kim varsa onlara bakım verir hale geldik.
Bu topraklarda şahit olunan ve deneyimlenen savaşlardan mıdır nedir her zorluğun üstesinden gelmek sanki kaderimiz olmuş bizim. Zaman zaman kadercilik çukuruna düşen Anadolu insanı kâh toprağı ekip biçmiş kâh vatan savunmasında silah kullanmış. O anın gerekliliği neyse, elinden ne geliyorsa ardına koymadan yerine getirmiş. Kurtuluş Savaşı’nda elde ettiğimiz sonuç ve kurulan Cumhuriyetimiz birlik ve beraberlik değerlerini hakkını vererek yaşadığımızın en güzel kanıtı değil mi sizce de?
Yaradan’ın insana bahşettiği geleceği birlikte inşa etme gücünü yadsıdığımız da olmuyor değil. Ortak hedefler belirleyip gönülden bağlı kalarak eylemlerimizi sürdürmek her zaman mümkün olmamış biz Türk milleti için.
Küskünlük enerjisi
Kadercilik çukuru bir kefede, birlikte yaratım gücü diğer kefede. Hep bakım veren rolü bir yanda, kendi ayakları üstünde durunca evladını özgür bırakmak diğer yanda. Bunların her biri hassas terazide titizlikle tartılması gereken başlıklar. Çünkü kantarın topuzu bir kez kaçtı mı toplam fayda bir anda düşebiliyor. Evlatlarımızın bazılarını biraz kayırdık mı diğerlerinde küskünlük oluşuyor. Küskünlük enerjisi ve toplumun bireyleri arasında alma-verme dengesinin bozulması kollektif refah düzeyimizi düşürüyor.
Gelin şimdi ülkemizi koskocaman bir aile olarak düşünelim. Ailemizin hanesine giren ve ceplerimizden çıkan para miktarı yani aldığımızın ve verdiğimizin hesabını bilmek matematik temeline dayanıyor. Türk milleti olarak en çok zorlandığımız konu ekonomi yapmak iken, en küçük birim olan ailemizden başlayıp ülkemizin genelinde gözeteceğimiz en önemli kâinat yasası alma-verme dengesi olmuyor mu sizce de?
Bir an için günlük kaygılarımızın girdabından uzaklaştığımızı düşünelim. Derin bir nefes çekip oturduğumuz koltuktan kuş uçuşu yükseldiğimizi düşünelim. Ülkemizin mis gibi tertemiz kültür ve bolluk kokan havasını ciğerlerimize çekelim. Sonra gökyüzünden aşağıya baktığımızı hayal edelim. Bizi sıkıştıran endişe verici konular nasıl da bir toz zerresi misali önemini yitiriyor değil mi?
İşte böyle değerli kardeşlerim, kainattaki yerimizi bir anlık hatırlayış bile yüreğimizi ferahlatmak için yeterli. Birey olarak, toplum olarak ve ülke olarak varlığımızın çok daha yüksek bir boyuta ait olduğunu hissetmek sıkışık halimizi giderir. Ve kainattaki yasaları hatırlamamıza vesiledir.
Günlük sıkıntılara indirgenmiş Türk varlığını yüksek bilinç boyutuna bağlamak duygusal, bedensel, zihinsel açılardan sıçrayış yaşatıyor. Bunu sık sık ve düzenli meditasyonlar yapan biri olarak defalarca deneyimledim. Zihni berrak, bedeni dinç, ruhu özgür hisseden bir birey finansal dengesini de kolaylıkla tutturuyor diyebilirim. Bireysel olarak ailemizde ve ikili ilişkilerimizde kâinat kurallarına uymak bize Yaradan’ın hangi sonsuz hazinelerinin kapısını açar varın siz düşünün.
Yüksek boyut bilincine ait olduğunu kadim bilgilerden anladığımız alma-verme dengesini birey olarak topraklarımıza köklemek yani günlük yaşantımızda gözetmek toplumsal refahımızı direkt etkiler bana kalırsa. Ne dersiniz sizce de denemeye değmez mi? Haydi gelin bugünden itibaren her alışverişimizde dengeyi gözetelim. İster para olsun ister sevgi ve şefkat verdiklerimizin geri dönüşünü alıp almadığımıza bir dikkat edelim.
Lütfen yanlış anlamayın beni, fesat bir hesapçılık değil bahsettiğim şey.
Aldıklarımızın karşılığını vermeye elimiz varmıyorsa veya verdiklerimizin karşılığını alamıyorsak burada hakkaniyetten ve dengeden bahsedebilir miyiz?
Verdiklerimizin kıymeti bilinmiyorsa ve dengemiz alt üst olmuşsa daha ne kadar vermeyi sürdüreceğiz?
Bakım veren rolüne devam etmek gerçekten akılcı mı?
Belki de artık birey ve toplum olarak bakım veren konumundan özgürleşme vaktimiz gelmiştir. Bu konulardaki bakış açılarımızı gözden geçirmek bile uzun vadede bilançomuzu toparlayacak bir devinim yaratır. Nihayetinde bizi kâra bile geçirecektir buna eminim.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.