Farkındalık

Neşenin ezoterik tarihi 

Masallar, semboller, hikayeler, mitoloji, bilgelik ve astroloji ile neşenin ezoterik tarihine bakalım… 

“Tanrı her zaman şaka yapar” der Osho ve “Ciddiyet bir hastalıktır, ciddiyette ruhsal bir şey yoktur” diye sürdürür sözlerini. Özellikle Netflix’te yayınlanan belgeselde hakkında çok olumsuz şeyler söylense de Osho neşe üzerine kitap yazmış ve bu işi bilen bir bir filozoftur.  Meyve veren ağaç taşlanır misali Osho için söylenenlerin benzeri Einstein, Carl Gustav Jung, Freud, Tolstoy ve burada adını sayamayacağım kadar çok dünyada iz bırakmış düşünür, yazar, felsefeci, psikiyatrist, kanaat önderi için de söylendi. Hepsinin şahaneliklerinin yanında mutlaka defoları vardı ve hep de olacak. Çünkü dualite dünyasında kusursuzluğu aramak kusurun ta kendisi. Biz buraya öğrenmeye ve gelişmeye geldiysek elbette kusurlarımız olacak. Zaten her şeyi bilseydik ders diye bir şey olmazdı, konu biterdi. 

O yüzden ey okur, eğlenmeye bak, zarfa değil mazrufa odaklan, biraz koku sür, pencereden hava gelsin, biraz müzik dinle, kalbini neşeye aç. 

NEDENSİZ NEŞE SONSUZA DEK SÜRER

Yine şahsi tarihimde ilk aydınlanma rehberlerimden biri olan, 70 yaşındayken babama hediye ettiğim ilk Osho kitabını okuduktan sonra babamın bana “Eğer gençken bu kitapları okusaydım, hayatımı bambaşka yaşardım” dediği Oshocuğum demiş ki “Neşenin bir nedeni olduğu zaman, neşe uzun sürmez, ama nedensiz bir neşe sonsuza değin sürecektir.” Sonsuza değin süren neşe olabilir mi bilmem ama bu cümlenin daha doğru tarafı, neşenin, içten gelen ve aslında varoluşumuzun hamuruna katılmış, her daim içimizde, bilhassa kalbimizde olan, aslında istesek de kaybedemeyeceğimiz, sadece zaman zaman üzerinin keder istilalarıyla, gölgelerimizle örtüldüğü bir hal olduğuna inanıyorum. Arada kederli, neşesiz, mutsuz olabiliriz ama bu bizim hakiki tanımımız değil. 

O VARDIR, SADECE HATIRLAMAMIZI İSTER

Güneşte yalanan bir kedi, suyla oynayan bir çocuk, çiçeklerini koklayan yaşlı bir teyze, gün batımında sevgilisine sarılan bir aşık, bir nezaket, bir iyilik, bir güzellik gördüğümüzde içimizdeki neşe harekete geçer. O vardır, sadece bazen otomatik pilottan çıkıp onu haırlamamızı ister. O yüzden “Acı çekiyorsan bu senin yüzünden, eğer neşeliysen, bu da senin yüzünden, yalnızca sen kendinin cehennemi ve cennetisin” diyen Osho’dan sözü Mevlana’ya bırakıyorum. Diyor ki “Gül bahçelerine git.” Bu sözün mistik anlamlarının yanı sıra “Neşelen, kalbini kederle kapatma” da diyor aslında -ki gül de neşenin sembollerinden biridir-ve ekliyor: “Kalbinden bir şey yaptığında içinden bir ırmak akar.” Neşe akar ve bulaşıcıdır. Aslında neşenin en kestirme yolu bir başkası için bir nezakette bulunmaktır, deneyin, yanılmayacaksınız. Lord Byron, “Her zaman gül, en ucuz ilaç budur, varoluşun güneşli yanı neşedir” der. Hadi deneyelim.

MESELE ŞU: EĞLENİYOR MUSUN?

Tragedyaları kadar komedyalarıyla da ünlü, hayatın her iki yanını da onurlandırabilmiş Shakespeare, “Altında doğduğum yıldız dans ediyordu” diyerek baştan varoluşun kutsanmasına selam çakarken Osho’nun “İçten Gelen Mutluluk” kitabına biraz daha kulak vermeye ne dersiniz?  

“Ne olacağını düşünmeden yaşa, kaybeden mi kazanan mı olacaksın? Bunların bir önemi yok, ölüm hepsini alıp götürecek zaten. Mesele şu, oyunu iyi oynuyor musun? Eğleniyor musun? O zaman her an bir neşe anıdır işte. Çitin diğer ucundaki çimenler her daim sana daha yeşil görünecek. Ama bunun böyle olup olmadığını anlamak için öte tarafa sıçrayıp bakmaya çalışma, niye bunu yaparak her şeyi mahvedeceksin k?i! Ya düşündüğünden daha kötüyse her şey. Gel sana bir hikâye anlatayım. Zamanın birinde, pek gösterişli gıcır gıcır yeni bir jet kullanan genç bir pilot varmış. Birgün yine havada süzülürken şahane yeşil bir vadiden geçiyormuş. Yemyeşil vadi bütün görkemiyle altındaki masmavi nehirle birleşiyormuş. Pilot heyecanlanmış, “Görüyor musunuz’ demiş yolculara, “Ben küçük bir çocukken yalınayak tam da böyle bir vadinin dibindeki nehirde oyun oynar, küçük kayığımla balık tutardım. O zamanlar ne zaman havadan bir uçak geçse bir gün o havadan süzülen uçağın pilotunun ben olacağımı düşlerdim. Şimdi ise pilotum ve aşağıya bakıyorum, o nehirde balık tutmayı düşlüyorum.” 

İşte böyle, neşe tam da kalbimizde. Düşlerimizin hepsinin gerçek olmasını ve ancak o zaman neşelenmeyi beklersek, bir ömür boyu bekleyebiliriz. Beklemek neşeyi getirmez, eylem ve anda olmak, kalbinin sesini dinlemek getirir en çok. Beklemek neşeyi öldürür. Sabırlı olmak ile beklemek arasında bir fark vardır, sabır bir erdemdir ama sabırlı olurken de neşeli olunabilir. Bazen beklemen de gerekir çünkü bir projenin olgunlaşmasını, bir yemeğin pişmesini, bir okulun bitmesini… Orada sana sabır gerekir ama beklerken oyunda mısın? İşte mesele bu, o arada neşeni kaybetme, yolun sonuna takılma, yemek pişirken şarkı söyle, hayal kur, şenlen, bir bakarsın yemek pişmiş, okul bitmiş bile. 

NEŞE TANRIÇALARI: AŞK SANA NEŞELİYKEN GELECEK

Varoluşun temeline harç olarak atılmış neşe ve mutluluk kavramlarının elbette mitolojisi de olacaktı. Zaten bu yazı biraz da onun için yazıldı. 

Örneğin Antik Yunan mitolojisinde Euphrosyne, coşku, sevinç ve neşenin tanrıçasıdır. Zatı muhteremin ünlü Korfu Adası’nda Akihilleus’da bir heykeli vardır. Zeus ve Eurynome’nin kızıdır kendisi. Agalea ve Thaila kız kardeşleridir ki onlardan da bahsedeceğim. Meskeni ise elbette Olimpos’tur.

Eski Yunan’da çekicilik, güzellik, doğa, yaratıcılık, iyi niyet, doğurganlık gibi kavramları bünyesinde taşıyan her şey “Grace” olarak kabul edilirdi. Neşe tanrıçası Euphrsoyne’nin kızkardeşi Aglaea parlaklık, Thalia ise çiçek açma işlerinden sorumluydu. Her anlamda çiçek açma, kalbin açılması, çiçeğin açılması, kapıların açılması kalple beraber talihin açılması gibi pek mühim meslelerle o ilgileniyordu. Ve bütün bu güzel tanrıça kızların hepsi de güzellik tanrıçası Afrodit’in özelliklerinin bir parçasıydı. 

İroniye gel, güzel mi olmak istiyorsun, açık kalpli, neşeli ol, nezaketli ol, çiçeklen mesajı var. Afrodit zaten aşkın tahtında oturuyor, o zaman aşk sana neşeliyken gelecek. Mesajı anladın mı? O eski çocuk şarkısı ne kadar da doğru, “Neşeli ol ki hep genç kalasın, şu dünyadan zevk alasın.”

Şu bizim Euphrosyne’yi İtalyan Rönasans ressamı, Sandro Boticelli’nin Batı sanatının en tartışmalı resimlerinden biri olan ünlü Primavera’sında dans eden üç kızkardeş arasında görebiliriz. Yine neoklasik İtalyan heykeltraş Antonio Canova’nın yaptığı heykelde bu üç erdem yani üç kızkardeşin dansı ölümsüzleştirilmiş. Ünlü Paradise Lost’un şairi John Milton, L’Allegro şiirinde Euphrosyne’e seslenir; “Gelin kızlar beni melankolimden kurtarın” diye feryat eder.

Roma tanrıçalarına bakarsak Laetitia, -Laetitia Casta ile karıştırlmasın ki karıştırılabilir, o da bir tanrıça gibi güzel sonuçta- mutlu, memnun, şanslı, başarılı, verimli laeta kökünden türeyerek Roma mitolojisindeki neşe tanrıçası olarak yerini alır. Adı aynı zamanda mutluluk zenginlik ve bereketle birlikte anılır. Festivallerde çiçeklerden bir çelenk takmış olarak tasvir edilir. Roma paralarında bazen bir çapa ile resmedilir ki bunun anlamı asıl olarak istikrardır. Yani neşede bir istikrar yakalayın mesaji alttan alta…. Çelenk mi yapsak başımıza koysak? Kırmızı gül ya da bir çiçek iliştirilmiş saçlar daha neşeli değil mi? 

Neşenin klanı Gypsiler, çiganlar hep bunu yapmıyorlar mı? Bir çingene kızı saçına pek de güzel rengarenk çiçek takmıyor mu? 

Laetita tanrıça kızımız aynı zamanda “Felicitas Temporum”, yani Altın Çağ paralarında resmedilmiştir. Romalılara göre ayrıca iyi şans tanrıçası Felicitas, kader tanrıçası Fortuna’dan ayrılır. Felicitas yine Roma paralarında kişisel mutluluk tanrıçası olarak resmedilir. Onun başka sıfatları da vardır. “Felicitas Deorum” tanrıların şansı, “Felicitas Perpetua” sonsuz mutluluk, “Felicitas Temporum” ise zamanın şansı. Yani doğru zamanlama demek istiyor. Doğru zamanlama da önemli. Rahmetli Barış Manço’nun da şarkısında dediği gibi “Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” olmamak lazım diyeceğim ama neşe veriyorsa o da olabilir, niye olmasın ki! 

HADİ GÜLÜMSE, FELİCİTAS BİZE KIYAK YAPACAK

Tanrıça Felicitas nezaket, yardım, aşk, romans, neşe, başarı ve şansla birlikte anılırken, zatı şahanenin mottosu şudur: 

“Ne zaman biri bir diğerini güzel kelimelerle ve onun için iyi niyetle selamlasa ben devreye girerim, sana yardım ederim.” İşte yazının başında sözünü ettiğim bağlamayı Felicitas da doğruladı. Sağol Felicitas, çak bir tane… 

Hadi sokağa çıkıp, maskeleri sıyırıp birine iyi bir şey söyleyelim, bi gülelim, olmadı İnstagram’dan güzel bir fotoğrafla kalplere su serpelim. Felicitas bize kıyak yapacak. 

Diğer mitoltojilerde de neşe tanrıları ve tanrıçaları elbette var. Her kültür mutluluk ve neşe sembolizmine birini atamış doğal olarak. Hepsinden bu yazıda bahsedemesek de Keltik tanrıçası Gwen’i, Mısır tanrıçası Hator’u, Japon tanrıçası Hotei’yi sayalım. Hsi-shen de Çin neşe tanrıçasıdır ve ünlü kehanetler kitabı Iching’de bir hexagram olarak yerini almış ve mesajını iletmiştir. Brezilya’nın neşe tanrıçası Jarina da iyidir. Yunan tanrısı Komodia (muhtemelen komedinin babalarından) Slav tanrıçası Lada, Havai tanrıçası Lono’nun da adını geçirelim. Afrikalı Mawu da var tabii. Babil neşe ve mutluluk tanrıçası Siduri de bu yazıda yer alsın. Hint tanrıçası Nandi de. Aztekler için de Lakota’yı buraya koyuverelim. Kızım olsa adını Lakota koyardım. Pek bayılıyorum. 

SANAT, MÜZİK VE YARATICILIK

Hint Mitolojisi’ne gelince burada rotamı Sarasvati’ye çevirceğim. Bilgi, müzik, sanat, bilgelik, iletişim ve öğrenme tanrıçası kendisi. O da bir üçlemenin parçası, Lakshmi ve Parvati ile beraber hepsi Yaratma (Brahma), Sürdürme (Vishnu) ve Yok Etme (Shiva) üçlemesinin bir formu gibi. 

Neşenin kalpten gelmesinin yanı sıra sanat tanrıçası da denilen Sarasvati’yi bu yazıya koymamın en büyük nedeni sanatın, müziğin ve yaratıcılığın, kendini ifadenin neşe veren en önemlli olgular olduğunu anlatmak istememden dolayı. Evet, sanat insan ruhunu, insan varoluşu yüceltir ve anlamlı kılarken bizi neşenin de kaynağına götürür. Bunun astrolojik açıklamasını da yapayım. Astrolojide çocukları, sanatı, oyunu ve bütün yaratıcı, iyi karmayı, neşeyi bir doğum haritasında öz sahibi aslan burcunun olduğu 5. Ev gösterir. Öz sahibi aslandır ama her haritada yükselen burcundan ileriye sararsak 5. Ev değişir. O zaman 5. Ev’e hangi burç geliyorsa kişi yaratıcılığını, sanatını, neşesini o burcun niteliğine göre gösterir. Neşe yaratıcılık ve yaşam enerjisi ya kardeş ya da yakın akrabadırlar. Olmadı, kanki, bro ya da close friend’dirler. 

Doğrudan sanat, Carl Gustav Jung’a göre yaşam enerjisi olan, Çin kültüründe Chi, Hint kültüründe Prana denilen libidoyu harekete geçiyor ve o harekete geçtiğinde içten gelen bir neşe, yükselme başlıyor. O açıdan Sarasvati bu yazının içinde büyük bir rahatlıkla yerini aldı.

NEŞENİN OTORİTESİ JÜPİTER

Hazır astrolojiden biraz bahsetmişken, neşeden kimler ve neler sorumlu onu biraz anlatayım. Hayatımızdaki keyif ve mutluluk, sevgi ve yaratıcılık enerjisi için Venüs burcumuz önemlidir, ay burcumuz yine duygularımızı yönettiğinden neşemizde etkindir ama Güneş burcumuz elbette ateş elementinde (Koç, Aslan, Yay) ise, bir tık daha neşeye yatkın olma ihtimalimiz artar. Ateş aynı zamanda coşku ve neşeyle ilişkidir, fazlası da ego ve kibirle. Dünyaları ben yarattım fazına çıkma potansiyeli vardır. Biliyorsunuz şeytan da ateşten yaratıldı. Herkesin haritasında bir ateş elementi vardır, neşe için o ateş bölgesini canlandırın biraz. 

Ama öte yandan neşe ile ateş elementinin, sonra da hava elementinin bir hayli yakınlığı vardır. Ancak neşenin en önemli otoritesi Jüpiter’dir. Kendisi neşe, bolluk, büyük şans gezegenidir, canım Jüpiterim. Jüpiter’in en büyük özelliği her şeye iyi tarafından bakmasıdır, öyle ki sonunda o iyilik gelir onu bulur. İyi düşünür, iyi olur. Dolayısıyla haritalarımızdaki Jüpiter’in konumu, burcu ve transitleri neşe ve mutluluk kapasitemizle pek ilgilidir. Merkür’ün de dolaylı olarak neşeyle ilgisi yapısından gelen merak özelliğinde gizlidir. Eğer sağlıklı, gölgeye ve şüpheye düşmeyen bir merakınız, iyi bir Merkür etkiniz varsa, hayatı merak eder, yeniliklere açlır ve neşenizi bulusunuz. Mars’a gelince, onun dolaylı neşeye katkısı şöyledir: Mars eylemlerimizi, hareket enerjimizi de gösterdiğnden iyi bir Mars bol hareket getirir ve harekette de bereket vardır. Elbette Venüs, Güneş, Ay, Merkür, Mars, Jüpiter hepsi okey de bir tek gezegen bunlara terso bakan bir açı yaparsa neşemiz kaçar. O gezegen zamanın efendisi, yaşam derslerinden sorumlu yaşlı gezegen Satürn’dür. Tekâmül çekiciyle bizi döve döve olgunlaştırarak yaşlandırarak, neşe kaçırarak adam-kadın eder. Hiç müdanası yoktur, ciddilikten ölecek gibidir, gayet soğuktur. O nedenle demin bahsettiğim ateş enerjisini de soğuk ve nemli doğasıyla hacamat eder. Satürn zorlu açıları işte bunu yapar, peki bundan kaçmanın yolu yok mu? Cevap veriyorum, yok ama şu var; ona rağmen ve onlarla beraber neşeyi bulmak ve yaşayabilmek mümkündür, canım dergimizin adı gibi. İşte insan bunu öğrenebildiğinde, içten gelen o bilinçli neşesini bulur, ona yumoşlar gibi sarılır, yatar uyur. 

Satürn’e rağmen nasıl neşemizi bozmayız, işte bunu anlatan bir hikâye anlatayım size.

80 YAŞINDA GELEN MUTLULUK

Bir zamanlar yeşillikler içinde bir köyde yaşayan bir yaşlı adam vardı. Belki de dünyanın en şanssız insanıydı o. Bütün köy halkı yaka silkmişti ondan. Çünkü hep kötümser, hep neşesizdi. Ağzından iyi bir söz çıktığını duyan olamamıştı bugüne kadar. Yaşlandıkça dilindeki zehir de arttıkça artmıştı. İnsanlar ondan kaçıyordu, onu gördüklerinde yollarını değiştiriyorlardı çünkü adeta mutsuzluğu, neşesizliği hatta talihsizliği bulaşıcı gibiydi. Yanında biraz neşeli birini görse hemen onu aşağılamaya başlardı. Çevresindeki her şeye ve herkese mutsuzluk yayardı. Fakat bir gün yaşlı adam tam 80 yaşına bastı. İşte tam o gün yani yaşlı adamın 80’inci doğum gününde inanılmaz bir şey oldu. Yaşlı adam hiç olmadığı kadar neşeli ve mutlu görünüyordu. Hanidiyse bütün köyün en neşeli adamı o olup çıkmıştı sanki. Hemen söylentiler fısır fısır kulaktan kulağa bütün köye yayıldı. Herkes şaşkınlıkla, “Bugün yaşlı adam mutlu, hiçbir şeyden şikâyet etmiyor. Gülüyor, konuşuyor. Hatta yüzüne bir neşe gelmiş, adeta gençleşmiş” diye konuşmaya başlamıştı. İnsanlar, bu adama ne oldu diye merak ediyorlardı. Çok geçmeden bütün köy ağaçlıklı meydanda toplanıp yaşlı adamı da çağırıp meydanın tam ortasına oturttular. Herkes çember olmuş, merak içinde gözlerine inanamayarak yaşlı adama bakıyordu. En sonunda dayanamayıp sordular: “Ne oldu da sen bu kadar neşeli ve mutlusun şimdi?” Yaşlı adam gülümsedi, bütün köy adamın gülümseyen yüzüne ağzı açık bakakaldı. 

Yaşlı adam cevap verdi: “Özel bir şey olmadı. Seksen yıl boyunca mutluluğun peşinden koştum, aradım bulamadım. Ve birden mutluluk olmadan yaşamaya ve sadece hayatın tadını çıkarmaya karar verdim. İşte bu yüzden mutlu ve neşeliyim. 

Bu hikâye işte bize neşeyi anlatmıyor mu? Bekleme, olanın tadını çıkar. Kalbini neşeye aç, şarkı söyle, hikâye anlat, hikâye dinle, gül ve oyunun tadını çıkar.  

Zira Einstein’ın dediği gibi “Hayat bisiklete binmeye benzer, dengeyi korumak için hareket etmeye devam etmelisin.”

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

kevser-aycan-saroglu
Kul, insan, kadın, gazeteci, yazar, editör, yazar kâşifi, rüya avcısı. Amerikan Dili ve Edebiyatı mezunu. Medya sektöründe çok uzun yıllar muhabir, editör, köşe yazarı olarak görev yaptı. Halihazırda büyük bir yayınevinde yayın danışmanlığı yapıyor. Kendisini ‘ebedi hayat öğrencisi’ olarak görüyor.