Aşığın galaksi rehberi
Astroloji Dergi

Aşığın galaksi rehberi

Venüs tatlıya aşıktır, Mars baharata. Ama gurme bir yemekte bütün tatlar birer tutam vardır. Her birey kendi girinti ve çıkıntısına uygun bir eş seçer, çekim yasası ya da kader onları böylelikle olması gereken zamanda, olması gereken yerde bir araya getirir. Aşk kozmik şakanın her daim başrol oyuncusudur.

Yogananda der ki; bir çocuk göksel ışınlar bireysel karmasıyla matematiksel bir uyumda olduğu gün ve saatte doğar.

Gökyüzündeki dizilim, o kişinin ihtiyacı olan bütün dersleri ve güzellikleri içerir demek istiyor, buradan yola çıkarak bireysel haritamız ve kaderimiz üzerine çok şey söyleyebiliriz ama bu yazının konusu bu değil. Sadece şunu söyleyebilirim; aşkta da bireysel yapbozumuzun parçalarına uygun kişiler aşığımız olur. Enerji etkileşemediği yere akmaz, çünkü orada eylem olmayacaktır. Kimileri acılı, kimisi tuzlu, kimisi tatlı sever. Venüs tatlıya aşıktır, Mars baharata. Ama gurme bir yemekte bütün tatlar birer tutam vardır, şekeri dengelemek için ekşi bir meyve, acıyı dengelemek için bir tutam bal vardır mesela.

İşte tam da bu yüzden, “şu şuna uygun” dediğimiz, yargı makineliğine soyunduğumuz çoğu şeyi hayat patlatır. Bu hayatın en sevdiği şakadır.

Zaten bu kozmik şaka olmasaydı, hayat bir ezber gibi yaşanırdı, hayat önce ezberletir gibi yapar sonra ezberi bozar. İşte ister dönüşüm ajanı de, ister tekamül kapısı, aydınlanma de… Aşk kozmik şakanın her daim başrol oyuncusudur. Enerji dediğimiz, ilk görüşte aşk dediğimiz ya da sağlam bir beraberlik dediğimiz her şeyin altında yıldızlar göz kırpar. Jung’un dediği gibi bütün o kaosun içinde bir kozmos, bütün düzensizliğin içinde bir gizli düzen vardır. Her çakra bir gezegenin yönetimindedir mesela. Nörobilimciler buna serotonin, dopamin, oksitosin derler ama her yıldız her gezegen de simgesel olarak bu hormonların komutasındadır zaten. Neyse bilim insanlarını kızdırmayalım, biz aşka bakalım, aşk astrolojiye göre o yıldız enerjilerinin bir frekans, bir titreşim oluşturmasıyla olur. Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Ay Düğümleri, Şiron ve nihayetinde ağır abiler, ablalar dediğimiz Uranüs, Neptün, Plüton devrededir.

Aşkta kimileri yaralarından bağlanır, kimileri umutlarından. Kimileri hayallerinden, çoğu kez hazlarından, en çok da duygularından.

Her birey kendi girinti ve çıkıntısına uygun bir eş seçer, çekim yasası ya da kader onları böylelikle olması gereken zamanda, olması gereken yerde bir araya getirir. Herkesin Venüs’ü Mars’ı farklıdır, aldığı açılar farklıdır, o yüzden çirkin ördek yavrusu kimi için kuğudur, kimisi için sadece ördek.

AFRODİT VE ARES BİR ARAYA GELİNCE ATEŞLER YANMAYA BAŞLAR

Aşktan sorumlu başat gezegenler elbette Venüs ve Mars’tır. Afrodit ve Ares bir araya gelince ateşler yanmaya başlar, en dünyevi aşk onlarındır. Neşe, çekim, eğlence, haz, neslini devam ettirme. Öyle karşı konulmaz bir haldir ki, en benzemez kişiler kendini aynı yatakta bulabilir. Ama yine de sadece Venüs ve Mars aşkı belirlemez, bu “Benim adım Ayşe, kadınım, üniversiteliyim, İstanbul’da yaşıyorum” demek kadar bilgi verir bize. Yine de bir Venüs bir Mars’la etkileşim halindeyse karşılıklı iki bireyin haritasında genelde İspanyolcada ‘te quiero’ dediğimiz kelimenin potansiyel halini görebiliriz.

TE QUİERO: SENİ SEVİYORUM, SENİ ARZULUYORUM

Te Quiero İspanyolca iki kelimenin toplamını tek kelimeye verebilmiş zengin bir dil ki, Flamenko’nun topraklarından çıkan bu kelime hem “seni seviyorum” hem de “seni arzuluyorum” anlamına gelir. O tek kelime simgesel olarak Venüs ile Mars’ı birleştirir.

Venüsyen aşklar romantik komediye, daha pop şarkılara, mesela Tarkan’ın “Dudu” şarkısına benzer, Tarkan’ın “Hüp” şarkısı daha Marsiyen bir şarkıdır, çünkü “Hüp diye içine çek beni” diye seslenir sevgiliye.

Venüs Mars’ın evlilik bağında ya da ciddi ilişki boyutunda, Venüs yerini Ay’a, Mars yerini Güneş’e devreder. Dişil polaritede Ay, eril polaritede Güneş’le birleşir, ışıklar dediğimiz bu uyum, “Sen benim hayatımı geçireceğim insansın” demeye getirir. O yüzden erkekler Venüs’e tav olur ama evlenirken genelde Ay’larına benzeyen kadınları seçerler, bunun özeti o ilk arzu nesnesine Ay’ın temsil ettiği ‘anne’ imajına benzer kadındır. Arketip böyledir evet, erkekler annelerine benzer kadınlarla evlenirler. Kızlar da babalarına benzer eşleri seçerler. Çok nadir olarak da bunun zıttı olur, yani annelerinden tamamen farklı bir eş seçerler, bu da bir nevi tam karşıtına giderek yine birliğe varmaktır. Elbette aynı şey kadın için de geçerlidir, genç sevgili Mars evlenirken baba yani Güneş seçilir. Buradan hareketle anne imajı, baskın, otoriter, manipülatif, kuşkucu bir erkek, diyelim o erkeğin ayı Akrep olsun ya da Ay burcu yeraltı Tanrısı Akrep burcunun üst oktavı Plüton gezegeninden açı almış olsun gidip de Külkedisi bir eş seçmez, eş seçiminde Pamuk Prenses’in üvey annesini ya da Kırmızı Başlıklı Kız’ı arar. Evet yarasını iyileştirmek için başına bela arıyordur. Ama bu bela onun tatlı belasıdır. Benzer şekilde Güneş’i Plüton’dan bir açı alan kadın maçonun tillahını arar, ideal arketipi “Baba” filminin ana karakteri Don Corleone olabilir. O tangosunu bu şartlar altında yapacaktır.

HERMAFRODİT MERKÜR: HEM ERİL HEM DE DİŞİL

İlişkilerde gizli başrol oyuncularından biri de iletişim yeteneğimizi, bizim düşünüş tarzımızı anlatan Merkür’dür. Merkür ‘hermafrodit’ yani içinde hem eril enerjiyi hem de dişil enerjiyi barındıran, ulak arketipinde bir gezegendir ama küçük görünen görevi çok büyüktür, bir aşk ilişkisindeki Merkür uyumsuzluğu iki kişinin uzun vadede birbirinin ne söylediğini anlamamasına yol açar, o görkemli Venüs ve Mars’ın birliğini bile gizlice bitirir. Hani o “Hiç konuşamıyoruz” diyen çiftlerin hayatındaki ara bozucu Merkür olabilir.

JÜPİTER ÇİFTLERİ HAYATIN BAYRAM OLDUĞUNA İNANDIRIR

Bolluk, bereket, iyi şans gezegeni Jüpiter karşılıklı enerjilerde olumlu şekilde başroldeyse, o ilişkide bir hafiflik, bir neşe olur; “Bana çok iyi geliyorsun, sen benim şansımsın” denilen olay vuku olur. Jüpiter çiftleri hayatın bayram olduğuna inandırır.

Durum Satürn’e gelince orada bir ders, bir karma, bir ödev vardır. Filmlerde gördüğümüz evlilik yemininin “Hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde, ölüm bizi ayırıncaya kadar” sözünün hastalık, kötü gün tarafı ve aynı zamanda “Ölüm bizi ayırıncaya kadar” tarafı Satürn’ün görevidir.

Shakespeare’in sözüne atıfla “Aşkın gözü kördür ama evlendikten sonra açılmaya başlar” denen tarafıdır Satürn. Tutkal, zamk, bağlayıcı, görevlendiren, temel. Ayakları yerden kesilen aşıkların ayaklarını dünya planetinin zeminine çakar. Çakmalıdır da onu görevi budur, çünkü bu alemin efendisi Satürn’dür, o halde Satürn dersleri ilişkiyi zorlar ama kalıcı hale getirir, sonunda kaplumbağa yarışı kazanır. Bina temelsiz ayakta kalamaz çünkü.

Yaralı şifacı Şiron bazen ilişkide hasta bakıcı, bazen de ha bire yaranın kabuğunu koparma işlevi görür. Aşkta iyi bir Şiron bağlantısı varsa yıllardır aradığınız size iyi gelen ‘başucunuzda melekler şarkı söylerken, sizin saçınızı okşayan’ birini bulmuşsunuz demektir. Bir süre iyi gelir ama belki iyileşince başka diyarlara uçmak da isteyebilir taraflardan biri. Olumsuz bir Şiron açısında ise durum iyileşen yaranın kabuğunu biteviye kopartmaya benzer.

RUH EŞLERİ, İKİZ ALEVLER

Gelelim Ay düğümlerine ve onların kadersel bağlantılarına; yıllar boyu birikmiş, yaşanmış, hayatlar boyunca karşılaşmış, ruh eşlerinin, ruh ikizlerinin, ikiz alevlerin, Eros ile Psyche’nin Evanescence’nin “My Immortal” şarkısındaki gibi bir durum vardır. Görür görmez o kişiyi tanırsınız. Gözlerinin içine baktığınızda bir yanınız onu değil neredeyse kendinizi görmüş gibi olur. Emily Bronte’nin o meşhur Uğultulu Tepeler’inde yazdığı gibi “Ruhlarımız her neden yapıldıysa onunki ve benimki aynıydı” denen şey zuhura gelir. Evet bu kişiyi ilk defa görüyor olsanız bile ‘bir şekilde tanır, ruhunu okursunuz’ o da aynı şekilde. Persona denilen kişilikleriniz ne kadar ayrı olursa olsun, alemin kurulduğundan beri verilmiş bir ruhsal akit vardır. Bu akit mucizelerle, işaretlerle, derslerle, karmalarla, yoğun bir ruhsal yolculukla doludur, ilahi aşkın kapısında ay düğümleri yerini alır. İyi ya da kötü, görenin anlamayacağı ancak yaşayanın bilebileceği bir göbek bağı. Kopmaz bir ışık zincir, mesafelerin ayıramayacağı, gözden ırak olanın, gönülden ırak olamayacağı, kararın üzerinde bir kararla bağlanmış bir aşk. Karında kelebekler uçmayacaktır, ama ruh öbürünü bilecektir. Kadın dergilerinin tavsiye ettiği bütün ipuçlarının naçar kaldığı, yaşam koçlarının, psikologların biçare durduğu bir durumdur. Ne yaşanacaksa yaşanacaktır. İyi ve kötü yoktur, bir akit vardır. Bir yolculuk. Yaşam dersleri ve mucizeleri. En mistik en gizemli, “Bu kadarı da olamaz!” denilen tesadüf olmayan tesadüflerin devrede olduğu bir hal. Milan Kundera’nın sözünden alıntılarsak “tesadüf kuşları” dönmeye başlamıştır.

URANÜS ETKİSİYLE YAPMAM DEDİĞİNİZ NE VARSA YAPARSINIZ

Cher ile Nicholas Cage’in çok sevdiğim bir eski filmi “Ay Çarpması”nı belki bilirsiniz. Aşıklar son derece uygunsuz bir duruma düşerler, olamayacak şeyler olur ne kendinizi tutabilir ne engelleyebilirsiniz, işte bu aslında “Ay Çarpması” değil, Uranüs çarpmasıdır. Birden havai fişekler patlamaya başlar. Alice’in tavşan deliğine hoş geldiniz. O delikten düşünmeden atlayacaksınız. Başka dünyalara çıkacaksınız. Yapmam dediğiniz ne varsa yapacaksınız. Uranüs öyle ani, beklenmedik, öyle çılgın bir etki yaratır ki kemerlerinizi çözerek uçuşa geçersiniz. Aşıklar başkalarıyla evlilik bağları varsa gözlerini bile kırpmadan bu yüksek voltlu ışığın altında boşanıp, bir anda sevgilileriyle Küba’ya yerleşebileceği gibi, aniden anne olur, baba olur, taşınır, evlenir, boşanır büyük bir değişme uğrarlar. Uranüs etkisi geçtikten sonra durum ne gösterir onu Allah bilir.

Eğer aşkta bir Neptün etkisi varsa bu fantastik bir yolculuktur. Platon’un ünlü mağara metaforunda söylediği ‘ideal’ karşınıza çıkmış gibidir. Gerçek dünyanın dışında bir büyüleyici etki başlar. Karşınızdaki kişiyi adeta ‘cennetten dünyaya düşmüş bir melek’ gibi görürsünüz. Bu dünyanın bütün çirkinlikleri, olumsuzlukları sisler içinde kaybolurken koşulsuz bir kendini adama, sihirli dünyanın kapısından içeri girme, sonsuz ve sınırsız bir cennet vaadi, muhteşem bir sinema atmosferi yaşarsınız. Marquez’in ‘büyülü gerçekçilik’ dediği şey değildir bu, tamamen büyülüdür, gerçekçilik yoktur. Her şey muazzam bir sihir aleminde, bir büyüde yaşar. Tüy tanesi bile kadar bir kusurun olmadığı ideal aşkın bahçesinde oturursunuz. Âdem ve Havva asla cennetten kovulmamış gibidir. Atmosferde çekim gücü yitmiş, göklerde bulutların üzerinde bir sarayda yaşar gibi hissedersiniz, masalların sonundaki gökten düşen üç elmanın üçünü de almış gibisinizdir. Bitmeyen bir tatlı sarhoşluk hali. Ne yazık ki dünya denen gezegende, bir süre sonra sihir hayatın görev ve sorumlulukları, maddenin katı hali, belki de Satürn etkisiyle gökyüzünden yeryüzüne düşersiniz. Birdenbire sislerin arasından o kusursuz yüzdeki sivilceler görünmeye başlar, aşığınızın mesela cimri olduğunu fark edersiniz, yaldızlar dökülür, bahar geçer. Neptün hayallerimizin ve yanılsamalarımızın gezegenidir. O zaman cennetten dünyaya düşersiniz.

“PLÜTONİK” AŞKLAR: ÖLDÜREN SEVGİ

Gelelim en ağır abiye, Tartrus’un ya da yeraltının efendisi Plüton’a ve Plütonik aşklara.

Plüton Platon’un şu sözünü gerçekleştirir: “Sadece ölüler savaşın sonunu görebilir” evet Plütonik aşklar bu sözün vücut bulmuş haldir. Öldüren sevgi de diyebileceğimiz bir hal. Teslimiyetsiz bir tutku, arzunun o karanlık nesnesinin ta kendisi. Romeo ile Jülyet’in içtiği zehir, Roman Polanski’nin “Bitter Moon” yani “Acı Ay” filmi. Sadizm, mazoşizm, yüksek volümde arzu, seks, karanlıkta dans, skandal, Leydi Macbeth, utanç, ölesiye tabuları yıkma, Anka kuşu, “Lolita”, “Temel İçgüdü”, “Drakula”, Dante’nin Cehennemi, “Inferno”, “Paris’te Son Tango”, manipülasyon, şiddet, psikolojik şiddet, şehvet, ego.

“Acı Ay” filminde unutmadığım bir söz vardır, orada önce erkek güçlüdür, aşığı kadını köleleştirir, genç kadın bütün acı ve eziyetlere rağmen adamla kalır. O zaman adam şöyle bir şey söyler: “Birinin sizin merhametinize muhtaç olması kadar sizi kışkırtan bir şey yoktur, o benden cehennemi istiyordu, ben de cehennemi onun için yeterince sıcak tutacaktım.” Filmi ve Plüton’un oyunlarını anlayabilmeniz için “bi kuple” vereyim, adam bir kaza geçirir, kötürüm kalır, muhtaç duruma düşer, şimdi onun cehenneminin bekçisi genç kadın olacaktır.

Pluto ile Persephone yeraltında buluşurlar, belki Frida Kahlo ve Diegeo Riviera, tutkuyla zehirlerler, tutkuyla sevişirler. Ölesiye bir savaş ve tutku, bitmek bilmez bir dövüş kulübü. Amaç o karanlık atmosferde kendi karanlığının farkına varmaktır. O yıkıcı sevginin, karşı konulamaz tutkunun amacı aslında, kendi zararlı köklerini ayıklamak, başkasının karanlığına bakarak kendi karanlığını görmek, kendi nefsini, egonu öldürmek, ölmeden önce ölmek ve Anka kuşu gibi küllerinden doğmaktır. Plütonik aşklar ötekinde kendi nefsinin defolarını görmeni, kendini değiştirmeni ister. Gölgenle yüzleştirmektir amacı, gölgesiyle yüzleşenler, ölüp yeniden doğanlar, artık yeraltından çıkıp güneşi görecek, kurtuluşa ereceklerdir. Eğer bunu başarırlarsa yeniden doğmanın mutluluğunu yaşarlar ve kurtarılırlar. O zaman aşkın zehrini bal eylerler.

Son sözü en sevdiğim İngiliz şair, mistik, gizemci, romantik ressam hatta tarolog William Blake’e vereyim, aşk için söylemiş olsun.

“Bir kum tanesinde dünyayı
Ve bir kır çiçeğinde cenneti görmek
Avucunun içinde sonsuzluğu
Ve tek bir saate ölümsüzlüğü tutmak!”

Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.
Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

kevser-aycan-saroglu
Kul, insan, kadın, gazeteci, yazar, editör, yazar kâşifi, rüya avcısı. Amerikan Dili ve Edebiyatı mezunu. Medya sektöründe çok uzun yıllar muhabir, editör, köşe yazarı olarak görev yaptı. Halihazırda büyük bir yayınevinde yayın danışmanlığı yapıyor. Kendisini ‘ebedi hayat öğrencisi’ olarak görüyor.