Akrep Nalan
Yaşam

Akrep Nalan unutulacak diye ödüm kopuyor

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bir hesap sormuştu, “Şu an ne dinliyorsunuz,” diye. Ben de yazdım, “Akrep Nalan.” Bunu yapmayı sürdüreceğim. Neden? Çünkü unutulsun istemiyorum. Ayda bir en az, ondan bahsedilsin. Televizyon kanalları onu sol üst köşeye avatar olarak koysun arada. Ve elbette her yıl anılsın hem doğum gününde hem öldüğü günde.

Akrep Nalan sadece Akrep Nalan değildir

Kimler geldi kimler geçti…

Kimileri kaldı kimilerinin esamesi okunmuyor. Ben, üzülüyorum böyle şeylere. Bir vakitler olan birinin, bir vakit sonra sanki hiç olmamış gibi olmasına çok bozuluyorum.

Böyle olmamalı.

Hele Akrep Nalan, katiyen unutulmamalı. Onun varlığında vücut bulan olma hali, yok olup gitmemeli… “Başka nasıl olunur” sorusunun bu müthiş cevabı silinmemeli hafızalardan…

Hiç üşenmeyip onu neden unutmamak gerektiğini en temel sebeplerimle listeleyeceğim:

  1. Çabasızlık: Öyle tatlı var oldu ki… Gözümüzle görmesek kulağımızla duymasak, hiç olmadı sanılabilirdi. Ama oldu. Kendi bildiği gibi.
    Belki en fazla akşam olduğunda heyecanlanıyordu o da masa kurmak için… En büyük telaşı, buz yetecek mi ya da pilaki iyice yağına binmiş miydi belki. Bir çabası olacaksa bu, bahçedeki yaseminleri ya da sardunyaları sulamaya yetecek kadardı sanki.
  2. Fiyakasızlık: Hiçbir albenisi yoktu. Hiç. Şu kadar bile. Sıfır.
    Hatta sesi bile öyle çok acayip bir ses değildi. Fakat bir hali vardı, bir gören bir daha unutmazdı. Hayretlikti. O an anlamazdın hayret ettiğini ama ederdin.
    Ona bakarken, onu düşünesin gelirdi. Akrep Nalan, kendi hakkında düşündürten biriydi. Bu mühim ve pek az insanda olan bir şeydir.
  3. Az ve öz: Geçenlerde yazdım. Bence bunun doğrusu “has ve öz.”
    24 adet şarkı söyledi. İki tane albümde… 12’sini 1991’de diğer 12’sini de 1994’te.
    “Vay bir şey tutturdum, buradan yürüyeyim” demedi. Söyledikçe söylemedi. Kendine yetecek kadar söyledi. Belli ki sadece yapmaktan zevk aldığı için yaptı. Sonra sanki bir şey oldu, artık zevk almadı. Zevk yoksa ben de yokum dedi, evine gidip doğallıkla barbunya ayıkladı ya da reçel kaynattı. Bilmiyorum.
    Küsmesiz gitti öyle. Sitemsiz. Bir şey demeden. Sıkılmıştı herhalde. Ya da bırakmayı biliyordu.
    Aldığı kadar un meselesinde ustalaşmış olmalıydı.
    Hani çekirdek yerken olur… Yersin yersin yersin, sonsuza dek yiyecekmiş gibi seri, dizginsiz yersin de bir anda yükselir, çekirdeğe çatar, ellerini birbirine vurarak silkeler, “Ay tamam artık yeter, yemicem,” dersin. Öyle birdenbire kaldırdı kendini sanki. Yetmiş olmalıydı sahiden.
  4. Ruhluluk: 24 şarkının hepsi ama hepsi bir şey der. Çok tatlı bir hal vardır şarkılarında. Hem sözlerde hem söyleyişte. Bir tek şarkıda bile yormamıştır kendini, bir tek şarkıda bile sesi yükselmez. Belki “Karlar Düşer”de biraz, o kadar. Sanki eteklerini toplamış, deniz kenarında ayaklarını öylesine suya sokmuş, bir ayağıyla suyun içinde daireler çizerken bir yandan da şarkı mırıldanıyor gibidir. Kendiliğinden, öylesine, canı öyle istediği için. İçtenlikle.
  5. Güleryüzlülük: Üşenmeyip arama motoruna Akrep Nalan yazın. Görselleri listelerseniz göreceksiniz. Dizilerden kareler hariç, gülümsemediği tek bir fotoğrafı yoktur. Çünkü o kendinden bir şey yapmak için özel stratejilere tevessül etmemiştir. Ne look derdi olmuştur ne imaj ne klasman. Olduğu gibi olmaların Akrep Nalan’ı. Vallahi unutturmayacağım seni!
  6. Aynılık: Eğer dediğimi yapıp kendisinin fotoğraflarına baktıysanız göreceksiniz. O hep aynıydı. Hep. Hani ölümsüzlük diye bir şey olsa ve onu 3071 yılında görebilecek olsak, yine böyle görürdük diye düşünüyorum. Dedim ya, kendinden bir şey yapma hevesi hiç yoktu. O zaten kendinden yapılıydı, yapılmış olduğunun farkındaydı. Buna yapacak bir şeyi yoktu. Kendinden razıydı, müsterih olmuştu, “okey”di kendisiyle.
    Dünyanın en zor şeyini yapmıştı, kimselerin giremediği o yola girmişti ve kendini oluruna bırakmıştı.  
  7. Tevazu: Gençler bilmez ama çok meşhurdu. Onu tanımayan yoktu. Halikarnas, Sarhoş, Karlar Düşer, Aşiyan, Kolay mı… Masalarda mutlaka söylenirdi bunlar, döneminde. Ne yıllardı ama… Yaşı yetip bu şarkıların çıktığı yıllara yetişenler şimdi, hüzün ve özlem dolu o tuhaf, keyifli hali ruhlarında hissedeceklerdir, eminim. Ama onu bir kere bile artistlik yaparken görmezdiniz. Bu çok şahane bir şey.
    Yaptığı şeyi yapabildiği için havalara girmiyor gibiydi. İlginç bir aldım kabul ettim, okudum anladım hali. Şarkı söylüyor, çok ünlü, bayılınıyor ve bu çok acayip hissettirmiyor. Nasıl anlatsam, sanki sahneden inip koşa koşa eve gidiyor ve ilk iş, sütyenini çıkarıp geceliğini giyiyor. Sanki gecenin kaçı olursa olsun, o gün kahvesini içemediyse onu da illaki iki dakikada içip öyle yatıyor. Kahvesi de küçük bir cam kavanozda… İçinde iki tane kesme şeker ve bir de saplı duran çay kaşığı var, buzdolabında, şişelerin hemen yanında duruyor. Yerine aşina olmayanlar, o küçük kavanozu bir kerede göremiyor.
  8. Keyfi yerindelik: Bunu da çok değerli buluyorum. Onda, sadece hayatın tadını almışlarda olan bir sefa enerjisi vardı.
    O, bir vakitler bir tat almıştır hayattan. Bir şeyi çok iyi anlamış, idrak etmiştir. Şifreyi okumuş kâğıdı da yuvarlayıp yutmuştur. Belli ki bir yeri olmuştur hayatının, neyin doğru olduğunu hiç düşünmeden anlayabilme yetisi kazanmıştır o gün. Nerede gerçekleşmiştir o kırılma anı ya da hangi olaya tekabül etmiştir bilinmez.
    O artık, uzaklara baktığında ne düşüneceğini daha bakmadan bilen kişidir. Öyle ki düşündüğü şeyler de sayılıdır, onları da özenle seçmiştir.
Akrep Nalan unutulacak diye ödüm kopuyor

E, yani?

Daha ne olsun… Dünyadan böyle geçmiş birinin unutulmasını istemiyorum. Onun, bir vakit sonra kimsenin hatırlamadığı biri olmasını istemiyorum. Böyle de var olunduğu hiç unutulmasın istiyorum. Bağırmadan şarkı söyleyenler, aşklarıya yaza damga vurmayanlar, kimse onun için delirmese de yapmayı sevdiği şeyi yapmayı sürdürebilenler…

Görülüp görülmemeyi kafaya takmadan evinde gönlünce oturabilenler, son parasını dostluğa yatırabilenler… Ekmeğini gidip kendi alanlar, yaz geldiğinde şıpıdık terliğini penye elbisesini giyenler… Mücveri illaki kızartanlar, mantıyı kaşıkla, tavuğu elle yiyenler.

Hiçbir zaman kendiliğinden kalkıp oynamayan ama ısrar edilirse ortamı asla bozmayanlar… Öyle de var olabilenler böyle de var olabilenler. Bir gün olsun gönlünün çektiği gibi sevilmemiş olsa da sevdanın hakkını verebilenler; ne kadar ekmek o kadar köfte demeyenler… Bunun mümkün olduğunu gösterenler.

Cherie boş vermişler güzeli

İşte bu nedenle zaten hiç unutulmamalı. Başlıktaki şarkı, sözlerini kendisinin yazdığı benim de en sevdiğim şarkılarından biri. Aslında otantik ezgileriyle falan epey canlı bir şarkıdır ama bir de bana sorun, benim çok içime dokunur Cherie. “Sinsi bir korku, ya yaşlanır, unutulur/renkli dünyası son bulur” der şarkıda. Hayatı seven böylesi seven Cherie bana unutulma ve eskisi gibi olamama korkusunu düşündürüyor. Bu var olmanın kaçınılmaz hüznüdür. Siz hiç, öldüğünüzü düşünüp yaşamı özler misiniz? Yani bir gün yaşamaya, hayatta olmaya özlem duyma ihtimalinizi. Bir an. Bir an gelip geçer içinden yaşamak özlemi. Cherie duyumsar bunu…

Bir de şöyle şeyler der, “Cherie tutkular prensesi, boş vermişler güzeli, uslanmak bilmez, usanmak bilmez…” Cherie onun, Tapu Kadastro Müdürlüğü’nün içindeki Tinker Bell’idir.

Arada kutusundan çıkarıp baktığı, asla boynuna takmadığı, sevip okşayıp yine nevresimlerin, pikelerin arkasına sakladığı mahrem parçası…

İnsan bir tuhaf oluyor…

UNUTMAMAKLAR LİSTESİ

Unutulmayacak şeyler listesi çok önemli. İnsanın neyi asla unutmaması gerektiğini bilmesi çok önemli. Bunu seçmesi. Ve başkalarına da unutturmaması. Beyhudeliğe karşı biçare bir meydan okuma! Benim bir listem var. Unutmamaya çalıştıklarım. Unutmamak gayretinde olduklarım. Ve unutturmamak. Akrep Nalan onlardan biri. Kendine has olma biçimiyle onu hatırlayacak ve hatırlatacak, hiç bilmeyenlere işittireceğim.

Siz, birini ya da bir şeyi unutturmama görevi üstlenecek olsaydınız kim neden hiç unutulmasın diye gönüllü olurdunuz? Olmalıyız çünkü…

(Akrep Nalan’ın fotoğrafı kendisine ait Instagram hesabından alınmıştır. 28.07.2017)


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

serda-kranda-kapucuoglu_
Kitap projeleri, yayın danışmanlığı, yazar koçluğu ve geliştirici editörlük yapıyor. Jungian Koç. Birdenbire adlı ilk romanını 2022’de yayımladı. Kurucusu olduğu ZB Akademi’nin Serda Kranda Akademi markası altında hem kurumlar hem de bireyler için editörlük ve yazarlık atölyeleri düzenliyor, editoryal danışmanlık veriyor. 21 Gün Okuyanları adlı okuma kulübünün kurucusu. Mümkün Dergi’nin ve 360 derece editörlük ve yayın danışmanlığı hizmetleri veren Mümkün Ajans’ın kurucu ortaklarından. Edebiyat, felsefe, mitoloji ve psikolojiyle ilgileniyor. 1979 İstanbul doğumlu. Evli, kedili ve iki kız annesi.