Yaşamımın büyük bir kısmını şikâyet ederek yaşadım. Huzurumu, mutluluğumu, dengede kalabilmeyi başkalarının değişmesine bağladım. Mutlu olup, huzur bulabilmek için diğer insanlara bağımlıydım. Annemden, babamdan, toplumdan kopyalayarak öğrendiğim bu düşünce yapısı zamanla normal olmaya başladı ve dışa bağımlılığım daha da arttı. Ve bir gün “kendim ettim, kendim buldum” gerçeğine uyandım. Mutlu olayım diye başkalarına bağımlılık yarattığımı, kendimi kurban rolüne esir ettiğimi ve sırf ben mutlu olayım, huzur ve güven bulayım diye dış dünyayı değiştirmek için boşu boşuna çabaladığımı gördüm. Keşfettim ki mutsuzluğumun kaynağı düşüncelerime inanmamdı ve bunu ben yaratıyordum. Hakikatte var olanı olduğu gibi kabul edemiyor, mutlu olmam için hakikatin “olmasını istediğim” gibi olmasını istiyor, onu zorluyor, kontrol, manipüle ve hatta tehdit ediyordum. Sonuçta cezalandırıcı bile olabiliyordum. Bu kalıp benim iç huzurumu bozuyor ve ilişkilerimi olumsuz etkiliyordu. Kısacası mutluluğum için dışa bağımlı olmak, mutluluğumun kalıcı bir kaynağı değildi.
Kurban rolünü oynadığımı farkına varıp, mutluluğumun sorumluluğunu aldım. Artık kontrol bendeydi ve kontrol edeceğim alan dışarıda değil, zihnimdeki düşüncelerimdeydi. Ve bu muhteşem bir keşifti. Mutluluktan uçuyordum ve yapacak çok işim vardı. İçime giden yolda uzun bir yolculuk başlamıştı. Uzun, keyifli, merak uyandıran, her seferinde yarattığım farkındalıkla nefesimi kesen heyecanlı yolculuk başlamıştı.
Byron Katie ile tanıştıktan ve The Work yöntemini kullanmaya başladıktan sonra düşüncelerimi sorgulamayı öğrendim. İç dünyamın dış dünyaya yansıması olduğunun bilincine ulaşmış biri olarak iç dünyama, yani düşüncelerime odaklandım. Her inandığım düşünceyi sorgulamaya başladım. Özellikle beni dışa bağımlı yapan, kurban olmaya çağıran, beklenti, şikâyet, kıskançlık, tatminsizlik, kışkırtıcı, bölücü, tepkisel, cezalandırıcı, alıngan, savunan, savaşa davet edici düşüncelere odaklandım. Duygularım o anda ne düşündüğümü ve hangi düşünceye inandığımı gösteren rehber olup, ipucu veriyordu.
Üzerinde çalıştığım en şifa verici alıştırmalardan birisi şikayetlerime odaklanıp onların listesini yapmak oldu. Şikayetimin olduğu kişiyi saptadıktan sonra hangi durumda o kişiden şikayetçi olduğumu yakalıyordum. Şikayetimin nedenini bulduktan ve kâğıt üzerine yazdıktan sonra üzerinde çalışma yapıyor, sorguluyor ve sonuçta düşüncelerimi dönüştürüp, iç dünyamda öğütüp, çözebiliyordum. Bu muhteşem bir hediye ve adeta yaşamıma dokunan sihirli bir değnek olmuştu. Kendimin farkına varmaktan büyük heyecan duymaya ve her sorgulamadan sonra içimdeki sonsuz ışığa açılan kapılar ile aydınlanmaya başlamıştım. Farkındalık bana tamamen kendimden sorumlu olduğumu gösteriyordu. Düşüncelere inanıp, inanmama özgürlüğüm vardı. Hakikatte olan gerçekler arasında tercih etmediğim, onaylamadığım, sevemediğim şeyler olmuş olsa bile, verdiğim tepki ve yaşadığım deneyim bakış açıma göre değişiyordu. Olanı olduğu gibi kabul etmem, direnmemem, tartışmamam, şikâyet edip enerjimi boşa harcamamam beni merkezde tutup, kaynağıma bağlıyor ve sonucunda sevgi aktif oluyor, o ne yapacağını biliyordu. Artık beni zihnimin içinde olan geçmişten gelen kavramlar değil, özüme bağlandığımda olduğum halim yani sevgi yönlendiriyordu ve bu noktada özgürlüğüme kavuşuyordum. Beklentilerimin, şikayetlerimin yargılarımın ötesindeki iç sesime ulaştığımda ne yapacağım zaten bana söyleniyordu. Kendimin tek umudu bendim ve o umut içimde her zaman vardı. Şikâyet ettiğim, kızdığım, değiştirmek istediğim tüm insanlar, durum ne olursa olsun, benim için çalışıyordu.
Benim düğmelerime basan, kızdıran her insan ve durum özgürlüğüme iç dünyama dönme çağrısıydı aslında. Düşman sandığım dosttu.
Ben değişene kadar da onlar değişmeyecekti. Öğretmenlerim olacaklardı. Onların işi, var güçleri ile beni kızdırmak, kıskandırmak, nispet yapmak, saldırmak, sinirlendirmek, öfkelendirmek ve hatta tiksindirmek olacaktı ta ki ben kabulü ve iç dünyama dönmeyi öğrenene kadar. Dönüşümüme neden olan en büyük farkındalıklarımdan biri de beklentilerime odaklanmam olmuştur. Kimden ve hangi durumda ne bekliyorum? Çocuklarımdan, eşimden, arkadaşlarımdan, devletten, ekonomiden, bedenimden, trafikten neler bekliyorum?
“Çocuğum beni dinlemiyor, beni saymıyor, ona söz geçiremiyorum, ödevlerini yapmıyor, eşim beni dinlemiyor, romantik değil, duygusal ihtiyaçlarımı karşılamıyor, arkadaşım bana değer vermiyor, ekonomi çok kötü, trafik sıkışık, insanlar bencil, bedenim hasta, bedenim yaşlanıyor.”
Yukarıdaki tüm kavramlar ve yargıların altında beklenti yatıyor. “Çocuğum beni dinlemiyor” bir şikâyet ve olumsuz duygu yaratıyor. Olumsuz duygunun olumlu duyguya dönüşebilmesi için çocuğun ebeveyni dinleme beklentisinin karşılanması gerekiyor. Çocuğum beni dinlemeli, saymalı, söz geçirebilmeliyim, ödevlerini yapmalı. Eşim beni dinlemeli, sevmeli, saymalı, duygusal ihtiyaçlarımı karşılamalı, romantik olmalı, arkadaşım bana değer vermeli, ekonomi düzelmeli, trafik sıkışmamalı, insanlar bencil olmamalı, bedenim hasta olmamalı, yaşlanmamalı.” Peki, tüm bunlar oluyor mu? Evet, bazen oluyor. Byron Katie bizim üç çeşit işimiz olduğunu söyler. 1. Benim işim, 2. Senin işin, 3. Evrenin, doğanın, Allah’ın işi. Benim kontrolüm dışında ve gücümün yetmeyeceği hiçbir şey benim işim değildir. Çocuğumun beni sayması, sevmesi, eşimin romantik olup olmaması, arkadaşımın bana değer verip vermemesi benim işim değildir. Benim kendimi ve onları sevmem, saymam, değer vermem, bencil olup olmamam, kendi zihnime söz geçirmem benim işimdir. Hastalanmak, yaş almak bile benim işim değildir.
Trafiğin sıkışmamasını neden istiyorum? Huzurlu olayım, mutlu olayım, gideceğim yere geç kalmamayayım diye mi? Geç kalmaktan neden korkuyorum? Geç kalırsam ne olur? Güvenim mi bozulur? Halbuki güveni, huzuru, mutluluğu dışarıda aramak ve bulmak için dış dünyaya değiştirmeye çalışmak yerine ihtiyacım olan her şeyi kendime verebilirim. Çocuğumdan, eşimden, komşumdan, arkadaşımdan, patronumdan, dünyadan me bekliyorsam beklediğim şeyi önce kendime, sonra diğer kişiye verebilirim. Çocuğumdan beklediğim sevgiyi, saygıyı ben önce kendime verebilirim, sonra çocuğuma sevgi, saygı verip onu olduğu gibi kabul edebilirim, mutlu olabilmem, kendimi iyi hissetmem için dış dünyayı nesne yapmadan iç dünyama odaklanabilirim. Mahatma Gandhi’nin “Dünyada görmek istediğin değişimin kendisi ol” sözünde verilen mesajda olduğu gibi değişmesini istediğin her ne ise, önce kendin ol veya önce sen yap.
Örneğin trafik sıkıştı ve stres deneyimliyorsunuz. O anda trafik hakkındaki düşüncelerinize odaklanın. Ne diyor? Düşünceler size huzur mu veriyor, stres mi? Trafik mi stres yaratıyor yoksa sizin trafik hakkında olan beklentileriniz mi? Nasıl olmalı? Trafik sıkışmamalı, akmalı, açılmalı. Peki, siz istediniz diye açılıyor mu? Hayır. İstediğiniz kadar korna çalın, bağırıp, çağırın sizin trafiği değiştirme gücünüz yok. O anda, trafik hakkındaki düşüncelerinizi dönüştürebilirsiniz. İşte buna gücünüz var ve tüm deneyiminizi değiştirebilecek bir güçtür bu.
Düşüncelerini dönüştür, dünyan değişir.
Sonuç olarak trafiğin değişmesini, mutlu, huzurlu olmak, gideceğiniz yere vaktinde yetişmek için istiyorsunuz. Neden vaktinde yetişmek istiyorsunuz? Bir şeylerin istediğiniz gibi gitmemesinden korkuyorsunuz belki. Halbuki size olabilecek en kötü şey sorgulanmamış ve stres veren düşüncelerinize körü körüne inanmanız olacaktır. Bırakın trafik sıkışacaksa sıkışsın, siz zihninizdeki düşünce kalabalığına odaklanıp, orada sıkışan trafiği açın. Byron Katie, ilk inandığımız ve bize stres veren düşünceleri tersine çevirerek keşfedeceklerimizin sağlık, huzur ve mutluluk reçetemiz olduğunu söyler ve “Başkaları için yazdığın ilacı kendine verebilir misin?” sözleri ile başkalarından beklediğin huzur ve şifayı kendine vermenin önemini vurgular.
Yolunuz ışık dolu, aydınlık ve düşünce trafiğiniz açık olsun. Sevgi ile.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.