Farkındalık

Zerrenin Hesabı: Minnettarlık

Geçen gün bir arkadaşımla online kahve içiyorduk. Ne yapalım, o başka bir şehirde yaşıyor; anca bu kadarını yapabiliyoruz. Söz döndü dolaştı helalleşmeye geldi. Bu helalleşme meselesi de benim için çok önemli bir mesele.

Sadece minnettar olanlar helalleşebilirler

Minnettarlık yaşamı düzenleyen ve hem pozitif psikolojide hem de felsefede önemli yer tutan çok kapsamlı bir kavram. Geçen gün düşündüm, hani bazı aşılar vardır insanı kitlesel hastalıklardan korur. Acaba dedim, nankörlük aşısı olsa yaptıran olur muydu, minnettarlık vitamini olsa alan olur muydu? Efervesan nezaket tableti ya da vefa ampulü olsa kırıp içen bulunur muydu? Rağbet görür müydü bu şeyler?

Hani biz bir fidanın güller açan dalıydık bir vakitler?

Ne çok şey çarpık yapılandı içimizde. Bunlardan ilki ve en önemlisi, ben değerliyim oldu. Kendi değerimizi bileceğiz diye narsistik örüntülere mi düştük yoksa? Oysa her şey zıttıyla kaimdir derler. Zıtlık illaki siyah ve beyaz, iyi ve kötü, acı ve tatlı değildir. Zıtlık bize simetriyi de getirir.

Dillerden düşürülmeyen kutsal geometri biraz da simetriden gelir. Simetri adil, dengeli, mutabık zıtlıktır. Yani:

Ben değerliyim – O değerli

Hak ediyorum- Hak ediyor

Güzelim – Güzel

Haklıyım – Haklı

Hayat, içtenlik ister. İçtenlik derken elbette saf dürüstlükten bahsediyoruz. Ah, kavramları ne kadar eksik ezberliyoruz! “Hak ediyorum.” diyor ancak “Hak ediyor.” diye düşünemiyorsak ya da “Ben değerliyim.” diyor ama “O da değerli.” diyemiyorsak simetri bozulur. Simetri bozulduğunda boşluklar oluşur ve eğrilme başlar.

Artık yapı bozulmaktadır. Boşluklardan içeri bencillik ruhu sızmıştır, kibir ruhu… Kibir ruhu yüzünden ben değerliyim bir dayatmaya, zorbalığa, küstahlığa dönüşür. Böyle olunca da biz dengeyi tutan simetri kolonlarını kesmiş oluruz. Malzemeden çalmaktayızdır. Ya da kalitesiz malzeme kullanıyoruzdur. Bina hiç şüphesiz sürekli sallanacaktır ve biz de kendimizi şöyle ağız tadıyla değerli hissedemeyeceğizdir. Çünkü biz beceriksiz bir mühendis, açgözlü bir müteahhit, yozlaşmış bir denetçi gibi davrandık. Bu, bu kadar basit bir denklemdir.

“Oysa sadece dürüstlükle tesis edilebilen içtenlik erdemine sahip olabilseydik, o zaman nalıncı keseri gibi sadece kendimize yontmazdık önemi, değeri… Bilirdik her şey biraz bizden biraz ondan, çokça ilahi olandan ibarettir.”

Artık yozlaşma kaçınılmaz olacaktır; değer algısının çarpıklaşması, kaçınılmaz olacaktır. Ahlak, insan bütünlüğünün harcıdır. En kaliteli malzemeleri, en üstün işçiliği kullanmalı. Çünkü dostlar, ahlaktan taviz verilmez. Ahlaktan taviz verildiğinde dünyanın en müthiş mühendislerini de getirsek, en zeki, en becerikli, en tuttuğunu koparan biz de olsak kusura bakmayın, kötü haberi vermek zorundayım, varlık binamız yıkılacaktır, çökecektir, eninde sonunda bizi, bir enkaz yığınına dönüştürecektir. Dost acı söyler a dostlar!

Verdiklerimizi Allah verir, aldıklarımızı Allah alır bizim alma verme dengemiz Allah adınadır

Allah deyince içselleştiremeyenler olmuştur belki. O halde cümleyi bir de evren öznesi üzerine kuralım: Verdiklerimizi evren verir, aldıklarımızı evren alır bizim alma verme dengemiz evren adınadır.

Hani biz yıldız tozuyduk, hani biz “En-el Hak” diyorduk? Birer avatardık her birimiz, hani ilahi güç içimizdeydi? O halde bunun farkında yaşamak değil midir üstümüze düşen?

Verirken ikram ederiz, alırken mükrim oluruz

İkram nedir? İkram, sahip olduklarımızı koşulsuz bir biçimde ve içtenlikle karşımızdakiyle paylaşmaktır. İkramda, kâh sezerek kâh bilerek kâh tahmin ederek başkalarının ihtiyaçlarını görmek, duygularını anlamak ve bu anlayış, kavrayış ile onlara destek olmak vardır. Bu bizim de tatmin ve mutluluk hissimizi arttırır. İyiliğe, pozitif enerjinin yayılmasına hizmettir bu.

Üstelik ikram, cömertlik demektir. Cömert insanları bilirsiniz, onlar sırtlarını tükenmez bir kaynağa dayamış gibidirler. Matematik kurallarını, fizik kurallarını alt üst eden bir varoluş biçimindelerdir. Verdikçe artacağını bilirler. Arttıkça eksileceğini, eksilenin yerine anında yenisinin ekleneceğini bilirler. Eklenmediğinde de bunun bir eksiklik olmadığını…

İnsan çünkü verdiğine de sahip değildir aldığına da. O, çok bağlantılı bir otoyol gibidir. Üzerinden geçenlerin kendisi olmadığını, onların sahibi olmadığı bilmelidir. Hadi bu kadar alicenap olamayacağız diyelim ama hiç olmazsa edebimizi kuşanıp büyüklenme tuzağına düşmemeyi başarmak mümkün.

Edep hem verenin hem alanın yüceliğini bilmekten gelir. Karşılıklılık esası vardır. Tıpkı havuz problemine benzer. Bir yerden dolarken bir yerden boşalmalıdır. Havuzun suyunu daim kılacaksak, eşit alıp eşit vermeye özen göstermek elzem olacaktır.

Verenin büyüklenmemesi alanın kendini aşağılanmış hissetmemesi

Herkes önce kendi kapısının önünü süpürsün ne güzel bir laf. Evren kül yutmaz a dostlar. Verirken havalara mı girdik bunu hemen ödetir, alırken haset mi ettik; hop hemen yakalar. Evrenin ölçü birimi zerredir.

Zerre. Ne mühim bir ölçü birimi. Düşündükçe titreyesi geliyor insanın.

Minnettarlık: Ne alacak kaldı ne verecek!

Bundan birkaç ay önce bir arkadaşımın tavırları sebebiyle kendimi çok kötü hissettiğim bir dönem yaşadım. Haksızlığa uğradığımı, bana hainlik edildiğini, yapılanın nankörlük ve vefasızlık olduğunu düşünüyordum. O kadar üzülmüştüm ki… Bir başka arkadaşıma şöyle dedim: “Bir insanın hayatımıza kattıkları bizden geri alınacak olsaydı, oluşacak boşluk çok ürkütücü gelmiyor mu sana da?”

Üstelik bu katkılarımız sadece maddi şeyler değil. Şarkıda diyor ya “Birbirimize vitaminler, moraller verdik/İçimizdeki şeytanlara Zülfikarlarla saldırdık” diye. Bunlar da yok mu birbirimizden alıp verdiklerimizin içinde. Birbirimizle ne çok şey gidip geliyor aramızda. Farkında olduklarımızın işi kolay, ölçebildiklerimizin, tartabildiklerimizin, elle tutup gözle görebildiklerimizin; peki ya ölçemediklerimiz? Tartamadıklarımız? Zerreler yani… Zerre, tartıda hafif pahada ağır zerreler. Çekip alsalar hayatlarımızdan zerreleriyle birlikte onu, bizden geriye ne kalır?

Sana ikram edilenleri inkâr mı edeceksin?

Minnettarlık hem tartabildiklerimizin hem de tartamadıklarımızın kalbimizdeki bilgisidir. Bu bir bilgidir. Minnettarlık, aldığımızın da verdiğimizin de aslında birer emanet olduğunu bilmemizdir. Verileni kim verir? Alınanı kim alır?

Minnettarlık asıl alana ve asıl verene duyulan sadakattir, vefadır.”

Silmeler, unutmalar, lanetlemeler devrinde helalleşmeyi, kavga etmeyi ama küsmemeyi ve birbirini bırakmayı ama birbirine sırtını dönmemeyi anlatıyorum. Minnettarlık bizim birbirimizle durmaksızın helalleşmemizi sağlar. O arka planda çalışan bir virüs temizleme programı gibidir… Bu nedenle mühimdir, elzemdir, hayatidir.

Ne romantik bir bakış açısı değil mi? Ama ne kadar asil bir yaşam biçimi. Kaybettiğimde kaybetmediğimi biliyorsam, eksildiğimde eksilmediğimi biliyorsam peki? Kazanmanın ya da artmanın peşinde değilsem. Öylece duruyorsam olduğum yerde? Hangi ordu yenebilir beni? Beni hangi kılıç kesebilir? Hangi avcı avlayabilir, hangi ateş yakabilir? Bana bir şey olur mu?

Hiçbir şey olmaz.

Duha Suresi’ni bilir misiniz? Ben Tolkien’in ikonik hikayesi Yüzüklerin Efendisi’ndeki meşhur bölümü bu sureden etkilenerek yazdığını düşünürüm. Ne diyordu Gandalf Aragorn’a, “Beşinci günün şafağında beni bekleyin. Şafakta Doğu’ya bakın.” Duha, kuşluk vakti, şafak demek. Bakın ne diyor surede:

“Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı. Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır. Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın. O, seni yetim bulup barındırmadı mı? Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi? Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an.”

İnsanın görevi korkunç orduların karşısında, şartlara bakmaksızın kendi onuru, insanlık onuru için savaşmaktır. Gandalf’ın görevi gelmektir. Aragorn’un görevi savaşmak.   

Minnettarlık dostum, önce yaşama minnettar olmaktır. Aragornlar ve Gandalflar eksik olmasınlar, onlar gelir geçer ama hayat? Kalan odur. Ve umumi tuvaletler gibi hayat da bulunduğu gibi bırakılmalıdır. Hayata minnettar olunmalıdır.

Seni yetim bulup barındıran… şaşırmış bulup yol gösteren… fakir bulup zengin eden seni: Ali’ye, Deniz’e, Burak’a, Gönül’e minnettar olunmalıdır. Minnettarlık döngüsünü bozamayız. Bozmamalıyız. Salavat zinciri değil bu, minnettarlık zincirini kesintiye uğratamayız. Uğratmamalıyız. Her şey zerredir, zerredendir, zerreyledir ve zerrenin hesabını da bir tutan vardır.

Göklerden gelen bir karar var!

Nankörlerden olma, minnettarlardan ol ki o güzelim ilahi döngü bozulmasın, o güzelim kutsal perde kişisel cehenneminle arandan kalkmasın.

Ne olur sana romantik deseler? Desinler! Üç beş oyun versen ne olur? Bırak alsınlar!

Asalet aşısı hiç çıkmayacak belli, vefa şurupları, nezaket hapları da olmayacak; kimse bize dürüstlük ve minnettarlık reçetesi yazmayacak. Ancak biz bunları gün ışığı gibi, taze temiz havalar gibi her an her yerde içimize çekeceğiz ve pırıl pırıl sular gibi içlerinde yıkanacak gürül gürül ateşler gibi kalplerimizi ısıtıp aydınlatacağız.

Denklemi doğru kurmalı:

Aldığın kadar ver değil, aldığın gibi ver. / Verdiğin kadar al değil, verdiğin gibi al.

Kadarların hesabı bitmez ama gibilere mutlaka bir yol bulunur.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

serda-kranda-kapucuoglu_
Kitap projeleri, yayın danışmanlığı, yazar koçluğu ve geliştirici editörlük yapıyor. Jungian Koç. Birdenbire adlı ilk romanını 2022’de yayımladı. Kurucusu olduğu ZB Akademi’nin Serda Kranda Akademi markası altında hem kurumlar hem de bireyler için editörlük ve yazarlık atölyeleri düzenliyor, editoryal danışmanlık veriyor. 21 Gün Okuyanları adlı okuma kulübünün kurucusu. Mümkün Dergi’nin ve 360 derece editörlük ve yayın danışmanlığı hizmetleri veren Mümkün Ajans’ın kurucu ortaklarından. Edebiyat, felsefe, mitoloji ve psikolojiyle ilgileniyor. 1979 İstanbul doğumlu. Evli, kedili ve iki kız annesi.