Kitap

Yaratıcılık Neydi? Yaratıcılık Emekti…

Yaratıcılık Neydi? Yaratıcılık Emekti…

Öğrenme Tasarımcısı ve Eğitmen Ömür Doğan’ın yaratıcılık ve yaratıcı düşünme üzerine kaleme aldığı Bir Ömür Yaratıcılık-Yaratıcı Yaşam Rehberi kitabını ilgiyle okudum. Kitapta yaratıcılık ile ilgili pek çok yaratıcı tanım ve çözümleme var. Ömür Doğan Mümkün Dergi röportajımızda da müthiş bilgiler paylaştı. Doğrusu ben okumaya doyamadım: hayal gücünü daha fazla kullanmak, fikri en azından başlangıçta öldürmemek, fikirlerden başka fikirleri doğurmak ve fikirleri somutlaştırarak prototipler yapmak, bunlardan sadece bazıları.

Sola Unitas Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alan Bir Ömür Yaratıcılık-Yaratıcı Yaşam Rehberi sizin için de hoş bir hafta sonu okuması olabilir.

FİKİRLER, FİKİRLERİ DOĞURUR, FİKİRLER FİKİRLERİ YARATIR: YARATICILIK BÖYLE ORTAYA ÇIKAR.

Uzun yıllar boyunca yaratıcılık çalışan bir isimsiniz. Hazır sizi bulmuşken sizden bir yaratıcılık tanımı alabilir miyim?

İlk sorunun bu kadar zor bir yerden geleceğini tahmin etmemiştim ama sanırım biraz hazırlıklıyım bu soruya. Çünkü yaratıcılığın, insanın evrenden ve o evrenin bir parçası olarak insanlıktan aldığını çoğaltarak tekrar evrene ve insanlığa geri vermesi olduğunu düşünüyorum. Ve devam edersem yaratıcılık, insanın aldığını vermek için kendisiyle yüzleşmesidir diyebiliriz. Yani bütün bu evrenin ve büyük insanlığın bir parçası olduğunu fark etmesi… Yaratıcılık aslında bağ kurmaktır, içinde yaşadığımız evrenle ve diğer insanlarla bağ kurmak, o dünya ile değişmek ve dünyanın değişimine katkıda bulunmak. Yaratıcılık, insan zihninde de böyle çalışmaz mı? Beynimizde yepyeni bağlantılar kurmak, var olanları eğip bükmek, değiştirmek ve yeni bir şeyler ortaya çıkarmak şeklinde…

Yaratıcılık nedir, sorusuna kitapta şöyle bir açıklama da katmışsınız, “Yaratıcılık bir verim, değer, fayda ya da hâkimiyettir.” Yaratıcılıkla ilgili en büyük yanılsama sürecin bu kısmında yaşanıyor sanırım. Yaratıcı faaliyetlerin oluşturduğu değer ve fayda… Yaratıcı bir fikrin iyi bir fikir olmasının altında neler yatıyor?

Öncelikle burada altını çizmeye çalıştığım şey yaratıcılığın kafada başlayıp kafada biten bir şey olmadığı. Yani kafanızda muhteşem yaratıcı görünen bir fikir uygulandığında pek de öyle olmayabilir. Ya da kafanızda muhteşem görünen bir fikir, uyguladığınızda da size hala muhteşem görünebilir ama diğer insanlar tarafından bambaşka algılanabilir. Sizin yaratmaya çalıştığınız faydanın tam tersi bir sonuca yol açabilir.

Yaratıcı bir fikrin iyi bir fikir olmasının altında, o fikrin daha derinlikli bir düşünce sürecinin sonucu olması yatıyor. Bunu özellikle çok önemsiyorum. Çünkü biliyorsunuz bizim ülkemizde her sorun çözen fikre yaratıcı fikir deniyor. Hatta işte “Biz Türkler çok pratik zekâlıyız” diye bir şey var. Oysa pratik zekâ ve pratik zekâ ile bulunan çözümlerin çoğu ya günü kurtarıyor ya sorunu öteliyor ya da daha büyük başka bir soruna dönüşüyor.

Dolayısıyla iyi bir fikir, var olanı daha ileri taşıyor mu bu çok önemli. Ne demek ileri taşımak? Daha kolay mı? Daha etkili mi? Bunlar da evet ama ek olarak bence şu: Bir fikrin kendisinden sonraki adıma katkısı var mı? Yani üretken bir fikir mi?

Bir başka boyutu ise dünyamızın kaynaklarının sürdürülebilirliğine bir katkısı var mı fikrin. Yoksa dünyanın en iyi fikri de olsa bana göre yaratıcı ve iyi bir fikir değildir. Harika bir gözlük tasarladım hem estetik hem çok şık hem çok kullanışlı hem de insan gözü için çok uygun. Ama onu yapmak için normal bir gözlük yapmanın 10 katı enerji, 10 katı atık kullanıyorsak, o gözlük yaratıcı bir gözlük değildir bence.

Dördüncüsü, az önce söylemiş oldum: estetik olmalı. Estetik olan nedir, biliyorum, bu çok tartışmalı bir konu ama genel olarak, insanlığın evrensel değerleri düşünüldüğünde en azından “güzel” olmalı ve bir duygu yaratmalı!

YARATICI ÖZGÜVEN

Fikirden eyleme geçiş esnasında “Yapmak aynı zamanda yaratıcı düşünmenin sınanma aşamasıdır,” diyorsunuz. Bize biraz bu sağlama ve sınanma yolculuğunu anlatabilir misiniz?

Benim eğitimlerimde en sık kullandığım cümlelerden biri “hayat öyle değil” şeklindedir. Hayat, gerçek ve pratik anlamda bambaşka bir şekilde akar. Birine âşık olursunuz, gidip konuşmaya karar verirsiniz, kafanızda onlarca cümle kurarsınız, ayna karşısında söyleyeceklerinizi çalışırsınız, bir sürü güzel cümle, bir sürü detay üzerine düşünürsünüz ama o kişinin karşısına geçtiğinizde hiçbir şey düşündüğünüz gibi olmaz. Çünkü hayat öyle değildir, hayat zihinde tasarlanabilir bir şey değildir. Hayat sürekli kendini gerçeklikle, pratikle sınamak zorundadır.

Dolayısıyla sürekli olarak kafanızdakileri sınamanız gerekir. O anda size ve belki çevrenizdekilere çok yaratıcı gelen bir fikrin gerçekten yaratıcı olup olmadığını anlamak için onu uygulamak gerekir. Bunun yanı sıra yaratıcı bir fikrin henüz zamanı gelmemiş de olabilir. Böyle onlarca örnek var. Zamanında işe yaramamış pek çok yaratıcı ürün, üzerinden zaman geçip şartlar olgunlaştığında işe yarar hale gelebilir. Bunu sanatta ve edebiyatta da görüyoruz. Yapıldığı dönemde pek anlaşılamamış birçok eser, üzerinden yıllar geçtikten sonra değer kazanabiliyor.

Bu yüzden yaratıcılıkta “Ben yaptım oldu” gibi bir şey mümkün değil. “Ben yaptım, oldu mu olmadı mı onu pratik gösterecek” diyebiliriz.

Üstelik bu süreç tekrarlı bir süreç. Yaparsınız, ortaya koyarsınız, sonra gelen geri bildirimlerle o ortaya koyduğunuz şeyi yeniden yaratır yeniden ortaya koyarsınız ve bu böyle sonsuza kadar gider. Zaten yaratıcılıkta son diye bir şey yoktur. Hep söylediğim gibi yaratıcılık bitimsiz bir süreçtir ve süreç her zaman sizde başlayıp sizde bitmez. Siz bir fikir ortaya koyarsınız, bir eser yaratırsınız, onu birisi alır başka bir şeye dönüştürür, siz başka birinin yaptığını alır bambaşka bir şeye dönüştürürsünüz.

Ama bütün bunların olması için temel şart, yaratmak için yapmak zorunda olmamız!

FİKİRLERİ İLK HALİYLE YARGILAMAYA ÇOK ALIŞKINIZ

Yaratıcı fikirlerin geldikleri gibi gittiğini düşünüyorum. Böyle olunca canım fikirler, yenilikler, çözümler uçuşup kayboluyor. Harekete geçmek konusundaki engellerin neler olduğunu gözlemliyorsunuz? Neden bazıları harekete geçiyor da bazılarına “Valla bu benim de aklıma gelmişti” demek düşünüyor?

Öncelikle harekete geçmenin ilk adımı bence fikirleri yazmak. “Dâhilerin defterleri yoktur, defterlerin dâhileri vardır.” Bütün yaratıcı insanların ortak özelliklerinden biridir bu, akıllarına geleni bir şekilde somutlamak isterler. Hiçbir şey yapamıyorlarsa bile ya yazarlar ya da çizerler. Ama en güzeli yapılabilir bir şeyse o fikrin bir prototipini yapmak, legoları kullanarak anlatmak, oyun hamurundan maketini yapmak vs.’dir.

HİÇBİR FİKRİ, ÖLDÜRMEMELİYİZ: ÖZELLİKLE DE BAŞLANGIÇTA

Şimdi bunu yaptıysak yani artık fikirleri en azından hatırlıyorsak, neden harekete geçmiyoruz kısmına gelebiliriz. Bunun en büyük nedeni özgüven eksikliği bence. Ben eğitimlerimde katılımcılara birbirlerinin resmini çizdiriyorum. Buraya kadar genelde sorun yok. Hocam benim resmim kötü diyen bile bir şekilde resim çizmeyi deniyor. Ama hadi çizdiğiniz resimleri gösterin dediğimde, bin bir özür devreye giriyor. “Hocam göstermesem, çok kötü çünkü”, “Arkadaşım kusura bakma. O kadar kötü ki, resmim kötü yani, o yüzden göstermesem olur mu?” gibi cümleler duyuyoruz. Yani biz aslında yaratmaktan değil, yarattıklarımızı paylaşmaktan çekiniyoruz. Çünkü en büyük yaratıcılık engellerinden olan, eleştirilme, alay edilme korkusu ve toplumsal baskıdan kaçıyoruz.

Dolayısıyla ilk ihtiyacımız olan şey yaratma cesareti. Bir diğeri ise yarattığını gösterme cesareti. Özetle yaratıcı bir özgüven.

İkincisi, yarattığımız şeyleri paylaşmaya değer bulmuyoruz çünkü fikirleri ilk haliyle yargılamaya çok alışkınız. Halbuki çok az yaratıcı fikir ilk haliyle yaratıcıydı. Fikirler, fikirleri doğurur, fikirler fikirleri yaratır ve yaratıcılık böyle ortaya çıkar. Tersinden… hem eğitim sistemi içinde hem de iş yaşamında fikirleri öldürüyoruz. Bir şey ya öyledir ya öyle değildir. Testin tek cevabı vardır. Oysa yaratıcılıkta tek cevap diye bir şey yoktur. Bu yüzden hiçbir fikri, özellikle de başlangıçta öldürmemeliyiz.

Bununla bağlantılı olarak, yaratıcı fikrin, öyle bir anda akla gelen parlak bir fikir olduğunu zannediyoruz. Bu yüzden bir anda ampul yanar, parlak bir fikir söylersin ve herkes bunu kabul eder zannediyoruz. Oysa, bir fikri olgunlaştırmayı, üzerine düşünmeyi, ilk aklımıza gelen halinden ileriye doğru o fikri biraz zorlamayı, bu konuda biraz yazıp çizmeyi, çevremizdeki insanlara açıp onların fikrini almayı ve bütün bunları yaptıktan, fikri olgunlaştırdıktan sonra paylaşmayı deneyebiliriz.

Günün sonunda, sadece yaratıcı fikir bulmak yetmez, o fikri satabilmelisiniz de… Bir de bu bize zor geliyor, fikri satılabilir hale getirmek, onu insanlara anlatmak, ikna etmek… Haliyle başkaları bunu yapıyor ve bize de “Valla bu benim aklıma gelmişti” demek kalıyor.

“İNSAN BEYNİ HAYAL GÜCÜ SAYESİNDE OLANI DAHA OLMADAN ÖNCE, OLASI TÜM HALLERİYLE GÖREBİLİR.”

Kendi kendimize oynayabileceğimiz pek çok oyun var kitabınızda. Birkaç tanesini Mümkün okurlarıyla paylaşabilir misiniz?

Benim en sevdiğim ve herhangi bir konuda bir fikre ihtiyacınız olduğunda beyninizdeki çağrışımları çoğaltmak için oynayabileceğiniz klasik bir kelime oyunu olacaktır. Rastgele bir kelime seçin ve bunu söyleyin, sonra onun son harfiyle başlayan başka bir kelime daha söyleyin, sonra yeni kelimenin son harfiyle başlayan yeni bir kelime daha. Mümkünse bu kelimeleri yazın, ki aynı kelimeyi bir daha söylemeyesiniz ve bu sizi biraz zorlasın. Eğer daha da zorlanmak isterseniz, kelimeleri her defasında baştan başlayarak sırayla söyleyin.

Örneğin, elma, arı,

Elma, arı, ırmak,

Elma, arı, ırmak, kale,

Elma, arı, ırmak, kale, ela… gibi.

Yine bir başka zorlaştırma yöntemi zaman sınırı koymak olacaktır. Örneğin beş dakika içinde bu şekilde kaç kelime yazabileceğinize bakabilirsiniz.

Farkındaysanız, bu oyunu bir şirket toplantısında, arkadaş ortamında, herhangi bir yerde de keyifle oynayabilirsiniz. Bu oyunu oynadığınızda beyninizde birbiriyle alakasız bir sürü kelime dolaşacak ve bu da sizin çağrışımsal düşünmenize neden olacaktır. Eğer bu oyunu oynamadan önce yaratıcı bir fikir bulmaya çalışıyorsanız, hatta o fikre biraz yoğunlaşmışsanız, beyniniz hem biraz rahatlayacak hem de o rahatlama anında bu kelimelerle serbest çağrışımlar kurup yaratıcılığınızı artıracaktır.

Yaratıcılık faaliyetinin nasıl başladığını düşünüyorsunuz? Beynimizde/zihnimizde ne/nasıl başlıyor?

Aslında yaratıcılık beynimizde her an var. İnsan ile hayvanları ayıran en temel fark, beynimizdeki prefrontal korteks. Bu bölüm aynı zamanda hayal gücümüzün de kaynağı. Hayvan beyninde dışarıdan gelen veri ile o verinin anlamlandırılması arasında fiziksel olarak bir beyin bölgesi yok. Ama insanda, gelen veri ile o verinin değerlendirilmesi arasında prefrontal korteks var.

Bir koyun için ot sadece yemektir. Açsa yer, değilse yemez. Oysa insan için ot, yeşildir, doğadır, üzerinde futbol oynamaktır, koşmak, oyun oynamaktır, parktır, çocukluktur ve daha bir sürü şeydir. Dolayısıyla insan ota bakınca pek çok şey görür.

Üstelik insan beyni hayal gücü sayesinde olanı daha olmadan önce, olası tüm halleriyle görebilir. Örneğin bir tahta parçasına bakıp onun içinden onlarca kibrit çöpü ya da kürdan görebilirsiniz. O tahta parçasına bakıp bir kapı stoperi, bir mandal, bir yakacak da görebilirsiniz.

İşte bütün bunlar aslında yaratıcılığımızın da kaynağı ve insan beyni aslında her an bir sürü bağlantı kuruyor. Diğer yandan gün içinde herhangi bir konuya odaklanmadığımız pek çok an, özellikle uykuda beynimiz dağınık moddadır. Bu modda beynimizde sürekli olarak birbiriyle alakalı alakasız fikirler çarpışır durur. O yüzden özellikle duşta, tuvalette, uykudan uyandığımız anda aklımıza bir sürü yaratıcı fikir gelir.

Yaratıcı süreç bu düşünceleri fark ettiğimiz anda başlıyor.

“BİR ŞEYİN HER ŞEYİNİ NE KADAR ÇOK ÖĞRENİRSENİZ, O KONUDA YARATICI OLMA OLANAĞINIZ ARTAR”

Derinleşmek hakkında neler söylersiniz?

Çoğu zaman yaratıcı bir ürüne bakınca, çok basit görünür. Aslında onun altında yatan, onu ortaya çıkaran zihinsel süreç çok derindir. En klasik örneği, Arşimet’in bulduğu kaldırma kuvveti, çok basittir öyle değil mi? Ama o zaman çığır açmıştı. Ve Arşimet onu hamamda durduk yere bulmadı. Kafasında bir problem vardı, o problemi çözmek için bulabildiği her şeyi okudu, araştırdı, sordu, soruşturdu. Yani derinleşti. O derinleşmenin sonucunda o fikir aklına geldi.

Dolayısıyla aslında bir konuda ne kadar çok derinleşir, bir şeyin her şeyini ne kadar çok öğrenirseniz, o konuda yaratıcı olma olanağınız artar. Ancak elbette sadece o bir şeyin her şeyini öğrenmek yetmez, yaratıcılık için her şeyin de bir şeylerini bilmek gerekir ki beyninizde yaratıcı olmak istediğiniz ve derinleştiğiniz konuda çarpışacak, bağ kuracak bir şeyler olsun.

Yaratıcılığın önündeki en büyük engeller neler?

Bu konuda hem içsel hem de dışsal engeller sayabiliriz. Hatta bazen bunların iç içe geçtiğini söyleyebiliriz. Yani dışımızdaki engelleri içselleştiririz ve biz kendi kendimizi engellemeye başlarız.

Örneğin sıradan olmayı, aykırı olmamayı, uyumlu olmayı ifade eden konformizm ya da uyguculuk dediğimiz şey tam da böyle bir şey ve yaratıcılığın önündeki en büyük engel. Toplumsal baskı, “Aman öyle yapma”, “Aman böyle yapma”, El ne der?”, “Gün ne der?” sözleri, bizi sıradanlığın dışına çıkmak konusunda engeller. Çünkü toplumun bir parçası olarak o toplumdan dışlanmak istemeyiz. Var olan toplumsal yapıya uyar, o toplumsal yapı tarafından kabul edilmek için belirli bazı kalıplara gireriz. Zaman geçtikçe, o kalıplardan çıkmak istesek de çıkamayız.

“EĞER BELİRSİZLİĞE TAHAMMÜL EDEMEZSEK, HEMEN BİR KARARA ULAŞMAYA ÇALIŞIRSAK YARATICILIK ENGELLENİR.”

Bir başka engel eleştirilmekten ve yanlış yapmaktan korkmak, alay edilmekten ve utanç duymaktan kaçmaktır. Eğer aklımıza gelenleri hayata geçirmezsek bu yaratıcı bir fikir olmaz. Çünkü yaratıcılıkta yapmak, uygulamak, kafamızdakini somutlayıp gözle görülür hale getirmek çok önemlidir.

Belirsizlikle yaşamak zor ve yaratıcılık için belirsizliğe tahammül etmeli, hemen bir karara ulaşmamalıyız. Eğer belirsizliğe tahammül edemezsek, hemen bir karara ulaşmaya çalışırsak yaratıcılık engellenir. Özellikle iş hayatında yaratıcılığı en çok engelleyen şeylerden biridir bu.

Her sorunun tek cevabı olduğunu düşünmek de yaratıcılığın önünde bir engeldir. Bize eğitim sistemi bunu öğretti öyle değil mi? Her sorunun tek cevabı vardır! Oysa hayatın karşımıza çıkardığı problemler öyle değildir. Bir sorun vardır ve bir sürü çözüm…

“BİR ŞEYİ ANLAMAK DEMEK, O ŞEYİ ANA GETİRMEK DEMEKTİR”

Kitabınızda spontanite/kendiliğindenlik konusuna da değinmişsiniz. Doğrusu karşılaşınca ben çok heyecanlandım. Spontanite nasıl oluşur? Kendiliğindenlikte nasıl kalınır? Tam oralar, nasıl daha verimli kullanılır?

Evet çünkü spontanite aslında yaratıcılığın ortaya çıktığı yerdir. Spontanite, şimdi ve burada, anda olmak demektir. Yani her ne yaşıyorsanız onu hissetmeniz, bedeninizle ve zihninizle o anın içinde olmanız demektir. Geçmiş ve geleceğin olmaması değil, geçmişi ve geleceği şu anın içinde anlamaktır. Biliyor musunuz, “an” kelimesinin TDK sözlükteki karşılıklarından biri de zihindir. Yani bir şeyi anlamak demek, o şeyi ana getirmek demektir.

Bunun için yargılamayı ve yargılayan zihni en azından bir süre susturup anlama zemininde ve anlayan zihinde olmamız gerekir. Bunu yaparsak zihnin yaratıcılık modunu sonuna kadar açmış oluruz.

Ve kendiliğindenlikte kalmanın en kolay yolunu söyleyeyim size, “Şu anda neredeyim ve ne yapıyorum?” diye sorun kendinize. Sadece bu soruyu sormak bile sizi spontane hale getirecektir.

Bir Ömür Yaratıcılık’ta yaratıcılığın teknik, romantik ve mindful özelliklerinin oldukça detaylı bir biçimde incelenmiş olmasını çok faydalı buldum. Bu açıdan kitabınızın da yaratıcı bir editoryal kurgusunun olduğunu söyleyebilirim. Üstelik akışı, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu üzerine oturtmuşsunuz. Bu da hem okumayı kolaylaştırıyor hem de anlam katkısı sunuyor. Hadi o cevaplaması çok zor soruyu sorayım, bu fikir nereden aklınıza geldi?

Aslında yaratıcılık zaten var olan bir şey. Göz önünde olan şeyleri ortaya çıkardığımızda ise yaratıcılığa ulaşıyoruz. Sanatçı olmaya çalışan herhangi bir genç düşünün. Sanatçı olması, bunun okulunu okuması, hayallerinin peşinden gitmesi için gerçekten de kahramanın yolculuğuna benzer bir çileli yolculuğa çıkması gerekir. “Aman evladım, git mühendislik oku, yine sanatınla uğraş” diyen mi dersiniz, “Sanat karın doyurmaz” diyen mi? Bu yüzden aslında mühendislik, doktorluk vs. okumuş onlarca yazar, sanatçı, müzisyen var.

Hadi bunu geçtim, bir ortamda farklı bir şey söyleyen birine bile tahammül edilmiyor. Sıradan dünya, hepimizi sıradanlaştırmak için elinden geleni yapıyor.

Ama güzel tarafı şu ki, zorlu da olsa, tüm kahramanların yolculuğu gibi öğretici ve sonu ödülle biten bir yolculuk yaratıcılık yolculuğu.

Hayal etmek ile yaratıcılık ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hayal etmek, yaratıcılığın kaynağı ya da başlangıç noktasıdır diyebiliriz. Gördüklerimizin ötesini zihnimizde önceden görebiliyoruz ve bu muhteşem bir şey. Bir şeyi olmadığı haliyle veya olmadan önce zihnimizde canlandırabiliyoruz. 

Bence yaratıcılıkta süreç şöyle işliyor. Önce maddi dünyadan verileri topluyor zihin. Sonra o topladığı verileri zihinde yeniden yaratıyor; eğiyor, büküyor, başka şeylerle birleştiriyor, ters çeviriyor vs. Bu zihinde yaratma sürecine eskiden sahip olduğu verileri ve olası olanları ekliyor ve yepyeni bir şeyler ortaya çıkarıyor. İşte bu “hayal etmek” dediğimiz şey.

İşte yaratıcılık da tam bu zihinsel üretimin, önce aklımıza sonra dilimize sonra da elimize avucumuza gelmesiyle ortaya çıkıyor.

Kitabınızda yaratıcı düşünme tekniklerine de yer vermişsiniz. Bu kısmı büyük bir ilgiyle okudum. Da Vinci Yöntemini okurlarımız için burada anlatabilir misiniz?

Tabii. Leonardo da Vinci’nin düşünmesinin 7 ilkesi hem öğrenmek hem de yaratıcı fikir üretmek isteyenler için çok değerli.

  1. Curiosita: Sınırsız bir merak.
  2. Demostrazione: Deneyim yoluyla bilgiyi test etmek ve uygulamak.
  3. Senzazione: Deneyime beş duyunun dahil olduğu, dış dünyayı içimize aldığımız aşamadır.
  4. Sfumato: Belirsizliği ve kararsızlığı kucaklamak.
  5. Arte/Scienza: Bilimi ve sanatı dengelemektir. Duygular ve hayal gücü ile mantığı birleştirmek veya dengelemektir.
  6. Corporalita: Bedeninizi tüm yönleriyle kullanabilmektir.
  7. Connessione: Bağ kurmak, ilişkiler oluşturmak ve yaratma.

Yaratıcı bir fikre ihtiyacımız olduğunda bu 7 ilkeyi elimizde bir kontrol listesi gibi düşünebiliriz. Örneğin, yeterince meraklı sorular sordum mu? Aklımdan geçenleri nasıl somutlayabilirim, nasıl test edebilirim? Bu sürece bütün duyularımı katabiliyor muyum, eksik bir duyu var mı? Başka neyle bağ kurabilirim? Bedenimi bu sürece nasıl katabilirim gibi.

Bu 7 ilkeyi dikkate alarak merak edip araştırdığımız, deneyimleyip deneyimlerimize duyularımızı kattığımız, bu süreçte belirsizlikle baş edebildiğimiz, belirsizliğin içine sanatı ve bilimi de kattığımız, hayal gücümüzü kullandığımız, bedenimizi tüm yönleriyle kullandığımız sürecin sonunda geldiğimiz yer, bağ kurmak, ilişkiler oluşturmak ve yaratmaktır.

Bizleri yaratıcılık ile ilgili teşvik edecek olsanız, ne söylerdiniz?

Aslında çok şey söylemem mümkün ama yaratıcılıkta amaç basit ve sade olanı bulmaktır biraz da. Bir de yaratıcılıkta “çalmak” mübahtır. O yüzden iki değerli isimden iki şeyi çalarak cevap vereceğim bu sorunuza.

Birincisi Abraham Maslow’un dediği gibi “Eğer bile bile gücünüzün yettiğinden daha azını olmayı planlıyorsanız sizi uyarıyorum, hayatınızın geri kalan kısmında mutsuz olacaksınız. Kendi yeteneklerinizden ve olanaklarınızdan kaçıyor olacaksınız.” Yaratıcılık hepimizin sahip olduğu, doğuştan gelen bir yetenek ve kullandığımızda hem yaşamla daha derin bağlar kuruyoruz hem de haliyle mutlu oluyoruz. Tabii işimizde ve hayatımızın her alanında “başarılı” olmak da cabası…

İkincisi, saçmalamaktan ve mantıksız olmaktan korkmayın. Hem Nobel hem de Oscar alan benim bildiğim tek isim olan Bernard Shaw’a başarısının sırrını sorduklarında verdiği cevap “mantıksız olmam” şeklinde olmuş. Çünkü, der Shaw, “İlerleme başkalarının erişilemez/yapılamaz diye reddettiği hedeflere yönelen mantıksız kişilerin varlığına bağlıdır. Mantıksız olarak niteleyebileceğimiz hedefler özel ve kamu sektöründe büyük başarıları ve buluşları beraberinde getirir.”

Son olarak, dergimizin klasik sorusunu da sorayım, “Sizin için neler mümkün?”

Hepimiz olduğumuzdan daha fazlasıyız aslında. Kendimizin daha fazlası ise yaratıcılık ve öğrenmeyle mümkün. Öğrenebiliyor ve öğrendiklerinizle bir şeyler yaratabiliyorsanız, bir ömür her şey mümkün.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

serda-kranda-kapucuoglu_
Kitap projeleri, yayın danışmanlığı, yazar koçluğu ve geliştirici editörlük yapıyor. Jungian Koç. Birdenbire adlı ilk romanını 2022’de yayımladı. Kurucusu olduğu ZB Akademi’nin Serda Kranda Akademi markası altında hem kurumlar hem de bireyler için editörlük ve yazarlık atölyeleri düzenliyor, editoryal danışmanlık veriyor. 21 Gün Okuyanları adlı okuma kulübünün kurucusu. Mümkün Dergi’nin ve 360 derece editörlük ve yayın danışmanlığı hizmetleri veren Mümkün Ajans’ın kurucu ortaklarından. Edebiyat, felsefe, mitoloji ve psikolojiyle ilgileniyor. 1979 İstanbul doğumlu. Evli, kedili ve iki kız annesi.