Etrafımızda olan biten bize çok şey anlatıyor. Gözlemledikçe kendi içimizdeki duygulara dair derin keşifler yapabiliyoruz. Bir süredir gözlemliyorum, daha doğrusu gözümün önünde olan bitene dikkatlice tefekkür ederek bakıyorum.
Oturduğum muhit son on yılda çehresini epey değiştirdi. Gece hayatının, eğlencenin merkezi haline geldi. Mahallenin yaşam enerjisinin yüksek, canlı olması çok güzel. Ancak biraz da farklı bir yüzü var. Benim için suya yakın olmak, rahat ulaşım, mahalle duygusu, Arnavutköy’ü sevmemin başlıca unsurları. Ama sanırım en önemlisi eski ahşap Rum evleri, martı sesleri, kilise çan sesleriyle, Arnavut kaldırımlı yollarıyla çocukluğumun Büyükada’sını hatırlatması. Şu çocukluk dönemi ne kadar önemli değil mi? Seçimlerimize, oturduğumuz muhite bile fazlasıyla etki ediyor.
Ev alma komşu al
Neyse son yıllarda gece hayatı, eğlence enerjisi artan semtin sakinleri de değişmeye başladı. Büyüklerimizin bir sözü var ya “ev alma komşu al” diye, çok önemli bir sözmüş. Apartmana taşınan yeni komşu son derece kibar, hoş sohbet, yardımsever biri görünümlü… Gerçekten öyle mi? Bu sadece bir görünüm mü? Zamanla anlaşılıyor. Hiçbir şey göründüğü gibi değil, tecrübeyle yaşanıyor.
Şimdi ise başlığa konu olan asıl hikâyeye geleyim. Komşu taşınalı beri gece, sabaha karşı insan trafiği de arttı. Tıkır tıkır topuklu ayakkabılarıyla gece geç saatlerde apartmana gelenler, sabaha karşı narin, ürkek topuklu ayakkabı sesleriyle gidiyorlar. Uykumdan uyandırıldığım için tadım kaçık. Artık bir sabah dayanamıyorum, açıp perdeyi bakıyorum. Bir de ne göreyim? Güzelliğine hayran kaldığım bir genç kadın. Başka bir sabaha karşı, başka bir kadın… Sonra başka, sonra başka kadınlar… Adeta Barbie bebekler…
İşte burası da canımın sıkıldığı yer
Güzelim kadınlar sevgi kırıntısı uğruna, ihtiyaçları olan ilgi, beğeni belki de para için bir gecelik ilişkilerde yıpranıyor, aldanıyor. Bazısı da hala beyaz atlı prens kurtaracak diye kendi öz değerinden verip olmayacak ilişkileri sürdürüyor. Kendini tüketiyor. Üzerine düşünmeli. Barbie gibi güzelim kadınlar, içlerindeki o küçük yaralı kızı görmezden gelip sabahın alacakaranlığında kimse görmeden akşamdan kalma bir geceden kaçarken ruhen, bedenen, zihnen yok oluyor. Umutsuz kadınlar kervanına katılıyor. Parıl parıl parlayan o ışıkları yavaş yavaş sönüyor.
“Gençtik, hepimiz hatalar yaptık.” sözünün arkasına sığınmak yerine sevilme ihtiyacımızdan kaynaklı öz saygımızı, öz değerimizi, öz sevgimizi tüketen ilişkilerden, durumlardan kaçınabiliriz. Duygusal ihtiyaçlarımızı kendimizin doyurması için illaki bir şeyler yapabiliriz. Günümüz ilişkilerinde güven var mı? İlişkilerin bir anlamı var? Sağlıklı bireyler olarak kadın ve erkek hızla tüketilen cinsel birleşmelerin yerine, sağlıklı, sevgi dolu birliktelikleri koyabilecek mi? Kesinlikle evet! Farkında olmak ve tekrar eden ilişki kalıplarını kırmak mümkün. Bunun yolu gerçek sevgiden geçiyor.
Barbieler, hakiki sevgiyi önce kendinize verebilirsiniz. Ve Barbieleri yaşama getiren anne, babalar çocuğunuzun ışığını daima sevgiyle parlatabilirsiniz.
Sevgilerimle
Hande Akın
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.