HER ŞEYİ DEĞİŞTİRMEK İÇİN KARAR VERMEN YETERLİ Mİ?
Farkındalık

Her şeyi değiştirmek için karar vermen yeterli mi?

Merhaba sevgili okuyucu. Yaz bitti, evlere dönüldü, oh şükür hava serinledi derken henüz birkaç gün önce tam 45 günümü geçirdiğim Akçay’dan döndüğüme şaşırıyorum. Ben ve eşim, hayatımızda ilk defa böyle bir durma zamanı elde ettik ve bu yaz benim için çok önemli bir dönüşüm, bir sayfanın kapanışı, yepyeni bir gerçekliğe uyanış için bir basamak oldu. Yaşadığım her küçük mucizevi olayı anlatmayacağım ama yaşadığım ve yaşarken kendi kendimi şaşırttığım bir olayı anlatmam gerekiyordu. Onun için yazıyorum: Bir kaza. Önemli bir kaza. Öyle ki sonunda sakat kalınabilecek ve hatta ölünebilecek bir kaza.

“Karar verdim, bu yaz yaşamla ilişkimin değiştiği bir yaz olacak.”

Bu yaz başlamadan bir karar vermiştim, demiştim ki “Tamam artık, yaza direnmeyeceğim, güneşle barışacağım ve eskiden yaptığım gibi kendimi kasmayacağım. Bu yaz, yaz ile ve hayat ile ilişkimin değiştiği bir yaz olacak.” Ve hayat bu ya, bir fırsatımız oldu, ağustos başında Akçay’a gittik. Akçay, çok nostaljik bir yer. Çok eski zamanda kalmış gibi. Havası temiz, enerjisi yayvan ve yavaş. Şanslıyız ki kaldığımız ev denize birkaç adım mesafede. Bunaldın mı denize gir. Kafan bir şeye mi takıldı, denize gir. Mutlu musun, denize gir. Ne yap et ama denize gir. Öyle bir şans, öyle bir deniz eşlikçiliği. Benim de hedefim buydu: Her gün hem sabah hem akşam denize gireceğim ve bunca yıl yapamadığım uzun tatillerin, hiç yazlık deneyimi yaşayamamış olmanın tadını çıkaracağım. Ve üreteceğim, okuyacağım, ardından da sezona bomba gibi gireceğim. Gerçekten de bu kararla başlayan bir tatil, oldukça dingin ve kararlı ilerliyordu.

Her gün denize girmek, Kaz Dağları’nı evin balkonundan seyredebilmek ve istediğinde ciğerlerine o oksijeni doldurabilmek, insanın frekans ayarlarıyla ciddi seviyelerde oynuyormuş. Eğer izin verirsen tabii. Ben verdim ve gerçekten bir uçuştaydım. Beni görseniz. Kararlıyım, güçlü hissediyorum ne istediğimi ve ne istemediğimi çok iyi biliyorum. Ve üstelik denizle, ağaçla, evrenle sürekli bir sohbetteyim. Öyle böyle bir sohbet değil. Onlar bana bir şey diyor, ben onlara bir şey diyorum. Gülüşüyoruz, ağlaşıyoruz, kararlar veriyorum, devam ediyorum. Arada duruyorum, şaşırıyorum: “Her şeyi değiştirmek için karar vermem yeterli mi?”

Cevap Dışarıda Değil, Hayat da Arkamda Değil

Son yıllarda ilgimi çeken ve algımı eğitmek için çabaladığım bir şey var, o da “Her şey kolaylıkla olabilir, önce acı çekmek zorunda değiliz.” Bunu anlamak, kabul etmek ve bu hakikate göre yaşamak benim için çok önemli ve öncelikli. Çünkü, kolektif olarak bir inanca sahibiz, birliğe gitmeden önce ikiliğe uğruyoruz, uyanış olmadan önce çokça acı çekiyoruz, savaşmadan barışamıyoruz… Bu yüzdendir ki ben de bir şeyleri dönüştürmek için çokça canımı acıttım yıllarca. Yaralarımı deştim. Onlar kabuk bağladı, ben o kabukları tekrar tekrar kaldırdım. Bu öyle bir inanç ki sanki yeterince acı çekmezsem, yeterince acımazsa canım iyi olmayı, ilerlemeyi, yükselişi, aydınlığı hak etmezmişim gibi. Sonra sonra anladım ki bu yalnızca bir inanç kalıbı ve bu kolektife ait, her birimizin içselleştirdiği bir inanç kalıbı. Öğrenmek için önce yanlış yapmamız gerektiğini sanıyoruz. Oysa “öğrenmeye çalıştığımız şeyin bilgisine çoktan sahibiz, fakat cevap dışarda değil…” Neyse, nihayet kendimi belirli bir noktaya taşıyabildiğime inanıyordum bu konuda. Çünkü nereye kadar kanatacağım o yaraları, neden sürekli acı çekeyim, neden geçmişte takılı kalayım? Hayat önümde, karşımda! Arkamda değil.

Tekrar geri dönüyorum. Cevabım evet. “Sadece karar vererek her şeyi değiştirebilirmişim”. Fakat, sınanırmışım. Kararımın arkasında duracak mıyım, her şeyin değiştiği bu yeni versiyona adım atarken gerçekten de o versiyon olacak mıyım yoksa hala eski ben olarak devam etmeye çalışacak mıyım? Bunu nasıl anladım biliyor musunuz? İşte o mühim, o bir kutsama olan kaza ile.

Denizle Sohbetim ve İşaretler

Kazadan hemen biraz geriye sarıyorum. Çok detayına girmeyeceğim önemli bir kaygı atağı geçiriyorum. Bu kaygıya sebep olan inancın bu denli derinde ve sinsice saklı olduğunun o ana kadar farkında değilim. Kendimi bir ölüm kalım meselesinin içinde hissediyorum. Utanç, hayal kırıklığı, güvensizlik ve panik en çok hissettiğim şeyler. Denize girmeye karar veriyorum. Korkuyu bırakmak istiyorum ama bırakamıyorum. Güvene, güvenebilmeye ihtiyacım var, yapamıyorum. Denize giriyorum, başlıyorum sohbete. Ben: “Bir işarete ihtiyacım var, lütfen. Her şeyin yoluna gireceğine dair bir işarete ihtiyacım var. Mesela, hadi önümden bir balık geçsin ve ben de anlayayım.”  Bunu söyler söylemez kafamın içinde bir kıkırdama duyuyorum.

Ses diyor ki: “Yooo, yok öyle yağma. Güven arıyorsan dışarıda bulamayacaksın. İçine bak.” Ben: “Yapamıyorum, çok zorlanıyorum, çok kötüyüm. Lütfen ama!” Ses diyor ki: “Anlamaya, bulmaya çalışma. Desteklendiğini, güvende olduğunu, her şeyin yolunda olduğunu bil. İçinde bil. Bilmeyi bil.”  Sinirim bozuluyor gülüyorum ve sonra teslim oluyorum.  Karar veriyorum. Tamam diyorum, güveniyorum. Ne olacaksa olsun. Ve gerçekten bırakıyorum suya kaygıyı, korkuyu, arayışı. Suda sırt üstüyüm ve süzülüyorum ve biliyorum. Bildiğimi biliyorum.

Bu deneyimin üzerinden birkaç gün geçiyor ve yine denizdeyim ve sohbetteyim. Duyduğum ses yine konuşuyor:
Ses: “Peki sıkılmadın mı artık?”
Ben: “Neyden?”
Ses: “Bu cici kız rollerinden.”
Ben: “Nasıl yani? Ama ben cici bir kızım zaten.”
Ses: “Evet ama daha fazlası yok mu?”
Ben: “Var mı?”
Ses: Önce gülüyor. “Daha fazlası olmanın zamanı geldi. Sıkılmadın mı azıcıkmışsın gibi davranmaktan? Gerçek gücünü saklamaktan? Işıldamanın zamanı geldi. Herkesin ışıldaması gerek. Ve bunu sen yap ki ilham ol.”

İşte bu sohbette de başka bir karar veriyorum. Daha fazlası olacağım. Gerçekte olduğum şeyi, BEN’i göstereceğim. Her şeyimle var olacağım ve hakkımı alacağım. Çünkü hakkım var. Çünkü ben de varım. Uuff nasıl yükseklerdeyim, nasıl uçuyorum. Ve bu hal böyle devam ederken bir gün evden çıkıyoruz, Hasan Boğuldu Göleti’ni ziyarete gidiyoruz. Fakat giderken resmen ayaklarım geri geri gidiyor, meğer eşimin de öyleymiş. İkimiz de bir şey demiyoruz, gidiyoruz. Kayaların üstünden yürüyoruz ve gölete varıyoruz. Çok güzel bir yer. Su öyle soğuk ki girince tüm hücrelerin capcanlı oluyor, resmen hissediyorsun. Fakat girilmemesi gereken bir yerdeyiz, tabelada kocaman yazıyor. “Gölete girmek yasaktır, kaygan zemin.” Herhalde suyun içindeki taşlar yosunlu da onun için diyorum ama suya girince de hiç öyle olmadığını fark ediyorum. Zaten ayağımda da deniz ayakkabısı var. Hiçbir şey olmaz. Derken eşim suya girmek istemiyor çok soğuk olduğunu duyunca. O gün bir itiliyor bu fikirden ve çok değil, 3 metre yukarıda kayaların arasında bir boşluk var, orayı gözüne kestiriyor. Oraya çıkayım da fotoğrafımı çek, diyor. Ben sudan çıkmışım. O da kayaya doğru dik bir toprak yokuştan çıkıyor ve kayanın içine yerleşip poz veriyor. Çok güzel bir fotoğraf oluyor. Ona da söylüyorum, çok güzel çıktı diyorum ve kafamı eğip diğer fotoğraflara bakıyorum.

Güvendesin ve Bu Sadece Bir Deneyim

Derken bir ses duyuyorum. Kafamı kaldırıp baktığımda eşim toprak yoldan aşağı kayıyor, yanından da kocaman 2 kaya yuvarlanıyor. Bana doğru. Kaçacak ne yerim var ne zamanım ve kaya önümde bitiveriyor. Ellerimde durduruyorum gibi oluyor, çünkü ben ellerimi koyuyorum, kaya duruyor. Önce elimdeki telefona bakıyorum çünkü kayaya çarpıyor, bir şey yok. Sonra kafamı eğiyorum ve bir görüyorum ki dizimden aşağı yaklaşık 1 karış büyüklüğünde derin bir kesik, çok derin bir kesik. Hemen kapatıyorum elimle ve eşime sesleniyorum. “Çabuk bir şey getir, bacağım kesildi, açık, bağlamamız lazım.” Kazadan sonra olan her şey büyülü. Her şeyi anlatmayacağım ama sürecin içinden geçerken sürekli telkin veriyorum kendime. Başıma bir şey gelmiş gibi hissetmiyorum. “Deneyim” diyorum, “Sadece bir deneyim.” Kurtuldum çünkü ve buradan sonrası da bu deneyimin bir parçası. Kabul. Güveniyorum. Ne olacaksa olacak. Kabul. Ve işte sonra her şey sanki hızlandırılmış gibi ilerliyor. Tüm süreç minnetle, aşkla, sevgiyle geçiyor. Kendimi gözlemliyorum. Hiç şaşırmıyorum halime.

“Kontroldeyim, biliyorum. Bilmeyi biliyorum. Güvendeyim, biliyorum.”

İyileşme sürecim çok hızlı oldu açıkçası. Ne çok ağrı çektim ne çok kısıt hissettim. Evet 1 hafta kadar evdeydim ve 10 gün denize giremedim ama iyiydim. İyi olmayı seçtim. Çünkü karar vermiştim. Daha fazlası olan versiyonum böyle davranıyordu demek ki. Bu süreç de biterken bir video ile karşılaştım. Videoda diyordu ki “Bazen bir şeye niyet edersiniz, bir şey istersiniz ve hemen ardında da pek de istemeyeceğiniz, tatsız bir olay yaşarsınız. Bu, evrenin sizi sınamasıdır. Evren niyetinizi duymuş ve yolunuza bir sınama göndermiştir. Çünkü bakmak ister, acaba gerçekten de niyet ettiği noktaya uygun bir olma haline mi geçti yoksa olaylarla hala eski versiyonundan mı başa çıkmaya çalışıyor.” Bu videoyu görmek, gerçekte ne olduğunu anlamama yarıyor. Hiç sorgulamıyorum, kalbimde doğru olduğunu, bana olan şeyin de bu olduğunu biliyorum. Mutlu oluyorum, çünkü hazırım, başka biriyim ve bunu her şeyden önce kendime kanıtladım. Artık acıya tutunmak yok, güvenmek var.

Yağmurun Kutsaması

10 gün sonra ilk kez denize giriyorum, ait hissediyorum, hiç gitmemişim gibi. Bol bol teşekkür ediyorum. Kesilen yerim ne yanıyor ne acıyor, şükrediyorum. Ertesi gün ise evlilik yıldönümümüz. Eşim yürüyüşte, bense evde çalışıyorum. Hava kapalı ve gri. Çok sıcak bir yazdan sonra çok hoşuma gidiyor. Sonra eşim arıyor, orada da yağmur var mı diye soruyor, yok diyorum. Onun olduğu yerde çok fazla yağdığını, eve doğru yürüdüğünü, evin orda da yağarsa hemen denize girmek isteyip istemediğimi soruyor. Elbette isteyeceğimi söylüyorum ve gerçekten 5-10dk sonra yağmur başlıyor ve giderek hızlanıyor. Hızla kalkıp giyiniyorum, eşime haber veriyorum, sahilde buluşalım diyorum. O da gelmek üzere olduğunu söylüyor. Bikinilerimi giyiyorum, belime peştamalımı sarıyorum ve hızla denize yürüyorum.

Yağmur öyle hızlı ki herkes kaçışıyor, kumsalı terk ediyor, ben ise denize odaklıyım, mutlu ve emin bir şekilde onu bu havada da deneyimleyeceğim, ona yürüyorum. Kumsala geliyorum ve eşim de hemen ilerde. Birbirimize gülüyoruz ve ortada buluşuyoruz. Apar topar üstümüzdekileri çıkarıp hiç vakit kaybetmeden denize giriyoruz. Bizim gibi birkaç kişi var sadece. Öyle büyülü bir an ki. Yağmur çok şiddetli. Dışarda da içeride de ıslaksın. Gözümü açamıyorum şiddetinden. Gözüm kapalı, müthiş bir sıcaklıkta olan suyun içinde, mutluluktan mest olmuşken, gözümü bir açıyorum hop, bir balık zıplıyor önümde. Yüzüme dev bir gülümseme yayılıyor. İşaretim. Birkaç hafta önce istediğim işaretim. Sanki bana gülümseyip göz kırpıyor ve suya dalıyor. Öyle ağlıyorum ki hem kahkahalarıma engel olamıyorum hem gözyaşlarıma. Gerçek bir idrak yaşıyorum o anda: Yalnız değilim, hiç değildim ve artık her şey değişti. Eşim sesleniyor, ona dönüyorum. Onun da gözleri dolu. Elini uzatıyor “Benimle de paylaş bu anı.” diyor. Paylaşmaz mıyım? hemen yanına gidiyorum, öpüyorum, sarılıyorum ve tekrar tekrar söylüyorum: “Kutsandık, kutsandık!”


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Aslıhan Aydoğan Büyükakgül
1988 yılında doğdu. 21 yaşında Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına özel sektörde başladıktan 5 sene sonra, istediğinin bu olmadığına karar verdi ve hayallerinin peşine düşmek için işinden ayrıldı. 27 yaşında oyunculuk dersleri almak adına çıktığı yol onu kendi özüne doğru olan yoluna da yönlendirdi. Bu süreçte birbirinden farklı birçok eğitim aldı. Bu eğitimler hem bilişsel bilgileri, hem mistik ilimleri içermekteydi. Şimdi ise oyunculuğun yanı sıra tüm bu deneyimleri esentezleyerek tasarladığı atölyeler, danışmanlıklar ile kişiler ile birebir çalışmalar yapıyor.