Bilinç dışına “örtülü bellek” denmesinden hoşlanıyorum. Bir muamma olmaktan çıkıveriyor adeta, ya sizce? “Hatırladığım, hatırlamadığım ama bir şekilde yeri olan deneyimsel bilgilerin belleğimdeki saklı, örtülü izleri” diye tanımlamaya başlamak mesela. Gayet anlaşılır. Ayrıca, elbette toplumsal hafızadan ve denilene göre kozmik evrensel bilinçten aktarılanlar… Gerçekleşmemiş olsa da mevcut olan bastırılmış ve tanınmayan arzular, ifade edilmemiş fikirler, devasa bir deniz. İtibarı sanki biraz karanlık olan bilinçdışı alanını nedense çoğunlukla yıkıcı travmaların ya da ilkel dürtülerin sorumlusu bir kütüphane olarak görüyoruz ve travmalara odaklanıyoruz. Oysa varoluş yolculuğunda bize rehberlik eden sadece acı anılarımız değil.
RADYODA BON JOVI ÇALINCA…
Bu konuda hiçbir fikrimin olmadığı yıllarda, güya tastamam hayatımda ve güya mutluyken, doğal, çabasız neşenin yoksunluğunu fark ettiğim deneyimler tuhaf şekilde ansızın neşelendiğim anlardı. İşte bu anlar bence karanlık olmayan örtülü bellekle buluşmalarım. Mesela İstanbul’da berbat bir trafikte, gittiğin yere geleneksel olarak gidemezken radyoda Bon Jovi çalmaya başlamasıyla 90’lara ışınlanmam gibi.
Tanıdık versiyonları sizde de olabilecek olay şöyle gerçekleşir: Tüm gerginliğin buharlaşma silsilesi inanılmaz hızda gelen anılar film şeridi gösterimiyle başlar ve tüm benliğimi sarar. İlla görsel değildir film şeridi, başka duyularla sarar her yanı. Yüz kaslarım gevşer, karnımda tuttuğum nefesi kolayca bırakırken kalbimin atışı hızlanır ve tüylerim ürperir başlayan filmi fark ederken. Gülümseme kendi başına kocaman bir gülüşe döner ve radyonun sesini açarım. Filmlerde de böyle değil midir?
BEN, BEN’İ HATIRLARKEN…
Başrolde gençliğimin tek geçilecek hediyesi walkman’im. Kadıköy’den aldığım kendi adını taşıyan Bon Jovi kasetini dinlemek için yalnız kalmayı planlamam. Ailemle yaşadığım evin arka balkonunda play tuşuna ilk basışım. Sonra defalarca ve defalarca dinlerken aldığım zevk ve kendi başıma balkonda bir yandan söylerken zıplaya zıplaya dans edişim. Bitmesin istediğim anlar, yıllarca devam eden benzer coşkuyla walkman keyfim ve hayallerin gerçek oluşu, İnönü Stadyumunda ilk kez canlı dinleme şansı için saatlerce kapıda beklemek. Moda sineması pasajındaki yabancı dergiler getiren dükkândan aldığım, yanlış hatırlamıyorsam üç ya da dört sayıda tamamlanan orijinal ölçüde Jon posteri (elbette yeni sayı beklenen o haftalar kolay geçmedi).
İşte genelde böyle bir film oynadığında ben, Ben’i hatırlarım. Görevler dünyası hizmetine henüz kaptırmadığım halimi. Kendiliğinden coşkuyla, hazla buluşmamın ne harika bir şey olduğunu görmek bana örtülü belleğin aslında pekâlâ aydınlık bir neşe kaynağı da olabileceğini düşündürür. Ruhumda taşıdığım, benim ve yolumun kesiştiği insanların payı olan hazinelerle dolu bir deniz gibi. Ansızın gelen hediyeyken iyi hoş ama istediğim an erişmeyi hatırlamak da bir seçenek. Yaşamdan zevk alma potansiyelimi, özgün sevinç haritamı elimin altında tutmayı araştırmak nasıl mümkün?
Bu denizde yüzerek anlayışımı geliştirebilir miyim? Belki. Hayatımın senaryosunu yazarken zor diye tanımladığım zamanlarda da neşenin aslında varoluşun doğal bir parçası olduğu fikri ve heyecanıyla, tıpkı bir çocuk gibi “rağmen” oynamaya istek duyabilir miyim?
Neşe, sevgili dostları; merak, yaratıcılık, doğa, kültür, özgürlük, cesaret, dostluk ve kendi varlığının dahil olduğu bütünselliğin değerini algılamak olabilir mi, bakıyorum.
Zamanla anladım ki kendi hikayemin acı ve tatlı hediyelerini şefkatle cebime koyup mümkün olduğu kadar oynamak istiyorum.
Terry Eagleton gülmenin felsefesi üzerine bir konuşmasında şöyle diyor: ‘’Şayet arzu ederseniz, kahkahaya bir metin muamelesi yapabilirsiniz. Veya birçok farklı yerel aksanı olan bir dil muamelesi de yapabilirsiniz.”
Bu bakış açısı şahane bir alan yaratıyor ve bu özgün dili keşfetmeye heyecan duyuyorum.
3 PSİKOLOG 3 YORUM
Bilinç dışı ve neşenin ilişkisini üç uzmana sorduk ve okuyana neşesini hatırlatacak çok güzel tanımlar aldık. Klinik Psikolog Gülbin Öztürk Tüter, bir çocuğa bakım verenlerin neşesinin onun kendilik yapısının oluşmasındaki öneme değinirken, Psikoterapist Ebru Tuay neşeyi, varlığın anlama kavuştuğu yer olarak tanımladı. Klinik Psikolog&Terapist Özge Çivci ise hepimizde var olan sezgisel kaynak ile bağlantıda olmayı hatırlattı. Okuduklarınız sizlere de iyi gelsin, neşeniz daim olsun.
KLİNİK PSİKOLOG GÜLBİN ÖZTÜRK TÜTER:
“İNSANIN KENDİLİK YAPISI, BAKIM VERENİN NEŞESİ İLE BESLENİR”
Son bir buçuk yılda insanlık, bu büyüklükte bir benzerini daha önce yaşamadığı, bulaşıcı bir hastalığın pençesindeyken neşe, tüm duygular arasında en zor hissedebildiklerimizden. Bireyciliğin altının giderek daha fazla çizildiği çağımızda bu deneyim ile tüm insanlığın aslında birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu oldukça zor bir yoldan öğrendik. Tüm dünyada her gün can kayıpları yaşanıyorken, insanlık neşesini kaybetmişken kendi sağlığımız yerinde olsa dahi bunun neşeli hissetmek için yeterli olmadığını gördük. Bir insanın neşeli hissetmesini sağlayacak bireysel dinamiklerin kolektif olarak yaşanan hayati, ekonomik ve ruhsal tehdit altında işe yarayamayabileceğine şahit olduk.
“NEŞE BAZEN PERDE OLABİLİR”
Arapça kökenli “neş’e” sözcüğünü TDK, “mutlu olmaktan doğan ve dışa vurulan sevinç” olarak tanımlıyor. Ancak bu sözlük tanımı insanın karmaşık dinamiklerini içermiyor. Zira neşe olarak dışa vurulan sevincin, ardında her zaman mutluluk taşıdığını söyleyemeyiz. Neşe dahil hissedilen ve/veya dışa vurulan tüm duygular bilincimizin dışında olan bitenlere ve ruhsallığımıza dair işaretler taşır. Dışa vurulan duygu iç dünyada hissedilen duygularla uyumlu olabileceği gibi bazen iç dünyaya hâkim olan tersi bir duyguyu perdeliyor olabilir.
“NEŞE BAZEN SAVUNMA DA OLABİLİR”
Ruhsallık içinde çatışma yoğunlaştığında ve tahammülü zor şiddetli duygular ortaya çıktığında benlik dağılma tehdidi ile karşı karşıya kalır. Bu durum karşısında benliğimiz bazı savunmalar ile ayakta kalmaya çabalar. Dolayısıyla bazen neşe olarak dışa vurulduğunu gördüğümüz duygunun, bilincin dışına bastırılan kedere, zamanında yaşanan kayıplar ve tutulmamış yaslara karşı bir savunma olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Böyle durumlarda ruhsallık içinde hissedilen keder ve kaygı öyle yoğunlaşır ki ancak bilinç dışı savunmalar ile inkâr edilerek, hiç yokmuş gibi yapılarak ve hatta tam tersi bir duygu olan neşeye dönüştürülerek tahammül edilebilir olur.
ÇOCUK DOĞDUĞUNDA ANNE-BABA NEŞELENİR
İç dünya ile uyumlu, spontan bir neşe halini dışa vurmak için kişinin ruhsal ve zihinsel olarak esneyebilme becerisine, yaratıcılığa, espriye alan açabilmesine ihtiyaç vardır. Bunlar aynı zamanda Psikanalist H.Kohut’un ifade ettiği bütün, birleşik, yani sağlıklı bir kendilik yapısında bulunan niteliklerdir. Kohut, insanın kendilik yapısının erken yaşlarda hem çocuğun kendisine hem de bakım verenlerin çocuğa dair taşıdıkları gurur ve neşeden beslendiğini söyler. Bebek doğduğunda tüm geniş aile ama öncelikle anne ve baba neşelenir. Kendisine bakım verenlerin neşesi ile bebek de neşelenir. Kendisine, öteki kişilere, dünyaya gurur ve neşe içinde yönelebilir olur. Dolayısıyla yetişkin bir kişinin iç dünyası ile uyumlu seyreden neşe halinin kökenlerinin ruhsal gelişimin erken yıllarına dek uzandığını söyleyebiliriz.
Özetle, sözlükteki tanımı ile oldukça net ve açık ifade edilen neşe hali insanın çatışmalarla yüklü ruhsal gelişim hikâyesine ve bu bireysel hikâyenin yanı sıra insanlığın yine çatışmalarla yüklü kolektif yaşam hikayesine bağlı olarak deneyimlenir.
PSİKOTERAPİST EBRU TUAY: “NEŞE, BAĞLANTIDA OLMAKTIR”
Neşe, yaşamı kucaklarken kucaklanmış olmaktır.
Varlığın anlama kavuştuğu yerdedir.
Bebeğin limbik sisteminin ön beyin ile bağlantısı aktive olduğunda bir hava baloncuğu gibi karından gelip ağızdan çıkan coşkulu bir kıkırdamadır. Bu coşku tanıklıkla oluşur.
Güvenli bir kucaktayken görüldüğünü duyumsadığı an farkındalığa gelen var olma hissidir. Yani neşe, bağlantıda olmaktır.
Hayattır.
Hayatta olmanın coşkusudur.
Neşe, mutlulukta olduğu gibi kederi dışlamaz. Kederden boşalan yeri doldurmaz. Neşe, kederi de kapsar. Tüm hallerin varlıkta muhafazası ile neşeleniriz. Ölüm karşısında teselli bulunan yegâne haldir varlığınca yaşamak.
Neşeliyken parasempatik sinir sistemi aktive olur yani dinginleşiriz. Barışta olma halidir.
Mutluluk şeylerle ilişkiliyken, neşe ilişkilenmenin ta kendisidir.
Bu satırları yazarken aklıma bir kitap başlığı düşüverir: “Var Mısın?”
İşte tam bu anda bu bağlantının kurulmasıdır neşe.
Hikayedeki sürekliliktir.
KLİNİK PSİKOLOG&TERAPİST ÖZGE ÇİVCİ:
“SEZGİSEL KAYNAK SANA KENDİNİ HATIRLATIR”
“Hiç güzel bir rüyadan uyandığınız bir sabahın ardından, rüyanın yarattığı etki ile yerli yersiz gülümsediğinizi fark ettiniz mi? Rüyanın içindeki anların gözünüzün önünden geçiverdiği oldu mu? Tam tersi bir kâbusun tüm gününüze nedenini anlamadığınız bir gerginlik ve tedirginlik verdiği zamanları yaşadınız mı? Freud’un bilinç dışına giden krallar yolu olarak gördüğü rüyaların içinde, duygular da katman katman yer alır ve bilinç dışından bolca malzeme taşırlar.
Sartre’a göre duygular dünyayı değiştirmek için dünyaya yaptığımız bir tür sihir gibidir. Bu sihir bazen bize duygusal bir kaynak olarak zor zamanlarda kullanmak adına, birdenbire, kendiliğinden, beklenmedik şekilde ortaya çıkar. Ben bunun adına ‘sezgisel kaynak’ diyorum. Yani bir şeyin iyi geleceğine dair oluşturduğun inancın, sisteminde bir yer etmesi ve ihtiyaç duyduğun anda sisteminin onu geri çağırması. Öyle ki herhangi bir konuda, bir zorlanma yaşadığında, bir ihtiyaç hissettiğinde, çıkmaza girdiğini düşündüğünde sezgisel kaynağın sana kendini hatırlatıyor, türlü şekillerde devreye giriyor. Eğer yeterince bağlantıda isen kaynağınla, doğru zamanda sana ulaşıyor.
Bazen bu ihtiyaç duyduğun bir ilişki oluyor ve mesela o an o kişi seni arıyor. Bazen o kişi ya da bir sembol rüyana giriyor ve sana, zorlanmana dair yardımcı, rahatlatıcı, kolaylaştırıcı bir şeyler söylüyor. Bazen de yaşanmış ve hatıralar dolabına girmiş bir deneyimin kendisi oluyor bu sezgisel kaynak. Deneyimi bilince geri getirmek bile içini huzurla dolduruyor. Çıktığı yerden gülümsetiyor. Bazen bir koku, geldiği gibi rahatlatan. Belki senin için o kokunun kaynağı, örtük hafızandaki çok eski zamanlardan gelmiş… Bazen bir ses, bir melodi, bir şarkı. Kim bilir hangi anın, anının farkında olunmamış eşlikçisi… Bulutlara saklanan bir şekil, gölgelerde göz kırpan bir suret…
Sezgisel kaynakları sevdikleri, dostları olan pek çok kişi deneyimlemiştir, aklından geçirirken o kişinin onu aradığı ya da ona mesaj attığı anları. En zor anlarda sevdiklerini rüyana almak da benzer bir durum olsa gerek. Bazen artık hayatta olmasalar bile.
İyi gelen ilişki bir karşılıklılık taşıyor. Sezginin içinde var olan hali birlikte deneyimlemek de bir kaynak insanlar arasında.
Sezgisel kaynaklar bilinç dışında bir yerlerde öylece duruyor biriktirdikçe. Tıpkı bilinç dışında biriken ve ne zaman ne şekilde çıkacağı belli olmayan tüm malzemeler gibi.”
Açılış fotoğrafı: Denise Husted-Pixabay
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.