Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen İstanbul Kahve Festivali kapsamında çok sevdiğim Levent Yüksel’in konserini izleme fırsatım da oldu. Aslında “kahve bahane, konser şahane” durumu da gerçekleşti denebilir, zira etkinlikte Levent Yüksel’in sahne alacak olması bilet almamdaki en önemli etkendi. Neyse, konumuz bu değil aslında. Konumuz, konser sırasında şahit olduğum davranışların bu yazının yazılmasına vesile olması. Hepimizin zaman zaman düştüğü bir tuzak var; bir etkinliği belgelemeye çalışırken, aslında onu kaçırıyor olma hali. Bunu ilk kez kızımın 4. sınıf yılsonu gösterisinde düşünmüştüm. İlkokul 1 itibarıyla her yıl yapılan gösterileri bir şekilde kayıt altıma alma telaşımız olmuştu, 4. sınıfa geldiğimizde “yahu biz ne yapıyoruz!” dedim ve o yıl birkaç fotoğraf hariç hiçbir şeyi kaydetmeye çalışmadım. Zaten okul etkinlikleri kaydedip CD olarak veriyordu bir de biz neden illa kendimiz kaydetmeye çalışıyorduk ki? Bu kez telefonun kamerasının arkasından değil kendi gözlerimle izleyecektim gösteriyi ve öyle de yaptım.

O günden sonra da bu tutumumu korumaya çalıştım. Kendimce bir şeyleri başardım diye düşünüyorum, bu yazı hala başaramayanlarla ilgili! O gün konseri sahne önü ayakta izliyorduk ve şans eseri oldukça ön sıralardaydık. Hemen önümde duran bir kadın, elinde telefon bütün konseri çekip bir taraftan WhatsApp’tan aile grubu olduğunu sandığım bir gruba saniye saniye olanı biteni anlatıyordu, üzgünüm ama bütün mesajlarını okuyabiliyordum. Bu benim en sevdiğim şarkı, aaa şimdi Tuana’yı okuyor falan filan. Bir taraftan Instagram’da paylaşımlar, diğer tarafta görüntülü WhatsApp konuşmasıyla kendini ya da sahneyi çekme, benim canlı yayında onun akrabalarıyla göz göze gelmem falan. Yahu biz bunları niye yaşıyoruz? Hiç tanımadığım bir insan sonsuz bir paylaşma arzusuyla benim de dikkati mi dağıtıyordu durduk yere. Onun önünde başka bir bey de tüm konseri videoya çekti, telefonu elinden bir an bile bırakmadı. Konser bitişi kolum koptu diyordu! Sadece onlar değil hemen hemen herkeste durum aynıydı aslında! Çektin de ne oldu? Bir daha dönüp izleyecek misin sanki? Kendimden biliyorum, izlemiyorsun! Sadece telefonunda yer kaplıyor o görüntüler ve bir gün geliyor cazibesini yitiriyor ve hepsini bir kalemde siliveriyorsun. Gelmişsin konsere, hadi bir iki kare çektin, bir tane video paylaştın yeter. İzlesene, tadını çıkarsana, o an orada olana odaklansana… Neden bu sürekli ben buradayım, Allah’ım ne kadar da eğleniyorum, bana bakın, beni görün beni like’layın hali? Güzel anlarımızı sevdiklerimizle paylaşmak istememiz ya da keyif aldığımız bir anı ölümsüzleştirmek için kendi kişisel albümümüz olarak kullandığımız hesaplarımızda paylaşmamız kötü mü? Elbette değil! Peki, ipin ucu nerede kaçıyor? İş ne zaman tehlikeli bir hal alıyor?

Acıbadem Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Alper Bilgili ve Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Uzman Psikolog Jülide Unutmaz, bu durumu sosyolojik ve psikolojik açıdan değerlendirerek, önemli uyarılarda bulundu.
“Paylaşmaya odaklanırken, hayatın kendisini kaçırıyoruz.”
Beğenilme ve onay alma isteği insan doğasının temel özelliklerinden biri. Sosyal canlılar olarak varlığımızı sürdürebilmemiz için başkalarıyla ilişki kurmaya ve kabul görmeye ihtiyaç duyuyoruz. Ancak günümüzde sosyal medya, bu doğal eğilimi farklı bir boyuta taşıyarak bireylerin psikolojisi ve toplumsal ilişkileri üzerinde yeni etkiler yaratıyor. Özellikle “like” kültürü, beğeninin karşılığını anında ve geniş kitlelerden alabilme imkânı sunduğundan, bireylerde kısa vadede dopamin salınımını tetikliyor; fakat uzun vadede bağımlılık, kıskançlık ve tüketim baskısı gibi olumsuz sonuçlara yol açıyor. Acıbadem Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Alper Bilgili, sosyal medyanın bireyler ve toplum üzerindeki etkilerini değerlendirerek, beğenilme ve onay alma isteğinin doğamızda olduğunu ama sosyal medyanın bunu başka bir boyuta taşıyarak insan psikolojisi için zararlı bir hale getirdiğini ifade ediyor.
Günümüzde adeta bir “beğeni bağımlılığı” yaşandığını dile getiren Bilgili, sosyal medyanın sıradan insan ilişkilerinde olmayan bir imkân sunduğuna dikkat çekiyor: “Beğeninin karşılığını ‘like’larla hemen alıyoruz. Üstelik çok daha büyük bir kitleye, hatta tanımadığımız insanlara bile kendimizi beğendirebiliyoruz. Bu kısa vadede dopamin olarak bize dönse de uzun vadede psikolojimiz ve toplumsal ilişkilerimiz üzerinde olumsuz etkiler yaratıyor.”
Bu olumsuz etkilerden en dikkat çekeni ise kuşkusuz, kıyaslama. Kullanıcıların, başkalarının abartılı hatta aldatıcı paylaşımlarını gerçek sandıklarına dikkat çeken Bilgili, “Örneğin Utah Valley Üniversitesi’nin bir araştırmasına göre Facebook kullanıcılarının ciddi bir bölümü diğer insanların kendilerinden daha mutlu bir hayat yaşadığına inanıyor. Missouri Üniversitesi’nde yapılan bir başka araştırmaya göre ise, sosyal medya kıskançlık hissini artırıyor. Zaten düşünüldüğünde iki sonucun birbirinden bağımsız olmadığı görülür” şeklinde konuşuyor.

SOSYAL MEDYA BAĞIMLILIK YARATIYOR
Sosyal medyanın bağımlılık yarattığına dair geniş bir literatür bulunduğunu hatırlatan Alper Bilgili, “Gallup araştırmasına göre kullanıcıların %41’i saatte birkaç kez, %11’i birkaç dakikada bir bildirimlerini kontrol ediyor. Bu bağımlılık tesadüf değil; sosyal medya insan psikolojisinin zaaflarına göre bilinçli olarak tasarlanıyor” diyor.
Sosyal medya, tüketim alışkanlıklarını da yönlendiriyor. Orada gördüğümüz paylaşımların, tüketim kültürünü sürekli olumlayan bir etki yarattığını vurgulayan Bilgili, “İhtiyacımız olmasa da oradakiler gibi tüketmek istiyoruz. Sosyal medya sadece tüketimi özendirmiyor, kolaylaştırıyor da. Geçtiğimiz sene ‘Kara Cuma’ döneminde TikTok, ‘TikTok Shop’ adlı kendi uygulaması üzerinden günde 100 milyon dolarlık satış yapmayı başardı. Bunun yanında sponsorlu içerikler ve influencer paylaşımları belirli ürünlerin karşımıza çıkmasına neden oluyor. Reklam verenlerin ilgi alanlarımıza erişmesi ve uygulama üzerinden bizi tanıyor olması bu sosyal medya uygulamalarını ana akım medyadan çok daha etkili kılıyor. Çünkü firmalar alıcı kitlesini belirleyip, bu tür reklamları gerçek muhataplarına ulaştırabiliyor” diyor.

ARTIK MİNİMALİZM DE BİR GÖSTERİŞ UNSURU
Sosyal medyada minimalist yaşam tarzına yönelik akımlar da popüler. Ancak Doç. Dr. Alper Bilgili, bu akımların samimiyetini sorguluyor: “Minimalizm, tüketim kültürüne karşı bir duruş gibi görünüyor. Ama sosyal medyada minimalist yaşamakla övünmek, yeni bir statü aracı haline geldi. Bazıları sahip olduklarını azaltmak yerine, minimalist yaşam videolarında gördüklerini edinmeye başladı. Amaç yine beğeni almak oldu.”
Sosyal medya platformlarının da kendi dinamikleri olduğuna işaret eden Bilgili, “Bu platformlarda aşırı tüketimle veya gösterişçi tüketimle ilgili bir farkındalık uyandırmak teoride mümkün. Ancak platformların beğeni üzerine kurulu olması, bu platformlardaki algoritmaların temelde kâr amacı gütmeleri, bu iyi niyetli eylemlerin kolaylıkla amacından sapmasına neden olabilir. Tabii detaya inildiğinde sosyal medya platformlarının kullandıkları farklı algoritmalar nedeniyle tüketimle ilgili farkındalık oluşturma potansiyelleri arasında da ayrıma gitmek gerektiği söylenebilir. Örneğin Reddit ile Instagram’ı bu anlamda aynı kefeye koymamak gerekir” şeklinde konuşuyor.
DOĞRU KULLANILIRSA FAYDALI
Sosyal medyanın olumsuz yanlarının yanında bazı faydaları da olduğuna dikkat çeken Bilgili, “Doğru kullanılırsa iyi bir network ve bilgi kaynağı olarak işlev görebiliyor. Özellikle konvansiyonel medyayla kıyaslandığında sesini duyurmak için etkili bir mecra. Memnuniyetsizlik halinde etkili bir ceza aracı olarak da kullanılabiliyor. Ancak tüm bunlar doğru kullanılmaya bağlı” diyor.
SOSYAL MEDYANIN OLUMSUZ ETKİLERİNDEN KORUNMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Doç. Dr. Alper Bilgili’nin önerileri şöyle:
“Öncelikle sosyal medyayı neden kullandığımızı sorgulamalıyız. Kullanım sınırları koymak bazı günler dijital detoks yapmak faydalı olabilir. Kendimize sosyal medyanın gerçeği temsil etmediğini hatırlatmamız gerekiyor. Bu platformların bizi esir etme stratejileri, kumarhane taktiklerinden davranışsal psikolojiye kadar pek çok araçtan faydalanıyor. Bunlara ilaveten sosyal medyada ne paylaşacağımızı veya kime ne cevap vereceğimizi düşünürken hayatla olan temasımızı yitirdiğimizi hatırlamak gerekir. Aksi takdirde paylaşmaya odaklanırken, yaşamın kendisini kaçırıyoruz. Özetle sosyal medyanın olumsuz etkilerinden kaçınmak sadece ciddi bir irade değil, aynı zamanda zamanımızı, enerjimizi ve dikkatimizi paraya çevirmek için tasarlanmış platformlara karşı bilinçli bir farkındalık gerektiriyor.”
“Yoğun sosyal medya kullanımı depresyon sebebi”
Kısa sürede iyi hissettiren ancak bilinçli sürdürülmediğinde uzun vadede mutluluk yerine tatminsizlik oluşturabilen alışkanlıkların başında sosyal medya ve çevrimiçi alışverişin geldiğini vurgulayan Uzman Psikolog Jülide Unutmaz ise bireylerin dijital platformları bilinçli ve dengeli kullanmalarının psikolojik sağlıklarını korumaları açısından çok önemli olduğunu ifade ediyor.

DİJİTAL DENGEYİ KURMAK ÖNEMLİ
Sosyal medya ve internetin tamamen kötü olduğunu söylemenin doğru olmadığını ancak bilinçli kullanılması gerektiğinin altını çizen Unutmaz, “Burada önemli olan nokta sosyal medya gibi anlık mutluluk kaynaklarını tamamen reddetmek değil, bunları nasıl ve ne kadar kullandığımızı bilinçli bir şekilde kontrol etmektir. Gerçek mutluluk, denge ve farkındalık ile sağlanır. Dijital detokslar yapmak, farkındalıkla içerik tüketmek ve sosyal medyada geçirilen süreyi kontrol etmek sağlıklı bir zihin için çok kritik. Alışveriş konusunda da ihtiyaç ve istek arasındaki farkı iyi ayırt etmek anlık haz yerine uzun vadeli tatmin sağlayabilir” diyor.
MUTLULUK SÜRDÜRÜLEBİLİR OLMALI
Gerçek mutluluğun anlamlı ilişkiler, kişisel gelişim ve içsel denge ile daha sürdürülebilir hale geldiğini belirten Unutmaz, sürekli mutlu olma beklentisinin doğal ve sağlıklı bir yaklaşım olmadığının altını çiziyor ve ekliyor: “İnsan psikolojisi inişli çıkışlıdır ve her duygu bir ihtiyacımıza işaret eder. Mutsuzluk, kaygı veya üzüntü gibi duygular da anlamlıdır ve işlenmesi gerekir. Ek olarak herkes mutluluk tanımını kendine göre oluşturmalı. Toplumun, sosyal medyanın veya reklamların dayattığı mutluluk anlayışına körü körüne kapılmaktansa, kendi değerlerimiz doğrultusunda bizi gerçekten neyin tatmin ettiğini keşfetmemiz gerekir. Gerçek mutluluk, dışarıdan gelen geçici uyaranlarla değil, kişinin kendini anlaması ve geliştirmesiyle mümkün.”
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

