SORUMLU KİM?
Farkındalık

Sorumlu kim?

“Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz… Tanrı da acıyacak bize ve biz seninle canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz… İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum… Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmas gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşama gibi dingin, yumuşak ve tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna! Zavallı, zavallı Vanya dayı, ağlıyorsun… Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya dayı, bekle… Dinleneceğiz, Dinleneceğiz…”

Bu paragraf çınlıyor kafamda sabah uyandığımdan beri. Bilmeyenler için Çehov’un Vanya Dayı adlı eserinden bir alıntı kendisi. İnsanlığın acıya bağımlı, kaderci, cennetin dışarıda bir yerde olduğunu sanan, kendi gücüne uyanmamış, kendini acıyla uyuşturmuş halini ne güzel yansıtıyor. Kendi dışında her şeye gücünü vermiş insanlık… İnançlarına, geçmişine, dışarıya, yönetenlere, olanlara, olmayanlara, korkulara, kaygılara… Öyle bir tahterevallideyim ki sanki bir ucunda her şeyi kapsayabilen, her şeyin manasını hissedebilen, büyük plana güvenen bir ben ile diğer ucundaki manasız olayların içinde boğulan, güçsüz, yargılayan bir ben arasında gidip geliyorum. İnsanım çünkü, insanız.  Bu olanlar da artık çok fazla…

Şikâyet edeceğim, edemiyorum

O her şeyin manasını görebilen ve her şeyin işin içine dahil olduğunu bilen parçam o kadar iyi biliyor ki sorumlu aynı zamanda benim. İnsanlık olarak ciddi gölgelere sahibiz ve o gölgeler öyle derinlerde gömülü, öyle inkâr halindeyiz ki… Her şeyin bir manası var evet. Son zamanlarda hem söylediğimiz, bir kurtuluşun habercisi gibi gördüğümüz yeni Dünya’ya geçmekten bahsederken elbette ki bunu sadece ağaçlar, çiçekler ve gökkuşakları ile yapmayacaktık. Neden mi? Çünkü dürüst değiliz. Çünkü henüz kendi içimizde bir değiliz. Çünkü hala aynaya baktığımızda yalnızca görmeyi seçtiğimizi görüyoruz. Bizi uğraştıracak, huzurumuzu kaçıracak, ağzımızın tadını bozacak hiçbir şeyi görmeye tahammülümüz yok. Acı ama gerçek!

Nasıl anlatayım da kimseyi incitmeyeyim, nasıl anlatayım da sevgiyle anlattığım anlaşılsın diye bir kaygım var bunları yazarken ancak şu anda bir karar veriyorum. Kim nasıl anlayacaksa zaten bu onunla ilgilidir. Ben ise şimdi kalpten konuşmayı seçiyorum.

Dün hepimiz gördük ki bir sürü köpek canice katledilmiş. Hepimiz yandık, kavrulduk. O an bir durdum ve korktum. Bu işin ucu nereye varacak? Hızlıca uzaklaştırdım dikkatimi oradan çünkü ilk defa yapılacak ne var hissedemiyorum. Hiçbir yol işe yaramayacak. Daha doğrusu eskiden denenmiş hiçbir yol… Sadece şunu biliyorum, bilmeliyim ve tekrarlıyorum: Her şey plana dahil. Bu yetmiyor. Bu pasif hissettiriyor. Bu kaçış mı? Zihnim bu şekilde araya geliyor. Sonra bir ses daha duyuyorum: “Sorumlu sensin, her zaman.” Bunu duymak koca bir lokmayı yutmaya benziyor, yutamıyorum, boğazımda bir yumruyla devam ediyorum. Akşam olduğunda arkadaşlarım da aynı durumdalar. Çaresizliklerini paylaşıyorlar. Ne yapacağız, böyle durarak olamaz ama ne yapacağız? Bir duruyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Bunca yürünen yolda, bunca düşüp kalkma serüvenimde neyi adım gibi öğrendim?

“Her şey ama istisnasız her şey içeriden dışarıya yaratılır. İçeride karşılığı olmayan hiçbir şeyin realitede varlığı olamaz.”

Spiritüellik de bize dair bir gerçek

Bu söyleyeceklerim bir kısmına çok “spiritüel” gelebilir ama spiritüelliğe atfettiğimiz negatif anlamlar, beklentiler de bizim sorumluluğumuzda. Bir an önce nötrlenmeli. Çünkü biliyor musunuz, spiritüellik tek gerçeğimiz. Biz spiritüel varlıklarız, enerjiyiz ve yalnızca %0,01 maddeyiz. Artık bu bilimsel olarak kanıtlanmışken bunun hakikat olduğunu anlamalı, kelimelere yüklediğimiz anlamların kendi deneyimimizden gelen yansıtmalar olduğu fark etmeliyiz.

Tekrar geri dönecek olursak: Evet, içeride ne varsa dışarıda o vardır ve içeriye en içerisi de yani bilincin dışında kalanlar da dahildir. İşte burada hepimizin o çok iyi bildiği Jung’ın sözlerle anlattığından çok daha derin olan cümlesini tekrarlamak istiyorum: “Bilinçaltınızı bilince getirene kadar o sizi yönetecek ve siz de buna kader diyeceksiniz.” Ve bizler insanlık olarak yolun çok ama çok başında olduğumuzu düşünürsek farkında olmadığımız ve hem bireysel hem de kolektif bilinçdışımızda çok ama çok fazla saklı kutuya sahibiz. Buradan çok uzatmadan asıl söylemek istediğimi söylüyorum: Bugün geldiğimiz durum, gölgeye itilmiş parçalarımızın realitede vücut bulmuş halidir. Biz sorumluyuz, biz insanlar… O, şu, bu değil, sadece biz ve bunu anlamadığımız sürece de ayrışmaya, nefret saçmaya, suçlu bulmaya devam edecek, asıl ilgilenmemiz gereken şeyle ilgilenmeyeceğiz.

İlgilenmemiz gereken, değiştirebileceğimiz yegâne şey, kendimiziz

Ne demek istiyorum biraz daha açayım: Karnımızı doyurmak için, lezzet için, cennete kabul edilmek için kesilen hayvanlar neden bu öldürülen köpeklerden farklı? İnekler, kuzular, koyunlar, tavuklar, hindiler, domuzlar daha az mı hayvan? Ya da hepimizin güzelliğimiz, bakımımız için kullandığı kozmetiklerin arkasında işkence ve katliam yok mu? Hiç düşünmeden aldığımız hazır giyim kıyafetlerin, lüks tüketimlerin, ambalajların ucu hayvanlara dokunmuyor mu? Şarküteriden aldığımız, üzerinde 1 damla kan olmayan antrikotun aslında bir gün yaşamış ve yaşarken de büyük ihtimalle aşırı kötü şartlarda zorlanmış, sömürülmüş bir inek olduğunu ne kadar aklımıza getiriyoruz? Denizde özgürce yüzerken hain bir kandırmaca olarak kurduğumuz oltadaki yeme takılan balığı diğerlerinden ayıran şey ne? Ne diyorsunuz? Sizce bunların olanlarla bir alakası yok mu?

Bakın burada kimseyi yargılamıyorum, lütfen bu şekilde anlamayın. Burada görmemiz gereken çok önemli bir yüzümüz var ve inkâr ediyoruz onu. İnkâr edilen, görülmeyen her parça önümüze sesini daha da çok arttırarak çıkar. Şu anda olan da budur. Bu sorunlar insanlığın ortak meselesidir ve buna herkes dahildir, istisnasız.

Peki, ne yapabiliriz?

İlk başlamamız gereken yer kendimizi tüm çıplaklığı ile görmek. Herkes vegan olsun demiyorum, hatta veganlık olmalı da demiyorum ama her türlü yaşamın onurlandırıldığı ve gerekirse onurlandırarak can alındığı bir dünya olmalı belki de. Öteki türlüsüne yanaşmamak…Yaptığımız seçimlerin başlattığı yol haritasını takip etmeli ve ucunun nereye dokunduğunu görmeliyiz. Artık iğneyi kendimize batırmalıyız ve devleşmiş moda, kozmetik, hayvancılık gibi sektörlerin ardını görerek sorumluluk almalıyız.

Bana kimse sormadı sence ne yapmalıyız, diye biliyorum ama ne yapacağını bilemez çok fazla insan da var biliyorum ve bu yazdıklarım onlara. Ben birkaç senedir vejetaryenim, zamanında yukarıda yazdıklarımın gerçeğine aymış, bir süre veganlığı denemiş ama çok zorlandığım için gözümü tekrar yummuştum. İtiraf ediyorum. Çözüm veganlık da olmak zorunda değil. İlk adım yaptıklarımızın sorumluluğunu almak ve neye sebep olduğunu görmek bence. Daha onurlu ve onurlandıran bir yaşam nasıl olurdu düşünmek ve emek vermek. Sonuçta bugün, dayımın oğlu bile gidip petshoptan üretilmiş bir kedi satın alıyorsa ben daha kendi küçük çemberimde bile minicik bir farkındalık yaratamamışım demektir.

Ve şimdi şunu daha iyi anlıyorum: Her şey plana dahil. Hayvanlar da! Onların bu tekamülde bunu seçmiş olmaları da. Acı çeken onlarmış gibi görünüyor ama bence asıl acı çeken bizleriz. Her şeyde yarattığımız ayrılık, hakikatimize aykırılığımız, körlüğümüz ve inkarımız aslında bize acı veren.

Şimdi tekrar düşünüyorum da biz şu anda hayvanları kurtarmayı konuşuyoruz da peki ya asıl onlar bizi kurtarıyorsa?


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Aslıhan Aydoğan Büyükakgül
1988 yılında doğdu. 21 yaşında Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına özel sektörde başladıktan 5 sene sonra, istediğinin bu olmadığına karar verdi ve hayallerinin peşine düşmek için işinden ayrıldı. 27 yaşında oyunculuk dersleri almak adına çıktığı yol onu kendi özüne doğru olan yoluna da yönlendirdi. Bu süreçte birbirinden farklı birçok eğitim aldı. Bu eğitimler hem bilişsel bilgileri, hem mistik ilimleri içermekteydi. Şimdi ise oyunculuğun yanı sıra tüm bu deneyimleri esentezleyerek tasarladığı atölyeler, danışmanlıklar ile kişiler ile birebir çalışmalar yapıyor.