Ben Olmak Yeterli Miymiş?
Farkındalık

Ben olmak yeterli miymiş?

Selamlar güzel insanlar! Ben geldim. Yoktum bir süredir. Hem fiziken hem de enerjisel. Bu yokluğa ve var olamama haline noktayı artık Vernon Frost’un son inzivasında koydum. Bu yazım da biraz oradaki deneyimlere dair olacak. Bu sefer bedenlerimizden çok fazla konuşmayacağız ama sanırım bir noktada da muhakkak konuşacağız. Neyse, yazayım da görelim.

Zor bir yazın ardından sonbahar da zor başladı benim için. Bu yaz, bedenimin kaskatı bir kayaya dönüştüğüne yemin edebilirim. Hala onu açmaya, rahatlatmaya ve içinde daha mevcut bir halde olmaya çalışıyorum. Bu süreç beni öylesine hareketsiz kılmıştı ve sıkıştırmıştı ki… Neyse ki sonra anlamıştım. Yaşamın bana yaptığı bir şey yoktu. Tüm bu hal, kendi direncimden kaynaklanıyordu. Oysa unutmuştum, daha çok teslim olabilmekti bu yıl için dileğim ve yaşam, bana kontrolü elimden alarak tam da bunu göstermek için kolları sıvamıştı.

Anlayamadım başta. Kontrolü yitirdikçe ve olaylar “düzeltemediğim” bir noktaya varınca öfkelendim, küstüm yaşama. “Neden böyle verip verip sürekli geri alıyordu? Neden benimle uğraşıyordu? Benim yüzüm hiç mi gülmeyecekti? Zaten ne zaman güvenebilmiştim ki?” diye diye bayağı bir direndim ama bilirsiniz ki katılık sonunda kırılmayı getirir. Kolay kolay kırılmayacak olan, esnek olandır. Kırıla kırıla sonunda anladım.

Ben yürüyecektim ve yol oluşacaktı

Bir önceki yazıda da yazmıştım bunları, okuduysanız hatırarsınız belki. “Güçsüz hissediyordum çünkü direniyordum.” Neyse, sonuç olarak bunu anlamış olsam da olan olmuştu. Yorulmuştum, kendimden ve yaşamdan çok şüphe etmiştim, hüzünlüydüm. Bunu anlayıp duruma teslim olunca yaşam, minik minik taşlar dizmeye başladı önüme. Bir yol beliriverdi ve ben kendimi üretirken, çalışırken ve tekrar bir şeyler için arzu duyarken buldum. Üstelik işler hiç de beklendiği gibi gitmiyordu ama bu sefer dersimi aldığım için artık direnmiyordum. Ben yürüyecektim ve yol oluşacaktı. Bazı yollar kapanacak, bazıları açılacaktı.

Bütün bunları neden anlattım biliyor musunuz? Şunun için: Ben bu süreçte bu yaşamdaki varlık amacımı çok sorguladım. Eskiden beri hep manayı çok arardım ama bu süreç beni bir karamsarlığa sokmuştu. Hiçbir şey yeterli gelmiyor ve ben de hiçbir şeye yetemiyordum. Hayallerim vardı ama yollarım yoktu. Yaşama da bakınca yaşam, durduğum yerden çok güvenilmez geliyordu. Her şey anlamını yitirmişti ve sanki varlığımın da anlamı yoktu. Evet, sonra bir şekilde o anlamsızlıktan çıktım ama tam bırakabilmiş miydim? Bilmiyorum.

Yürü, ak sadece. Artık seni tutan bir şey yok.

Şimdi zamanı biraz ileri sarıyorum ve birkaç gün önceye gidiyorum. Vernon’ın inzivasındayım. Öyle derin ve yoğun bir çalışma ile başladı ki Vernon… Şaşırtmadı tabii. İlk çalışma sonunda Vernon herkesi tek tek karşılıyor ve onlara bakıp yollarına dair birkaç sembolik geri bildirim veriyordu. Sıra bana geldi. Önce gerekli süreci tamamladım ve işte sonunda Vernon beni bekliyordu. Karşısında durdum, bana baktı baktı ve dedi ki:

“Sana bakınca bir nehir görüyorum. Bu nehirin yolu bir süredir başka engeller tarafından tıkanmıştı, akamıyordu. Ama şimdi seni tutan hiçbir şey yok. Artık engel yol. Ak ve akarken sakın şüpheye düşme. Ardından okyanusa kavuş.”

O kadar anlamlıydı ki bu sözler… Akamamak, okyanusa kavuşamamak, engellendiğini hissetmek… Ve sonra okyanus olmak, en başından beri okyanusa ait olduğunu, o olduğunu anlamak. Gözlerimden yaşlar süzülürken yüreğimden koca bir yük kalkmıştı. Beni hiç tanımıyordu Vernon, yaşamıma dair hiçbir fikri yoktu. En büyük iletişimimiz, seminerlerinde yaptığım simultene çevirmenlik aracılığı ile idi. Seminerlerde zaten 50 kişi oluyordu, beni mi bilip hatırlayacaktı? O sözleri aldım ve kabul ettim. Duymaya en çok ihtiyacım olan şeylerdi. Yürü diyordu, ak sadece. Artık seni tutan bir şey yok. Bu sözlerin daha derin bir anlamını bir başka çalışmada keşfettim.

Bir başka gün, başka bir çalışmada Vernon söze şöyle başladı: “Etrafınızda gördüğünüz her şey ama her şey sizin aynanızdır.” Ardından çalışmayı nasıl yapacağımızı anlattı. Çalışma için kendimize bir nesne seçmemiz ve ona bakarken bazı sorulara “ben dili” ile cevap vermemiz gerekiyordu ama bilgi, o seçtiğimiz nesneden gelecekti. Biz görecektik ki orada gördüğümüz şey aslında bize aitti. Ben bir çınar ağacı seçtim, ona baktım, baktım, baktım. Sonra partnerim soruları tek tek sormaya başladı. Cevaplar inanılmaz derinlikli ve şaşırtıcıydı. Adeta ağacın hikayesine dairdi ama aynı zamanda benim de hikayemdi. Şimdi size o soruları ve cevapları tek tek anlatmayacağım ama bir tanesine değineceğim. Çünkü o, çok önemli bir şeyi idrak etmemi sağlamıştı. Sorulardan biri şuydu: “Buradaki fonksiyonum ne?” Vuff işte o soru! Ama buna ben direkt kendi yaşamından cevap vermeyecektim, ağaca bakacaktım ve cevaplar öyle gelecekti. Ağaca baktım ve dedim ki:

“Buradaki fonksiyonum bazen insanlara gölge olmak, bazen yaslanacakları bir destek olmak, bazen heybetimle ve gücümle ilham olmak.”

Şu anda bile yazarken tüklerim diken diken oluyor. 

Sonuncu soru ise muhteşem açılımlara sahip olan o soruydu. “Bu yaşamdaki derin amacım …” Ben durdum, durdum, ağaca baktım, ağaç bana baktı ve sonrasında şu sözler dökülüverdi: “Yaşamdaki amacım aslında sadece var olmak. Ben olmak. Hedeflerim, hayallerim, her şey değişebilir, yaşam amacım dediğim şey bile bir an sonra değişebilir. Çünkü şartlar da değişir, tıpkı mevsimler gibi. Ve ben sadece orada nasıl güçlü bir şekilde var olabilmekle ilgilenmeliyim. O yüzden önemli olan bırakmam gereken zamanda, bırakmam gerekenleri bırakmak. Hiçbir hayalin, hiçbir işin, kariyerin, hiçbir planın bir noktada önemi yok önemli olan bu anın içinde her ne yapıyorsam onu ben olarak yapmak. Ben’i, kalbimi içine katmak. Yalnızca ilerlemek ve ben olmak. Ben olurken de ben “sandığım” her şeyi zamanı geldiğinde bırakmayı bilmek.” Üç nokta!

Ben olmak yeterdi ve ben demek her şey demekti

Bir durun, bir su içeyim bunun üstüne ben. Heh içtim. Üfff bee. Kendi sözlerime şaşırmıştım. Partnerime döndüm, gözleri dolmuştu. O an işte bir bilgi indirdim sanki. Bir dakika… Yani…Yani ben olmak yeterli miydi? Dünyayı kurtarmak, insanlara yardım etmek, o hep ama hep kovaladığım arzularım, hayalimdeki o ev vs. bir sürü şey… Ben onlarsız da vardım. Onlar beni tanımlamazdı. Onlarsız bana bir şey olmazdı. Onlarsız eksik olmazdım. Ben olmak yeterdi. Ben olmak yeterdiii!!! Ve ben demek her şey demekti. Anın içinde gizliydi ve an potansiyellerle doluydu. Aslında anladım ki zihnimiz bazı kurguları, hayalleri, amaçları kendini güvende hissetmek ve olabildiğince bilinmez olandan korunmak için yaratıyordu. Bunu tabii ki her arzumuz için söylemiyorum ama umarım anlatabilmişimdir. O bir an sonranın bilinmez haline hiçbirimiz tam olarak teslim olamıyorduk işte. İlla istediklerimiz, istediğimiz şekilde olacaktı ve işte bu şekilde de an hep ama hep kaçıyordu ve içinde barındırdığı tüm potansiyeller de pufff diyip yok oluveriyordu.

Ben olmanın sonsuzluğunu fark etmek!

Anladım ki kendimi bilinmeze, anın getirdiklerine bırakabilme yeteneğiydi biraz yaşam deneyimi. Bu yoldaki en önemi anahtar ise “Ben”dim. Ana anlam katacak, hazinelerini kucaklayacak, anın getirdikleri ile yaratacak olan Ben. Hala farklı seviyelerini duyumsuyorum bu bilginin. Zamanla daha fazlası açılacaktır. Ama bugün yaşamın tüm akışını açık bir kalple karşılamak ve bunu yaparken de yetinmek için çabalayacağım. Yetinmek derken fazlasını istememek değil söylediğim. Anın o anda bana verdikleriyle yetinmek… Çünkü şunu hissediyorum: O anın getirdikleri zaten benim isteme kapasitemden çok ama çok daha büyük ve sonsuzmuş. Tüm bu bolluğu ve sonsuzluğu kucaklarken ise Ben olmak yetiyormuş, çünkü aslında Ben olmak da sonsuzmuş.

O yüzden, sonsuzluğumuzu her an daha fazla kucaklayabilmek niyeti ile,

Sevgi olsun!


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Aslıhan Aydoğan Büyükakgül
1988 yılında doğdu. 21 yaşında Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına özel sektörde başladıktan 5 sene sonra, istediğinin bu olmadığına karar verdi ve hayallerinin peşine düşmek için işinden ayrıldı. 27 yaşında oyunculuk dersleri almak adına çıktığı yol onu kendi özüne doğru olan yoluna da yönlendirdi. Bu süreçte birbirinden farklı birçok eğitim aldı. Bu eğitimler hem bilişsel bilgileri, hem mistik ilimleri içermekteydi. Şimdi ise oyunculuğun yanı sıra tüm bu deneyimleri esentezleyerek tasarladığı atölyeler, danışmanlıklar ile kişiler ile birebir çalışmalar yapıyor.