Farkındalık

Niyetlerinizin gerçek olmasına niyet etmiş bir röportaj

Hepimizin niyetleri var. Kimi gerçekleşiyor kimi zamanını bekliyor kimi de bir türlü olmuyor. Buna kim karar veriyor? Biz mi Tanrı mı? Dünya hayatında talep ettiklerimizi başka bir boyuta taşımak mı yoksa çözüm?

Saba Deniz Uzun, yirmi yıldan uzun süredir birçok öğretinin eğitimini almış, almaya devam eden ve uygulayan bir rehber. Bu rehberlik bilgisini Niyetleri Gerçekleştirme Rehberi-Kırmızı Yeşil Defter adını verdiği bir kitapta topladı. Ona destek veren editör ekibinde ben de vardım. Bildiğimi sandığım ama unuttuğum birçok dinamiği hatırlamak da iyi geldi, bazı niyetlerimin kendiliğinden gerçek olmaya başladığını fark etmek de…

Ne istiyoruz, bu gerçekten bizim niyetimiz mi, olmayan niyetlerin ardındaki dinamikler ne olabilir ve niyetlerimizi hem dünyaya hem kalbe nasıl akıtabiliriz gibi birçok sorunun cevabına yanıt veren kitabın hikayesini ve şimdi hemen işinize yarayabilecek bazı pratik bilgileri sevgili Saba’ya sordum.

Saba Deniz Uzun – Yaprak Çetinkaya

Biz dilek tutardık, dua ederdik, niyet etmek diye bir şey bilmezdik yani kelimeyi bilirdik de bu kadar bilinçli bir niyet etme farkındalığımız yoktu. Bu böyle bizim hayatımıza nasıl girdi, sen neler gözlemledin?

Bence biz aslında niyet de ederdik ama geçen zamanda bir şeyi kaybettik ve bulmak için çabalıyoruz şu anda. O senin söylediğin dönemde o dilekler, dualar enteresan bir şekilde oluyordu, tutuyordu çünkü insanlar secde ediyorlardı buna. Peki ne değişti? Brezilya’da John of God’a gittiğimiz yıllardan örnek vereyim, o dönemde sık sık gittiğimi biliyorsun. Oraya kafileler halinde gidilirdi. John of God’ın önünde de büyük koltuklar vardı ve buraya enerjisi çok yüksek insanları oturturdu, onları şifa çalışmalarında jeneratör olarak kullanmak için. O koltukların yanına yaklaşamazdınız bile çünkü enerjinin kirlenmesini istemezdi. Ve oraya o gün kimlerin oturacağını da gelen grupların içinde seçer ve “Bugün burada dua edeceksin” derdi. Benim götürdüğüm gruplarda ben spritüalim, yükseğim diyen hiç kimse oraya oturtulmadı. Ama sadece torunu iyi olsun diye saf bir niyetle dünyanın bir ucundan gelen, spiritüel olmakla ilgili hiçbir şey bilmeyen, ilkokul mezunu teyzeyi oraya oturturdu. Çünkü bu teyzenin zihni bizim gibi kirlenmemişti. O secde etmeyi, teslim olmayı hatırlıyordu.  Ben ise birlikte gittiğim birçok insandan çok daha kötü durumdaydım. Neden biliyor musun? Çünkü bazıları o kadar secde etmiş ki, o kadar barışık ki gelenle, o kadar teslim ki yani acı çekiyor, üzgün ama Allah’tandır dediği bir yerde duruyordu. Benimse zihnim gelişmiş, zekâm gelişmiş, sorgulamayı öğrenmişim. Sürekli soruyorum ben, bu neden oldu, öyle mi oldu, şöyle mi oldu, buradan mı oldu, şuradan yapsak nasıl olurdu, bunu buraya koysak nasıl olurdu? Sıfır teslimiyet ve sürekli mücadele! Ben o yolculuklarda o insanlardan teslimiyeti öğrendim ve çoğu zaman kendimden çok utandım Yaprak. Yani bana bak, neredeyim, ne iş yapıyorum, bu işten para kazanıyorum, ama kafam bir dünya, onların yüzde biri kadar teslimiyette bile değildim.

“BİR NESLİ GELİŞTİRECEĞİZ DERKEN BAŞKA ŞEYLERİ İNKÂR ETTİK”

Niyet etmek, secde etme haline geri dönmek için bir araç diyebilir miyiz?

Bana göre buna ihtiyaç var. Çok yoruluyoruz, zihin çok yoruyor ve gitgide bizi içinden çıkılmaz bir hale sürükledi. Biz okuyacağız, aydın olacağız derken bu teslimiyet kısmını yadsıdık, görmezden geldik. Bir nesli geliştireceğiz derken başka şeyleri inkâr ettik, bütün dünyada bu böyle oldu. Sonra da onun yoksunluğu açlık getirdi, haz eksikliği getirdi. Şimdi de o kaybettiğimizi arıyoruz.

Niyetlerle bu kadar uğraşıyoruz ama bu sefer de sonuca ulaşmak zorlaştı diyebilir miyiz? Belki de ilk niyetimiz kendimizi fark etmek olmalı.

Evet çünkü dünya düzeni değiştikçe korkular fazlalaştı. Yine söylüyorum, geçmişte niyet edince onun gerçek olma ihtimali daha yüksekti. Mesela köyde yaşıyorsun ve hayat bir şekilde akıyor, doğa her şeyini karşılıyor, babandan, annenden kalan evinde, teslim olduğun bir düzenin içinde yaşıyorken korku yoktu. İhtiyaç azdı. İhtiyaç az olduğu için beklenti sınırları değişikti. Belki kalbe giden yolu daha kolay pratik edebiliyorlardı. Televizyon yok, internet yok, mum ışığında ne yapacak, kalbiyle bir şekilde bağlantı kuruyordu. Bizim kafamız ise çok karışık, çok meşgulüz, çok korku var, çok ihtiyaç var. Çok fazla yapmamız gereken şey var ve kalbe ulaşamıyoruz. Bana göre Niyetleri Gerçekleştirme Rehberi, kalbinle bağlantı kurmak için öncelikle bir yolculuğu talep etmeyi anlatıyor.

Bu kitap aynı zamanda bir uygulama defteri. Kırmızı-Yeşil Defter isminin hikâyesini ve manasını bize anlatır mısın? Kök çakra kırmızı, kalp çakra yeşil, ya sonrası?

Evet, kalple bağlantı kuralım, kalbimiz teslim olsun diye… Nasıl teslim oluruz, niyetimizi gerçekten kalbe alıp, kalbe yerleştirmeyi nasıl yaparız onu konuşuyoruz. Ama kalbe yerleştirdikten sonra da biz dünya üzerinde yaşıyorsak onu topraklamamız lazım. Biz yaratıcıdan bir şey istiyoruz ve o aslında yüksek yani yukarıdan bir enerji. Yukarıdan enerjiyi kalbime alıyorum, yerleştiriyorum ama dünya üzerinde topraklanmasını ve spesifik olarak gerçek olmasını görüyorum, istiyorum, umuyorum. O zaman da kök çakraya ihtiyacım var. Dünyada olduğumu da hatırlayıp bunun dünyada bedenlenmesini istediğim için. Kalbimden istiyorum, kalbimle bağlantı kuruyorum ve kırmızıda köklenmesini istiyorum niyetimin. Kırmızı sayfada önce ne istediğime karar veriyorum, bu dünyada neyin köklenmesini, kök salmasını istiyorum, sonra da bunu artık kalbimle teslim olacağım duruma taşıyorum.

“Buradaki gelişmiş beynimle ilkel bir yalnızlığın, ilkel bir açlığın, yoksunluğun yüzlerce yıl önceki bir açlığın da ihtiyacını görüyor olabiliyorum.”

Kitapta “Bu kimin niyeti?” diye soruyorsun. Korkular, televizyon, sosyal medya derken bazen niyetimiz bizim niyetimiz mi yoksa başkalarının yükledikleri mi, onu ayırt etmekte de zorlanıyoruz. Bu konuda ne söylemek istersin?

Evet, burası önemli. Şimdi bir niyet ediyorum ve zannediyorum ki bana ait ama aslında hiç bana ait değil. Mesela en son model bir telefon istiyorsun. Niçin? İşte, okulda, sosyal çevrende kınanmayasın diye. Bu kadar para kazanıyor da bu telefonu mu taşıyor demesinler istiyorsun. Dolayısıyla bu telefona sahip olma niyeti sana ait değil. Mesela ben dersem ki şöyle şöyle bir telefonum olsun, eğitimlerde “Bak ne güzel kamerası var, ne güzel fotoğraf çekiyor” desinler. Şimdi burada ne var? Değersizlik var. Peki bu değersizlik duygusu bana mı ait yoksa atalarıma mı? Kimden geliyor? Diğerlerinin yanında kınanma korkusu nereden geliyor? Belki benim atalarım Bulgaristan’dan geldiğinde kıyafetleri yoktu. O köyde dışlandılar, herkesin bir şekilde yeri vardı, onların evi bile yoktu. Hani muhacir diyorlar ya, muhacirliğin dışlanmışlığını, ezikliğini hissediyorlardı. Dolayısıyla kendimi özel hissetme ihtiyacı belki de atalarımın ihtiyacı. Ama hala bu ihtiyaçla hareket eden parça benim ilkel parçam. Yani ilkel bir hareket sergiliyorum. Buradaki gelişmiş beynimle hani ilkel bir yalnızlığın, ilkel bir açlığın, yoksunluğun yüzlerce yıl önceki bir açlığın da ihtiyacını görüyor olabiliyorum. Ama artık ona ihtiyacım yok, aslında ben korteksle çok daha farklı bir yerde hareket edebilirim. Bu telefonların sonu gelmeyeceğine göre benim aslında kendimi her şekilde özel hissetme ihtiyacımı fark etmem gerekebilir. Kırmızı-Yeşil Defter bunu vaat ediyor. Yani gerçek ihtiyacını tespit edebilme becerisini kazanıyorsun.

Bazen son model bir telefon da gerçek bir ihtiyacımız da olabilir. Gerçekten iş için ona ihtiyacım vardır. Onu ayırt etmek önemli değil mi?

Kesinlikle, kesinlikle. Bu arada bunu anlatırken kendim için konuşayım, o kadar çok telefonla meşgulüm ki, elim ayağım gibi, bilgisayarım gibi. Yüksek bellekli bir cihaza, iyi bir fotoğraf çekimi yapabilmeye ihtiyacım var.  Bunu ayırt edebilme becerisini zamanla kazanıyoruz.

Peki ben değersizlik duygumdan hareketle son model bir araba ya da telefon istiyorum. Bunun niyet çalışmasını yapıyorum ve o geliyor. Gelmez diye bir şey yok değil mi?

Asla yok, oldu da, hepimize oldu bu.

Yine olur ama sonra ne olur yani orada sorun ne peki?

Gerçek ihtiyacı görmediğin için açlık devam eder, tamamlanmamış olur. Bu sefer niyet bağımlısı ve yoksunluk hastası olabilirsin. Telefonu aldın, arabayı aldın ama sürekli yetersiz hissettiğin için yeni ne alayım, neyim eksik diye bakacaksın. Ama bunun sonu yok. Bu arada da mutsuzluk devam ediyor, bu bir bağımlılık haline geliyor ve bu sefer kendini hep eksik, becerememiş, yetersiz hissediyorsun.

“Bir şeyin niyet ederek olmasının tek bir yolu var, tamamen teslim olmak, sana ve yaşama hizmet ediyor olması.”

Saba Deniz Uzun

Peki “Değerli hissetmeye niyet ediyorum” demek yeterli mi? Maddiyatı istemek kolay da hissi, duyguyu nasıl tanımlayacağız?

Güzel soru, doğru söylüyorsun. Hislere ulaşmak bir kere bizim için çok zor. Aile dizimini o yüzden çok seviyorum Yaprak. Birilerinin hislerini anlamaya çalışırken kendi hislerime ulaşmak için güzel bir alan oluşuyor. Hislere ulaşmak zor çünkü onların farkında bile değiliz. Ağlama dediler, gülme dediler, çok gülme dediler, biz duygulardan tamamen koptuk. Şimdi “Şu duyguya niyet ediyorum” demek yeterli olmuyor. Bir kere duygulanım için birazcık kendine dönmen gerekiyor. Kalbi fark etmek, yine meditasyonlar, yine sakinlik, kitaba bunlarla ilgili egzersizler ve meditasyonlar da koyduk. Bir de ana kaynağını bulmak gerekiyor. Bir şeyin niyet ederek olmasının tek bir yolu var, tamamen teslim olmak, sana ve yaşama hizmet ediyor olması. O zaman zihnin handikaplarıyla uğraşmazsın. Bir şey istersin, çok saf bir yerden kendine ve yaşama hizmet edersin. Mesela bana göre senin açtığın mekân şu anda öyle bir şey. Sahibisin, hiçbir şey yapmana gerek yok ama orada ruh var, birine hizmet etme ruhu. Çok özür diliyorum senden, iyi bir kelime değil ama işin hamallığını yapıyorsun hizmet için.

Evet, tamamen öyle… Dergahlarda çekilen çile gibi.  

Sen o kadar iyi niyetle veriyorsun ki, daha iyisi varken sen hizmet etmek istiyorsun ki o zaman Tanrı da sana veriyor. Ama normalde o duygulara ulaşmak için zihnin karanlıklarından da geçmek lazım. İşte bilinçaltı, bilinç dışı ne oluyor orada ve onunla ilgili programlara da bakmak lazım. Kitapta da var zaten bunlar.

Mesela bildiğim bir hikâyede kişi finans sektöründe ve işinde yükselme niyeti var ama bir türlü olmuyor. Sonra bir aile dizimi çalışmasında görüyor ki aslında yıllar önce borsada batan babasının durumunu toparlamak için finansçı olmuş. Aslında o yoga hocası olmak istiyor ve bunu fark edip yarım zamanlı yoga hocalığına başlıyor ve bir süre sonra da çok talep gören başarılı bir yoga hocası oluyor, finansı bırakıyor.  Uzun süre gerçekleşmeyen niyetler için bu yöntemlerden destek alınır mı?

Kesinlikle destek alınır. Çünkü az önce sorduğun soruyla bağlarsak biz duygulara ulaşamayabiliyoruz. Kırmızı-Yeşil Defter de bunun için rehberlik ediyor bize. Kendi kendimize çalışabilmek, pratik edebilmek için… Kendimize dışarıdan bakmak hiç kolay değil.  20 yıldır aile dizimi yapan biri olarak ben de hala kendime dizim açtırıyorum. Dışarıdan bir göz her zaman faydalı. Bu kadar egzersiz yapıp, kendimizle çalışıp bir yerlere ulaşamıyorsak demek ki bizim göremediğimiz bir yerlerde hâlâ bir dinamik aktif. O dinamiğe bakmak için destek alınması kıymetli.

Bir de destek alınsa bile olmayacak bazı şeyler var. Kitapta “Tanrının bizim için planı” diye bahsettiğin bölüm.

Burası çok önemli. Biz önce bir plan yapıyor sonra da o planın içine bu dünyaya geliyoruz. Ancak bu planın içine inerken ne planladığımızı unutuyoruz ve aslında büyük resimde varılacak çok daha iyi yerler var. Kendi işimden örnek vereyim. Tanıtım kısmına o kadar vakit ayırmışız ki başka şeylerle ilgilenmeyi unutmuşuz. Öyle bir gelişme oldu ki geçenlerde artık bu tanıtım pazarlama kısmını yapmamıza gerek kalmadığını fark ettik. Tabiri caizse dımdızlak kaldık. Kaptırmışız kendimizi. Asistanım Irmak ile birlikte “Eee şimdi ne yapacağız?” dedik. Şimdi Tanrının planı demek ki şu, artık o pazarlamayla uğraşma kısmını benden de ondan da almak istiyor. Biz de artık eğitim yazmaya karar verdik. Tanrının Irmak için planı da onun bir eğitim içeriği yazabilecek biri haline gelmesi.

“BİZ ZATEN KALBE BAĞLIYDIK”

Kalp aslında gerçek niyeti bilir değil mi? Zihni biraz kenara çekip kalbe bıraktığımızda korku da kalmayacaktır.

Bununla ilgili pratik yapabilir. Ne istedim de olmadı diye kendimize sorabilir ve bunu da not edebiliriz. O anda olmadı ama daha sonra daha iyisi geldi, daha iyi bir varyasyon geldi, bunu da fark edebiliriz.

Çok güzel. Bir de olanlar var mesela. Bugüne kadar olanlara da şükretmeyi atlayabiliyoruz. Kendiliğinden olan, niyet çalışarak olanlar. Ya da biz büyük istemişiz küçük gelmişler, başka şey isteseydim olacakmışlar..

Beyin tekrarla öğreniyor. Mesela danışan geliyor, “Annem beni hiç sevmedi” diyor. “Hiç mi sevmedi?” diyorum bazen. Bir duruyor. “Beni hiç sevmedi” diye otomatiğe almış. Şimdi biz kitaptaki egzersizlerde güzel anıları hatırlatıyoruz ve beyin tekrarla çalıştığı için kişinin sevildiği anıları fazlalaştırıyor. O yüzden şükür kısmı çok önemli. Şükrü biz o kadar önemsemedik ama beynin tekrar becerisini kullanabilmek için şükür kısmı gerçekten önemli.

ÖNCE PRATİK SONRA ALIŞKANLIK

Peki bu pratikleri yaptıktan bir süre sonra kendiliğinden gerçekleşen niyetlerimiz çoğalır mı?

Çoğalıyor, ben bunu çok pratik ettim, sen de etmişsindir. İşte anlattın, su borusu patlamış, sakince ben bundan ne öğrendim diye bakıyorsun konuya. Beynin artık ezberlemiş, kendi kendine yerleştiriyor, özde olana çok daha hızlı götürüyor seni. Beyin pratikle çalışır. En başta konuştuk ya, biz zaten kalbe bağlıydık. Bütün üstatlar insanların yüzyıllar önce böyle yaşadığını, bütün ilkel kabilelerin böyle yaşadığını anlatıyor. Biz sadece hatırlıyoruz. Diğerini çok pratik ettik, korkmayı, planlamayı, plan kurmayı, kendimiz gibi olsun diye yönlendirmeyi, kontrolcülüğü çok pratik ettik son dönemlerde. Şimdi de kalpte olmayı pratik etmek için bu kitaplar var. Pratik ettikten sonra alışkanlık oluyor.

Saba Deniz Uzun – Niyetleri Gerçekleştirme Rehberi

“Niyetiniz sizsiniz” diye bir cümlen var. Ne demek istiyorsun?

Niyetim, öncelikle kendim olan “ben”i bulmak. Ben kimim? Ve niyetin kendisi olmak. Kendisi olmakla niyeti dışarıdan görmek farklı. Bir şeyin ancak kendisi olabildiğinde senin oluyor. Yani neşeyi arzu ediyorum ama her gün çok neşesizim. Ya da parayı arzu ediyorum, ne için, diyelim ki neşeli olmak için. Ben neşenin kendisi olmadığım ve neşeyi dışarıdan satın almaya bağımlı olduğum sürece niyetim tam gerçekleşmiyor. Para geliyor ama ben neşesiz oluyorum ya da para geliyor ama benim olmuyor. Bana gelen para dışarıda, benim dışımda hareket ediyor. Dolayısıyla niyetin kendisi olmaktan bahsediyorum. Aşk istiyorum ama aşka her şekilde kapalıyım. Hiçbir şeye aşık değilim yani. Aşk sadece erkeğe olmaz ki. Aşık olabilmeği fark edebilmek, aşkın kendisi olabilmek, aşkla bir şey yapabilmek sana zaten aşkı getirecek. Bunu yapabilen kadın “aşk” olarak geziniyor, adam o aşk enerjisini hissediyor ve ona çekiliyor zaten.

“SEN GÜVENSİN”

Mesela parayı da çoğunlukla aslında güvenlik için istiyoruz diye tahmin ediyorum. Aslında her koşulda güvende olduğunu hissetmek mi gerekiyor?

Harikasın… Ya da güvenin kendisi olduğunu hissetmek. Sen güvensin. Şöyle düşün, hani para gelirse güven bulacağım değil, ben kendime güveniyorum, para yaratan kaynaklara sahibim demek, güvenin kendisi olmak. Kendini güvende hissetmenin kendisi olmak.

Kitabın girişinde senin niyetin var. Orada, “özgür olduğumuzu hatırlamak” demişsin. Bana bugüne kadar öğretilenlere mahkûm değilim ve özgürüm ve kendi seçim şansım var demek mi bu?

Evet aslında benzer şeyi kastediyorum. Hani zihin öğrenilmişlikleri kadar olduğunu zannediyor ve sadece üçüncü boyutta bir insan olduğunu zannediyor ya. Sadece insan, zihninden ibaret bir insan. Halbuki ruh özgür, ruh gezinebilen bir varlık. Mesela bazen bir rüya görürsün, öyle gerçektir ki, gelecekteki bir olaydır mesela ya da yıllardır görmediğin birinin öldüğünü görürsün ve sonra haberi gelir. Zihin serbest kalınca ruh her yerde gezinebiliyor. Ruh her yerde, aile diziminde de görüyoruz, ruh özgür. Dolayısıyla zihne bağımlı değiliz, biz öğretilen kadarı değiliz. Çok daha fazlası olabilir. Çok büyük bir dünyanın içindeyiz, evrenin içindeyiz, büyük bir potansiyelin içindeyiz ve zihnin ötesinde bir dünya var. Bu özgürlüğü hissetmek adına bunu söyledim.

Niyetlerimizle ilgili atalarımızdan gelen zorlaştırma ya da kolaylaştırma etikleri var mı? Biz hep zorluğu konuşuyoruz ama destekleri de var elbet.

Var tabii… Ne güzel sordun. Mesela ailenin bütün kadınları hamaratsa, güzel evlilikler yapabildiyse, onlara âşık olunmuşsa yani bu bilgi sende varsa sen bunu hemen aktif edebiliyorsun. Ben bir dönem sürekli sıkıntılı ilişkiler yaşıyordum ama baktığım yer sadece babam, dedem, yani babam ve babamın tarafındaki erkeklerdi. Bir öğretmenim dedi ki, “Sizin ailede şöyle karı koca, güzel geçinen bir çift yok mu? Kocasından sevgi alan bir kadın, evine sadık, karısını destekleyen bir adam yok mu?” O zaman hatırladım, annemin babası! O gün benim ilişkilerim değişti biliyor musun? Sadece beynimin hatırlaması ile… Dedim ki, “O benim büyükbabam ve ben ona çok hayranım. Çok seviyorum.” Karısını çok seviyor, bütün gelirini eve getiriyor. Dış dünyayla hiç işi yok. Çocuklarına, karısına hiç bağırmamış, kızmamış, köy yerinde hepsini okutmaya çalışmış. Özgürlüğe alan açan bir adam ve karısını sevip onunla kalan bir adam. Okuyucular da kendilerine sorabilirler. Örneğin, ailemizde gerçekten zengin olan, varlıklı olan var mıydı? Kadınını hoş tutan erkekler, erkeğinden mutlu olabilen bir kadınlar var mıydı? Anında o bilgiyi hatırlayacaklar ve o zaman nerede olurlarsa olsunlar yardım gelecektir. Çünkü diyoruz ya ruh her yerde diye. Ruh her yerde ise o atanın da ruhu her yerde, kişiyi destekleyecektir.

Ya bu deneyim ailede hiç yoksa?

Böyle bir bilgi yoksa o konuyla ilgili diğerinden daha çok mücadeleye ihtiyaç duyabiliyorum. Çünkü bilgim yok, bende tanımlanmamış. O zaman atalarımın bilgilerini yadsımadan bu bilgiyi tekrar kendime tanımlamak için çalışmalıyım. Onlarda da mücadele vardı bu bilgi oluşsun diye. Onlar hayal etti, dua etti, zenginlik olsun diye çabaladı. Ben de onların hayalini gerçekleştiriyorum diye bakabiliriz.

Hadi bu röportajın sonuna bir niyet ekleyelim.

Bu röportajın, okuyan herkesin kalbine ulaşmasına ve herkesin niyetinde özgür olduğunu hatırlamasına niyet ediyoruz.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

yaprak-cetinkaya
Gazetecilik eğitimini Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde aldı. 27 yıldır farklı görevlerde daima mesleğine aşık bir hal ile çalışıyor. Gazeteciliği en çok wellbeing, kişisel gelişim, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi daha az konuşulan konular üzerinden yapmayı seviyor. Mümkün Dergi, Yuka Dükkân ve Yuka Ajans’ın kurucu ortaklarından…