KARARLILIK AYNI ZAMANDA FEDAKÂRLIK DEMEK
Farkındalık

Kararlılık aynı zamanda fedâkarlık demek

Her ne yapıyor olursak olalım, hangi yolu yürürsek yürüyelim devamlılık için kararlılık esas mesele. Ve fakat her şeyin geçici olduğu, hiçbir şeyin sabit kalmadığı bir gerçekliğin içinde kararlılığı da çok doğru bir yerden anlamak gerekiyor. Öyle bir kararlılık geliştirmeli ki insan, dış koşullardaki değişimlere uyumlu, gerekli durumlarda gerektiği gibi esneyebilen ancak esasından vazgeçmeyen… “İnsan ya ileri gider ya da geri, yerinde durmak diye bir şey yok,” diyor saygıdeğer Budha.

İlerlemek için kararlılığın ana unsurlardan biri olduğunu düşünerek sevgili öğretmenim Cem Şen’e sordum: Kararlılık ama nasıl bir kararlılık? Kararlığı geliştirmek için neye ihtiyacımız var?” Cömertçe verdiği aydınlatıcı cevaplar için kendisine minnetimi sunuyor ve öğretmenimin çok kıymetli sözlerini siz okurlarla paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. “Her şey gibi kararlılık da çok boyutlu,” diyerek başlıyor öğretmenim sözlerine. Ve devam ediyor, “Herhangi bir konuda bir karar verirken şunu farkına varmamız gerekiyor: Bu karar işçin gereken fedakârlığı göze alabilir miyim? Kararlılık aynı zamanda fedakârlık demek. Kararlarımızı sürdürebilme konusunda en zorlandığımız yer burası. Spor yapmaya karar verdiğimizde, aynı zamanda, birçok başka şeyi de yapmama kararı vermiş oluyoruz. Ve burası çatışmanın başladığı yer olabiliyor. Yapmamam gereken şeylere yapmaya karar verdiğim şey kadar yüksek bir bağlılık duyuyorsam içeride çatışma doğuyor. Burada kararlığı sürdürebilmek için ihtiyacım olan şey, sağlam bir hikâye. Hikâyem ne kadar sağlamsa, karar verdiğim şeyi yapmak için diğer şeyleri bırakma gücüm o kadar fazla oluyor.  Bu kararlılık ile ne elde edeceğim?”

Sadece Hikâyesi Yeterince İyi Olmayan İnsanlar Var

Kararlılık ile iradenin birbirleri ile çok ilişkili olduğunu düşünürüz. Sevgili öğretmenim Cem Şen, bu düşünceye farklı bir bakış açısı getiriyor ve diyor ki: “Kararlılık sürdürülemediğinde bunun irade ile ilgili yaşadığımız bir problemle ilgili zannediyoruz ama çoğu zaman bunun gerçeği yansıtmadığı, iradenin çoğu zaman –hatta belki de hiçbir zaman- bir problem olmadığını görüyorum. Eğer böbrek üstü bezlerinin çalışmaması gibi fiziksel bir problemi ya da benzeri bir fiziksel problemi yoksa herkeste başarı için yeterli iradenin olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki pek çok insan bunun kendilerinde olduğunu farkında değil; daha çok kendilerinden bir irade eksikliği olduğunu zannetme eğilimindeler. Oysa iradesi eksik olan hiç kimse yok; sadece, hikâyesi yeterince iyi olmayan insanlar var.”

Hikâyenin güçlü bir şekilde oluşturulabilmesi için ilk başta yapılması gereken şeyin tefekkür olduğunu söylüyor sevgili öğretmenim. “Kararlılık derin bir tefekkürler başlamalı. Bu derin tefekkürün sonucunda, kararının seni ulaştıracağı yeri, istediğin durumu içselleştirmen gerekiyor. Gideceğin yeri, yolu iyi kavraman ve bu konu hakkında aklında bir soru işareti kalmaması gerekiyor. Akılda soru işareti kalmaması, aklın başka bir yerde kalmaması önemli çünkü daha önce de söylediğim gibi, kararlılığın sürdürülebilmesi için bir şeyin ya da şeylerin bırakılması gerekiyor. Kararlılık bırakmakla birlikte geliyor, aynı anda iki şeyi birden elde edemiyoruz. Bunu yapmaya çalıştığımızda görüyoruz ki iki tarafta da bir şeyler eksik kalıyor. Ruhsal çalışmalarda ilerleme kararlılığı ile sosyal hayatta ve ticarette de ilerleyeyim, olmuyor. Olsa da bir yere kadar ilerleyebiliyor.” Ve söyleşinin başında dikkat çektiği yere bir kez daha ışık tutuyor.

“Gerçek anlamda bir yere doğru ilerlemek istiyorsak iki şeye ihtiyacımız var: Bizi yolda tutacak sağlam bir hikâye ve fedakârlık.”

“Hikâye tamamsa, dikkatimi diğer şeylerden çekmek için bana yeterli gücü veriyor, aklım bir yerde kalmıyor, fedakârlık kolaylaşıyor. Ardından geriye tek bir şey kalıyor; mümkünse, yarı yolu tamamlamayı başarabilmek. Çünkü yarı yolu tamamladıktan sonra, ileri ya da geri gitmek arasında bir fark kalmıyor. Bir yolu aşmanın belki de en etkili yollarından biri ilk önce yolun yarısını aşmayı başarabilmek. Yarısına geldiğimizde ileri ve geriye aynı mesafedeyiz, göstereceğimiz çaba aynı. Burada sadece şöyle bir fark var: bazı şeyleri yarısına gelip bıraktığınızda o zamana kadar yaptığınız şeyi çöpe atmak durumunda kalırsınız. Karar verdiniz, yemek yapmaya başladınız, yolun yarısında yemek yapmayı bıraktınız. Malzemeyi çöpe atmak zorundasınız. Bıraktığımızda, her zaman yapılan bir çaba, bir gayret, elde edilmiş olan bazı şeyler çöpe atılacak. Bir bedeli olacak. Bazı bedeller yüksek, bazıları değil ama mutlaka bir bedeli olacak. İnşaat yaparken maliyetler çok yükseldiği için vazgeçebilirim, başka bir şekilde yola devam edebilirim. Bunlar bedeli yüksek olmayan vazgeçişler ama hayati önemli olan konularda bunu yapmak kolay değil. O nedenle, burada anlam çok önemli. Anlam doğruysa ve o anlamla yola çıktıysam, yapacağım şeyin beni değiştirmesi gerekiyor. Öyle ki ne olursa olsun onu bırakamıyor olmam gerekiyor.”

Yapamaya Değil Olmaya Yönelik Kararlılıklar

Psikanalist Erich Fromm’un Sahip Olmak ve Olmak kavramlarını hatırlatıyor sevgili öğretmenim Cem Şen.

“Erich Fromm’un psikolojik çalışmaları sonrası ayrıntılı olarak açıkladığı gibi, en iyi kararlılıklar yapmaya değil olmaya yönelik kararlılıklar. Öyle ki, olduğun şeyi bırakamazsın zaten. Dharma da bu şekilde yapılan bir çalışmadır. Dharma’yı anlayarak çalışmak Dharma olmaya yönelik bir çalışmadır, bu yüzden insanı değiştirir. Ve çalışmanın bir yerinde farkındalığı bilirken, şefkatin gücünü bilirken, karmayı bilirken yarı yola bile gelmene gerek yoktur yola devam etmen için. Anlayış geliştiyse, yolun herhangi bir yerinde bırakmayı hayal bile edemezsin. Mara seni ne kadar dürterse dürtsün –arada bunu yapar Mara- sen yola devam edersin, çünkü dönüşmüşsündür, olduğun şeyi bırakamazsın, mümkün değil. O yüzden kararlılıklarımız içinde yüksek anlam olan ve bizi dönüştürecek kararlılıklar olmalı. Olmaya değil, yapmaya odaklı kararlılıkları her zaman bırakırsın, yapmaktan vazgeçersin, bu kadar. Bir kaybı vardır, o kaybı göze alırsın ve bu kayıp hayatında büyük bir şeyi değiştirmez. Müzik öğrenmeye başlarsın, zor gelir, bırakırsın, bundan bir problem olmaz ama anne olduğunda, anne olmaya karar verdiğinde, bunu bırakmak zordur. Annesindir artık, bir yere gelmişsindir. Şüphesiz bunu yapanlar var ama onların ne kadar ıstırap içinde oldukları da ortada. Aynı mantıkla Dharma çalışırken de bunu yapmaya, bırakmaya kalkabilirsin ama çekçeğin ıstırap gün gibi ortada.”

Arafta Kalmak

“Zaman zaman arafta hissedebilir insan kendisini; geri dönemeyeceğini bilir ama ileri de gidemez. Burada şunu anlamak gerekiyor: Kayaya tırmandım, bir yere geldim, zorlanıyorum, fırtına var, ne aşağı inebiliyorum ne olduğum yerde kalabiliyorum, kalırsam donarak ölürüm, tek yol yukarı tırmanmaya devam etmek. Duramazsın. Durursan, ölürsün. O yüzden saygıdeğer Budha’nın bize tavsiyesi: Ya ilerlersin ya da gerilersin, yerinden durmak diye bir şey söz konusu değil. Bu çok net. Kendini dönüştürdüğün, anlamı olan, hikâyesi doğru oturmuş, fedakârlık geliştirdiğin bir yolda anlaman gerekiyor ki, yerinde duramazsın. Dönüşüm söz konusu olduğunda gerilemek de mümkün değil.”

Kararlılığın sürdürülebilir olması için bırakmanın öneminden bir kez daha bahsediyor öğretmenim. “Bırakmak istemediğin, tutunduğun şeyler ilerlemene engel olarak karşına çıkabilir, çıkacaktır. Önemli olan onlarla nasıl başa çıkacağın. Bazı şeyleri bırakmak çok zor geliyor, o yüzden kararlılığı sürdürmekte de zorlanıyoruz.”

“Yapamaya değil olmaya yönelik kararlılıklar kademeli olarak bizi dönüştüreceğinden, geri dönüş yoktur.”

Yaşamın içinden bir örnekle sözlerini anlamamızı kolaylaştırıyor sevgili öğretmenim Cem Şen. “Dharma çalışmanı yürütürken sana bağımlı olan bir çocuğun vardır ya da koşullar o yöne evrilmiştir. Çocuğu bırakıp yola devam edemezsin. O zaman belli ki beklemek zorundasın, çalışmanı beklerken koşullara uygun şekilde yapmanın yollarını aramalısın. Bu bizi durduracak bir engel değil, en fazla belki yavaşlatabilir ama engel değil. Beklemek zorunda olduğumuz zamanlar olabilir; buradaki bekleme, aktif bir bekleme olmalı. Çalışmayı sürdürerek, ilerlemeye devam ederek bekleme olması lazım. Daha yavaş ilerleyebiliriz ama ilerleriz.”

Yolda kimisi kolay kimisi zor engeller çıkacak. Önemli olan onlarla nasıl başa çıktığımız. “Bazı engelleri var ki onları aşmak için sadece farkındalık geliştirmek gerekiyor. İçkiyi bırakmak, boş konuşmayı bırakmak,  dedikoduyu bırakmak… Bütün bunlar belki arkadaş çevremizi değiştirmeye zorlayacak bizi ama hiçbir büyük engeller değil.  Yolda ilerlemek istiyorsak bu fedakârlığı yapmak zorundayız. Zihnimiz bir noktaya geldiğinde, bazı insanlar hayatımızdan çıkar; onlar kötü insanlar oldukları için değil, sadece artık ortak bir paydada hareket edemediğimiz için. Bununla tamam olmalıyız.”

Bir kez daha tekrar ediyor sevgili öğretmenim Cem Şen; “Seni dönüştüren, anlamı yüksek bir şey varsa, hikâyesi sağlamsa, anlıyorsan, bir uğraş gösterdiysen, ilerlemek için fedakârlık yapmak zorundasın. Kararlılık fedakârlık gerektirir.”

Bir İnsan Bile Bile Neden Kendisine Zarar Verir?

Arkadaş sohbetlerimizde sıkça gündeme gelen bir konuyu paylaşıyorum sevgili öğretmenimle. Zarar verdiğini bildiğimiz halde değiştirmekte zorlandığımız alışkanlıklar, bağımlılıklar. Bu söyleşiyi okuyan birçok kişinin kendi hayatında ya da en az bir yakının hayatında gözlemlediği bir şeydir, en basit örneği sigara bağımlılığı. Sigarayı bırakmış ve fakat koşullar çok zorladığında tekrar sigaraya başlamış insanlar tanıyorum. Bir dönem kendim de yaşadım aynı durumu. “Bir insan bile bile neden kendisine zarar verir?” diye soruyorum. Çok güçlü bulduğum bir yerden geliyor sevgili Cem Şen’in cevabı.

“İntihar etmeyi düşünmeyen az sayıda genç vardır. İntihar insanın kendisine bile bile zarar vermesi. Ben de gençlik dönemimde düşündüm. Çok varoluşçu bir bakış açısıyla bedenin ve zihnin bir problem olduğunu ve bunu sonlandırmak gerektiğini düşünmüştüm. Karar verdim, intihar edeceğim. Arkadaşlarıma mektup yazdım. Karar verdim ama kararın feri yok. Bir depresyonun pençesinde de değildim üstelik. Sonra oturdum, yazarak düşünmeye başladım. Yazarak düşündüğümde kendimi kandırmadığımı çok iyi biliyordum. Sabaha kadar yazdım. Gün doğarken fark ettim ki, ben hayattan kaçmak istemiyorum, ben hayatın mutlu olmadığım yerlerinden kaçmak istiyorum. Aslında benim kendimi öldürmek, hayatımı sonlandırmak gibi bir arzum yok. İntihar etmeyi düşünen ya da buna teşebbüs eden hiç kimsenin böyle bir arzusu yok. Bu hayatı sonlandırmak, bir ilişkiyi sonlandırmak, bir alışkanlığı sonlandırmak olabilir. Burada esas istediğimiz şeyin ne olduğunu anlamak çok önemli. Herhangi birinin aslında kendini öldürme güdüsü yok. Bizler aslında yok olmak istemiyoruz, biz aslında acı çekmek istemiyoruz. Peki, acıya sebep olan şey ne? Acıyı yaratan şey ne?”

“İntihar fiziksel değil, zihin intiharı olmalı”

“Zihin intiharı, zihnimde bana ıstırap veren şeyi bulmak ve o onu ortadan kaldırmak için çalışmak. Bana zarar veren, mutsuzluğa sebep olan şeyi öldürmem gerekiyor. Benim için bu içimdeki agresif tarafı öldürmektir. Bunu nasıl yapacağımı sorduğumda ise, beni Dharma’ya getiren şey ile karşılaştım. O gün, 19 – 20 yaşındayken, bugünkü kadar derin anlayamasam da, ızdırabın arzularımdan, isteklerimden, bunu yaparsam mutlu olurum varsayımlardan kaynaklandığını gördüm. Aynı şekilde, sigara içmek gibi kendimize zarar verdiğini bildiğimiz ve bırakamadığımız tüm alışkanları aslında kendimize zarar vermek için yapmıyoruz. Doğru, bunları yapmak bize zarar veriyor ama bizim asıl amacımız kendimize zarar vermek değil, aslında mutlu olmak istiyoruz.

Suç ve Ceza romanında bu konu çok güzel bir şekilde ele alınır: Kötü bir şey yapan insan bile aslında sadece mutlu olmaya çalışıyor. Hitler de mutlu olmaya çalışıyordu. Evet, çok yanlış bir yol, korkunç bir yol, tamamen hatalı bir yol ama amaç mutlu olmak; herkes gibi. Bir insan kendini öldürmek istediğinde o hal içinde çok mutsuz, mutlu olmak isteyen bir insan gibi görünmüyor ama aslında o mutlu olmaya çalışan bir insan. En temelinde hepimiz mutlu olmak istiyoruz. Bir uğraş ne kadar zarar verici olursa olsun temelinde mutlu olma arzusu yatıyor ama bunu anlamıyoruz. O yüzden çabamızın en önemli bölümünü teşhis ve anlama bölümü oluşturuyor. İnsanın en büyük hatası teşhisi yeterince iyi koymadan, olanı yeterince anlamdan tedaviye yönelmek ya da durumu çaresiz olarak kabul etmek. Bizim en büyük problemlerimizden biri bu. Onun için, bütün anlamlı değişimlerin, varoluşun yolu önce teşhisten geçmeli. Hep yanıt peşinde koşuyoruz ama yanıtın aslında soru olduğunu anlayamıyoruz. Soruyu anlarsak, yanıt kolay. Mesele soruyu doğru anlamakta. Soruyu anlamadan yanıt bulmaya gayret ettiğimiz için yanıtlar net olarak çıkmıyor.

Ben Buradan Çıkmak İstiyorum

Bir karanlığın içinde olduğumuzu bilmiyoruz. Karanlığın içinde olduğumuzu bilir, etrafa doğru bakarsak o zaman hava akımından ya da başka bir şeyden çıkışın nerede olduğunu bulabiliriz.  Ancak, karanlığın içindeyken, sadece “Ben buradan çıkmak istiyorum” dediğimizde el yordamı ile çıkışı aradığımızda maalesef başarılı olamıyoruz, labirentin içinde kayboluyoruz. Orada durarak, zihnimizi sakinleştirerek, olan her şeyi özenle gözlemleyerek, rüzgârı, sesi gerçekten duyarak çıkışı bulabiliriz. Burası sorgulama kısmı. Bu sorgulama ile bulunduğum yeri, ne olabileceğini anlayabilir ve sonra bir yön tayin edebilirim. Bunu yaptığımda, o yöne doğru ilerlediğimde başarı ihtimalim çok daha yüksek. Onun için, hayatın içinde hep soruyu bilmek, soruyu anlamak lazım. Doğru soru sorma yeteneği kazanmamız gerekiyor. Bu en zor yeteneklerden biri. Bugün yapay zekâya bile soru sorarken doğru cevap için soruyu doğru formüle etmek gerekiyor.

Sigara içen bir insan için doğru soru; “Ben sigarayı nasıl bırakırım?” değil, “Ben neden sigara içiyorum?” sorusudur. Teşhis olmadan, anlayış olmadan tedavi eksik kalır, başarısız olur. Sigarayı bırakmayı bir öncül olarak ortaya koyduğumuzda çıkmaz yola doğru ilerleriz. Belki irade kullanarak yapabiliriz, bir süre, ama Demokles’in kılıcı kafamızda sallanır durur. Dharma çalışan bizler için sorulması gereken sorular: “Ben Samsara’dan nasıl kurtulurum? Arzuyu nasıl sonlandırırım” değil; “Bu arzu nasıl doğuyor? Ne işe yarıyor? Bu arzu bana ne yapıyor?”

İlk yapmamız şey durumu analiz etmek ve anlamaya gayret etmek. Durumu anladığım zaman oradan ilerleyebilirim. Anlamak da çok kapsamlı. Anlamayı engelleyen bir zihin hali var, o zihin halini de anlamak gerekiyor. Bize doğru soruyu sordurmayan zihin halini de anlamamız gerekiyor ilerleyebilmek için. “Bu soruyu neden sormak istemiyorum?” Zihin en baştan bize doğru soruyu unutturuyor ve yönü sigarayı bırakmak istiyorum fikrine yönlendiriyor. Bu sadece sigara ya da benzeri bir alışkanlık için geçerli değil, hayatın pek çok alanında geçerli. Buna ‘Zihinsel Direnç’ diyebiliriz.  Bir yanımız sigarayı bırakmak isterken bir yanımız doğru soruyu sormaya direnç gösteriyor. Bu ikisinin arasındaki hal çatışma yaratıyor. Soruyu sormak istemeyen zihin sigaradan zevk alıyor.

Kendinle savaşıyorsun. Bir tarafının yap, diğer tarafının yapma dediği bir savaşı kazanamazsın. Kendi zihnine karşı girişilen ve kazanılan bir savaş yoktur. Zihni asla yenemezsin. Zihni anlamak gerekir.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ozlem-cetinkaya
Yaşam gözlemcisi olma yolunda bir yolcu. Yolculuğun her anında farkındalıkla deneyimin içinde kalabilmek, kalbini uyandırmak adına kullandığı araçlarını diğerleri ile paylaşmaya gönül vermiş bir elçi. Jaadoo İyi Yaşam markasının kurucusu. Yazar, yazar koçu, farkındalık ve şefkat eğitmeni.