Günlük hayatın sıradan sohbetlerinden akademik toplantılara, iş yerlerinden aile sofralarına kadar birçok kadının deneyimlediği ama çoğu zaman adı konmayan bir durum var: Erkeklerin, kadınlara onların zaten bildiği şeyleri açıklaması. “Nazikçe” yapılan bu açıklamalar, aslında kadının bilgisini, söz hakkını ve varlığını görünmez kılmanın bir başka biçimi.
Mansplaining (Erbilmişlik): Kadının şamdanı altın olsa mumunu dikecek erkektir.
Adını Rebecca Solnit’in Men Explain Things to Me (Erkekler Bana Bir Şeyler Anlatıyor) adlı makalesinden alan mansplaining, bir erkeğin, genellikle bir kadına zaten bildiği ya da uzmanı olduğu bir konuda küçümseyici bir tavırla açıklama yapmasını ifade eder.
Solnit, makalesine katıldığı bir davette yaşadığı bir deneyimi anlatarak başlar. O zamanlar yedi yayımlanmış kitabı bulunan Solnit’in yanına gelen davet sahibi, “Duydum ki birkaç kitap yazmışsın” diyerek söze başlar ve hemen ardından Solnit’in aktarımıyla 7 yaşındaki bir çocuğu konuşması için cesaretlendirmeye çalışan bir tutumla ekler: “Neyle ilgililer peki?” Solnit birçok farklı konuda yazılmış kitaplarının içinden en güncel olanını anlatmaya karar verir: O yıl yayımlanan “River of Shadows: Eadweard Muybridge and the Technological Wild West”i. Solnit, kitabında konu edindiği fotoğrafçı Muybridge’den bahsetmeye başladığı anda davet sahibi sözünü keser ve Muybridge ile ilgili bu yıl yayımlanan ünlü kitaptan haberi olup olmadığını sorarak kitabı anlatmaya başlar. Anlatmaya başladığı kitap ise Solnit’in o yıl yayımlanan kitabının ta kendisidir. Solnit’in arkadaşının defalarca araya girip kitabın yazarının Solnit olduğunu söylemesine karşın kendini konuşmaya kaptırdığı için söyleneni dikkate almayan davet sahibinin ise kitabı hiç okumadığı, yalnızca New York Times’taki kitap incelemesini okumuş olduğu ortaya çıkar.
Solnit, örneklerine kitabı yayımlandıktan sonra yayınevine gönderilen Muybridge’in fotoğraf konusunda o kadar da önemli bir isim olmadığına dair eleştiri mektuplarını ekler ve tüm bu örnekler karşısında hissettiklerini şöyle ifade eder:
“Bu, kadınların neredeyse her gün karşı karşıya kaldığı, yalnızca dışarıda değil, kendi içlerinde de verdikleri bir savaş. Kendilerini gereksiz hissetmeleri, susmaya davet edilmeleri… Oldukça düzgün ilerleyen bir yazarlık kariyeri bile beni bu histen tam anlamıyla kurtaramadı. Öyle bir an geldi ki, “Bay Önemli”nin abartılı özgüveninin, benim titrek eminliğimi ezip geçmesine neredeyse izin verecektim.”

Kadınların Konuşma Hakkı Üzerine: Avradın öğüdü avrada geçer.
Kadınlar uzmanı oldukları bir konuda bir erkeğe ya da erkeklerin bulunduğu bir topluluğa açıklama yaparken neden zorluk yaşarlar?
Casey Rebecca Johnson’ın mansplaining üzerine yazılmış Mansplaining and Illocutionary Force başlıklımakalesinde mansplaining, tam da bu konu üzerinden üç kategoriye ayrılır.
İlki well/actually mansplaining. Bu tür durumlarda bir kadın bir açıklama yaparken ya da bir soruya yanıt verirken erbilmiş, “Aslında şöyle…” diye araya girerek kendi açıklamasını sunar. Erbilmişin sunduğu açıklama, kadının söylediklerine bir düzeltme ya da geliştirme olarak ortaya konur ve çoğu durumda erbilmiş bu açıklamayı yaparken kendisinin daha üstün olduğuna inanıyormuş gibi görünür. Bazı durumlarda bu tür mansplaininge başvuran kişiler gerçekten kadının verdiğinden farklı bir açıklama sunarken bazen de iletişim halinde oldukları kadının söyledikerini çok küçük detaylar ekleyerek ya da değiştirerek yeniden sunar. Kadının açıklamasıyla doğrudan ilgisi olmayan bir konunun açıklamaya girişildiği örnekler de vardır.
İkinci kategori korkuluk/saman adam mansplaining. Adını bir mantık hatası türünden alan bu mansplaining türü, hedef alınarak bilgisi çürütülmeye ya da küçümsenmeye çalışılan bir kadın, karşısındaki erkeğe konuyla ilgili zorlayıcı bir soru sorduğunda ya da bir yorum yaptığında ortaya çıkar. Erbilmiş, kadının sorusunu yanıtlamak adına harekete geçer ancak soruyu çarpıtarak bambaşka bir şeye yanıt verir. Fakat yanıt olarak sunduğu argümanın konuyla doğrudan ilgisi olmadığını kabul etmez.
Üçüncü kategoride yer alan mansplaining türü ise dil-eylem karmaşası. Bu mansplaining türü adını, aynı isimli bir iletişim kuramından alır. Dil eylem kuramına göre günlük iletişimlerimizde konuşan kişi öncelikle sözcükleri bir araya getirerek seslendirir. Bu söylem, yani mesaj, arkasında bir niyet içerir. Dinleyici, yani alıcı, bu niyeti algılayarak mesaja ona göre tepki, yani geri bildirim verir. “Pencere açık” dediğimizde iletişimde bulunduğumuz kişinin pencereyi kapatması bunun bir örneğidir. Bu kuram mansplaining ile bağlantılı yorumlandığında ve dil-eylem “karmaşası” adını aldığında söylemin arkasındaki niyetin yanlış okunması olarak değerlendirilir. Bu kategoride erbilmiş, kadının bir konu hakkındaki bir düşüncesini, yorumunu; bir soru ya da bilgi talebi olarak yorumlar ve konuyla ilgili açıklamalar yapmaya başlar. Bu açıklama ise kadının sözünü keserek ya da ona müdahale ederek gerçekleşir. Bu senaryonun yaşandığı çoğu durumda kadın, ilk etapta açıklama yaptığı konuyla ilgili bir alanda uzmandır.

Toplumsal Cinsiyetin Performativitesi: Elinin hamuruyla erkek işine karışmak
Erkek işi nedir? Bir işin, bilginin ya da söylemin bir cinsiyete atfedilmesi nasıl gerçekleşir?
Judith Butler’a göre toplumsal cinsiyet doğuştan gelmez. Tekrar eden davranışlar, sözler ve toplumsal beklentiler aracılığıyla sürekli olarak sahneye konan bir performanstır. Mansplaining, erkekliğin öğrenilmiş performansı içinde yer alır. Kadının bilgisi eksik, erkeğin bilgisi üstün kabul edilir ve bu toplumsal hiyerarşi dil aracılığıyla tekrar tekrar sahnelenir. Erkek, kadına bilgiyi açıklarken aslında kendisini; bilen, egemen, merkezi figür olarak konumlandırır. Kadının deneyimi ya da bilgisi, bu performansta bastırılır. Kadın susar, gülümser ya da geri çekilir. Bu da kadınlık performansının itaatkâr biçiminin yeniden üretilmesi anlamına gelir. Bu sahnelenen güç ilişkisi, bireysel niyetlerden bağımsız olarak sistemik bir cinsiyet hiyerarşisinin parçasıdır. Her mansplaining vakası, eril bilgi iktidarının bir performans olarak tekrar üretildiği bir sahnedir. Bu performans, yalnızca sözü söyleyenin değil, dinleyenin ve topluluğun da katılımıyla meşrulaşır.
Daha iyi anlamak için Butler’ın bu kuramını Rebecca Solnit’in yaşadığı örnek üzerinden adım adım ele alalım. Bu olayda davet sahibi, Solnit konuşmaya başladığında onu keserek, konuşma hakkının kimde olduğunu söylem aracılığıyla yeniden belirler. Butler’a göre bu yalnızca bir kesme eylemi değil, toplumsal cinsiyetin sahnelenmesidir. Adamın kendinden emin ve baskın bir biçimde konuşması, sadece kelimelerle değil, beden diliyle de erkeklik performansını sahneler. Kadının bilgisini sorgular. Kendi bilgisini merkeze alır. Farkında olmadan kadını, öğrenmesi gereken pozisyona iter. Toplumsal cinsiyetin etkisi, konuşan öznenin dışsal özelliklerinden değil, onun tekrar eden eylemlerinden doğar.
Solnit kendi bilgisini ifade ederken davet sahibi, bilmeyen birini bilgilendiriyormuş gibi yaparak onun konuşma alanını daraltır. Bu, kadınların akademide, medyada, toplumsal yaşamda sürekli karşılaştığı görünmeyen bastırma mekanizmasının bir yansımasıdır. Butler’a göre bu tür tekrarlar, kadın kimliğini pasif, edilgen, eksik olarak toplumsal alanda yeniden inşa eder. Davet sahibinin bu davranışı Solnit’in arkadaşı tarafından hemen uyarılmamış olsa ya da komik bulunarak geçiştirilseydi bu performans normalleştirilmiş olurdu. Butler’ın vurguladığı gibi; her performans, daha önceki bir performansa atıfla ve tekrar yoluyla meşrulaşır.

Medya Gerçeklik Algımızı Nasıl Yapılandırır? Kadında göz, erkekte söz olur.
Literatürde male gaze olarak yer alan erkek bakışına göz kırpmadan bu yazıyı sonlandırmak istemem. Çünkü bugün verdiğimiz otomatikleşmiş tepkiler, benlik algımız ve çevremizi değerlendirişimiz medyadan bağımsız düşünülemez.
Erkek bakışı, feminist film kuramcısı Laura Mulvey tarafından 1975’te kaleme alınan Visual Pleasure and Narrative Cinema adlı makaleyle kuramsallaştırılmıştır. Mulvey, klasik anlatı sinemasında kameranın ve anlatının erkek bakışına hizmet ettiğini, kadın bedeninin ise erkek izleyici için erotize edilmiş bir nesne olarak konumlandırıldığını öne sürer. Bu bakış düzeni yalnızca sinemayla sınırlı kalmaz; reklamlar, televizyon dizileri, müzik videoları ve sosyal medya platformlarında da kadının estetik bir objeye indirgenmesiyle yeniden üretilir. Kadın, anlatının merkezine özne olarak değil, izlenmek üzere düzenlenmiş bir imge olarak yerleştirilir. Benzer şekilde, mansplaining kavramı da ataerkil sistemin bilgi üretimi ve iletişim pratikleri üzerinden kurduğu tahakkümün bir ürünüdür.
Erkek bakışı kadını görsel bir nesneye dönüştürerek onun bedenini denetim altına alırken, mansplaining kadının sözünü, bilgisini ve deneyimini sorgulayarak geçersiz kılmaya çalışır. Bu bağlamda kadın hem görülen hem de susturulan olur. Bu ikili kuşatma, kadınların yalnızca dışarıdan tanımlanmasına değil, zamanla kendi iç dünyalarında da bu bakışı ve sesi içselleştirmelerine yol açar. Öyle ki kadın izleyici, medya metinlerinde kendisini erkek bakışıyla izlemeye başlar; kadın konuşmacı ise kendi sözünü söylemeden önce nasıl algılanacağını düşünmek zorunda kalır.
Mulvey’in söylediği gibi:
“Kadın, ataerkil kültürde erkeğin ‘ötekisi’ olarak konumlanır; erkek kendi fantezilerini ve saplantılarını, dilsel egemenlik aracılığıyla kadının sessiz imgesi üzerine yansıtarak yaşar. Kadın hâlâ anlamın taşıyıcısıdır; ancak anlamın kurucusu değildir.”
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.