Farkındalık Mümkünat

Hiçbirimiz muaf değiliz değersizlik duygusundan

Zayıf bir kişinin kendisini çok kilolu gördüğünü, çok başarılı bir kişinin kendisini çok başarısız görebildiğini gözlemliyorum. Sınır koyamıyor, hayır diyemiyorlar. Hayır dersem kırarım, yanlış anlaşılırım diye düşünebiliyorlar. Sormaya, sorgulamaya hakkı olmadığını düşünen bu insanlar, okul yıllarında da sınıfta en arkada otururlar ve soru sormaya çekinirler. Söz alma ve merak etmeye hakları yokmuş gibi düşünürler. Kendi başarılarını küçümserler ya da başarılarının şans eseri olduğuna inanırlar. Başarı depoları hiçbir zaman dolmaz. 

Oysa değerli hisseden nasıl davranır? Bir insana hayır demek ve sınır koymak, bizi değerli yapar. Umursamıyormuş gibi yapacaksın, taklit edeceksin ve zamanla bunun sana iyi geldiğini göreceksin.

Kişiselleştiriyoruz, iyi şeyleri göremiyor ve şikâyet ediyoruz

Bazen her şey kişileştirerek etrafta olup biteni kendinizle ilgili algılayabiliyoruz. Yaşadığımız birtakım sorunlara “Değer verseydi çağırırdı, değer verseydi bekletmezdi.” diye bakabiliyoruz. Şikâyet eden insanlar oluyoruz zamanla. Beni bekletti, işini doğru yapsın diye diye her şeyi önce şikâyet eden insanlar oluyoruz. Oysa bazen “Bu benimle ilgili değil” diyebilmek gerekir. Değerli olmak için onayı hep dışarıda arıyoruz, sürekli “değerli olduğum” hissinin peşinde koşuyoruz ama bu peşinde koşarak yakalanabilecek bir şey değildir. Kırıldığımızda ego daha da sertleşir ve büyür ve insan zaman zaman kendinden şüphe duyar. Kendimize değerli olduğumuzu ispat ettiğimiz bir eylemde hayal kırıklığı kaçınılmaz olur. Örneğin, moda olan şeyleri satın alarak kendinizi zorlayacak olursanız daha da değersiz hissederek geri dönersiniz çünkü o sırada kendinizi değerli hissetmek için bir hizmet alırsınız. Önce bu his içeride düzelmelidir çünkü asıl değerli olan kişidir.

Sevgi ve değer ile ilgili kısa bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak isterim. Dostoyevski, dönemin Rus çarı tarafından okuduğu bir şiir nedeniyle Sibirya’ya sürgün ediliyor. Orada bir köpekle karşılaşıyor. Köpeği gören her mahkûm onu tekmeliyor ama köpek dayak yediği halde asla kaçmıyor. Hatta dövüleceğini anladığı zaman eğiliyor. Bir gün, Dostoyevski ona yaklaşıyor ve onu sevmek istiyor ancak köpek ona havlayıp uzaklaşıyor. Dostoyevski’yi nerede görürse görsün köpek havlayarak daima kaçıyor. Bazı insanlar da aynı bu deneydeki gibi sevgi ve değer görmedikleri için birileri onları sevdiği zaman hızla oradan uzaklaşmak ister. Çünkü sevgi ve değer görmek, onların bilmediği, yabancısı olduğu bir şeydir. Değersizlik duygusu yaşayanlar ya karşısındakini kendinden çok üstün ya da aşağıda görür ve onlarla asla eşit hissedemezler.

Çocuk, ergen ve yetişkin varlığımız

Doğan Cüceloğlu’nun çok sevdiğim bir sözü var: “Çocukluğumda annesi ve babasının gözünde değer bulamayanlar ömür boyu değerini başkalarının gözlerinde ve sözlerinde ararlar.” Nasıl bir ebeveyniniz vardı? Sizi koşullu mu seviyordu? Sizi sevmeleri için ekstra bir şey yapmanıza gerek var mıydı? Olduğunuz gibi kabul gördünüz mü o ailede? Sizinle yeterli vakit geçirildi mi, yeterli iletişim kuruldu mu çocukluğunuz boyunca?

Sadece ebeveynler değil ilkokul öğretmenleri de değersizlik gibi duyguların oluşmasında etkili çünkü bu duygular 0-6 yaş aralığında oluşmaya başlıyor. Yani çocuklukta sevilebilmek, değer ve kabul görebilmek için olduğumuzdan farklı biri gibi görünmekle başlıyor aslında her şey. Öz varlığımız, kabul görmüyor, küçümseniyor, aşağılanıyor, hatta bazen istismar ediliyor. Biz de kabul görmek için bunu yapmaya mecbur hissediyoruz. Yetişkinliğimizde de varlığımızın kabul görmesi için anlamlı bir çabaya giriyoruz bu maskelerle. Aşırı mükemmeliyetçi, aşırı fedakâr ve hayır demeyi asla bilmeyen, özgüvensiz ve toksik ilişki bağımlısı, bazen de çok özgüvenli görünen asi ve güçlü gibi görünen insanlara dönüşüyoruz.

Her şeyin en iyisi olmaya çalışıyoruz. Bazen başkalarını gözümüzde öyle bir büyütüyor bazen de öyle bir küçültüyoruz ki… Neden? Çünkü vaktinde en sevdiklerimiz tarafından küçümsendiğimiz için. Çünkü hala içimizde o onay bekleyen küçük çocuk var. Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi “Ona babasından görmediği sevgiyi, değeri başkalarından bekleyen çocuklar, onarılmayı bekleyen çocuklar, onanmayı bekleyen çocuklar var.”  Peki ne yapıyoruz bize değer vermeyen aşağılayan insanlara? Kör kütük âşık oluyoruz. Kişiliğimizi, onurumuzu ayaklar altına alıyoruz. Bize azıcık sevgi gösterirse mutlu oluyoruz. Bazen işkolik oluyoruz. Daha çok çalışırsam, daha çok para kazanırsam daha değerli olurum kafası ile bazen elalemci bazen en iyisi oluyoruz.

“Varlığımızla zaten değerliyiz.”

Değersizlik duygusu, bir insanın kendini diğer insanlardan daha aşağı ve değersiz görmesidir ve her insanın içinde bir parça olabilir. Bazılarımız bunu her an, kronik bir şekilde, tüm varoluşumuzla hissederiz. Kimimiz de başarısız olduğumuzda ya da biri tarafından onaylanmadığımızda ve reddedildiğimizde… Aslında yer yer canımızı yakan ve çarpık bir inanç bu. Elbette bununla mücadele etmek de mümkün. Bizler, genel olarak bu inanç yerleşince otomatik olarak artık sorgulamıyoruz çünkü çocukluğumuzdan beri bunu göremiyor, çarpıtılmış düşüncelere hapsoluyoruz.

Oysa hiçbirimizin parmak izi bile aynı değil. Parmak izimiz bile biricik olan bir dünyada yaşama hakkı kazanmışız ve varlığımızla zaten değerliyiz. Bu dünyaya, hepimiz seçilmiş olarak gönderiliyoruz. Değerimizi ne başarılarımız ne başarısızlıklarımız belirliyor. Engin Gençtan, İnsan Olmak kitabında diyor ki: “Her birimizin var oluşunda bir eksiklik duygusu vardır. Biz insan olarak eksik doğarız ve bir başkasına ihtiyaç duyarız. Biz daha küçükken kendi kendine yetinememe durumundan yaşamımıza normal çaresizlikle başlarız. Bakıma muhtacız diğer tüm canlılara göre. Anneye muhtacız, ilk onunla tam hissederiz. Yürüyemeyiz ilk 1 yıl. Başkalarının ilişkilerimizde tam oluruz. Bu yüzden başkaları tarafından görülmemek, yok sayılmak ölüme eşdeğerdir bizim için. Bunu tehdit olarak algılıyoruz ve değersizlik inancını kaplıyor içimiz.” Aynı zamanda bu eksiklik duygusunu artıya çevirmek için uğraşır dururuz hayatta. Bu gelişimimiz için gerekli bir duygudur.

İç ses: Sen değersizsin, seçtiğin de değersiz

Değersizlik duygusu, belirli oranda hepimizde var ve bundan muaf kimse yok. Bu duyguyu kendimizle çalışmalı ve yaşadığımızda yetişkin egoyla mantıklı bir zemin bulmalıyız, onun duygunun esiri olmamalıyız. Tabi düşünce yapımız çok bozulduğu için duyguları anlamak çok zorlaşıyor. Bu nedenle ancak düşünceleri tekrar düzenleyerek bu duyguları anlayabiliriz. Kötü hissettiğimizde olumsuz duyguların bizi esir almasına izin vermemek de kendi seçimimiz. Herkes, karşısındakine kendi gözlüğünden bakar ve bu her zaman bizim özelliklerimizle alakalı değildir.

Bir hocam vardı, “Hurdacıya gidersen kendini hurda gibi hissedersin.” derdi. Bazen peşinden koştuğumuz insanı da değersiz kılıyoruz. İç sesimiz şunu diyor: “Sen değersiz birisin, o sana değer verdiyse o da değersizdir.” Örneğin, bazı anne babalar vardır, dışarıya melek ama kendi çocuğuna çok acımasızdır. Bu tarz ebeveynlerin çocuklarından hep aynı cümleleri duyarız: “Bir kere başım okşanmadı, bir kere bir derdin var mı denmedi ama elalemin çocukları söz konusu olunca onlara kahkahalar atar, güler, sever başlarını okşar, bir derdi olduğunda sorar. Annem hiç bize derdimiz olsa sormaz, isteğimiz olsa yapmaz. Milyon tane bahane uydurur.” Peki bunu neden yapıyorlar? Çünkü ailesi, yani sizler onların uzantısısınız ve sizi de bundan dolayı değersiz görüyorlar.

Kendinizi neyle var etmeye çalışıyorsunuz? Paranızla mı, güzelliğinizle mi, fedakarlığınızla mı, değeri neleri üzerinden sağlamaya çalışıyorsunuz? Başarı takıntınızın alt yapısında ne var? Neden işkoliksiniz ya da neden marka bağımlısınız? Arabanız lüks olmasa ne olur? Deliler gibi estetik yaptırmazsanız ne olur? Kime, neyi ispatlıyorsunuz? Bunları içinizden geldiği için mi yapıyorsunuz yoksa dışarıdan alacağınız onay için mi? Maskeyi indirdiğin gerçek kişi kim? O ağlayan küçük çocuk mu var aynada? Kendimizde olan bu eksiklik duygusunu yadsımadan görmek gerekiyor ama insanız ve o duyguya bakmak istemiyoruz. Yüzleşme hali, bize rahatsızlık veriyor.

Şimdi elimdeki değersizlik duygumla ne yapayım?

Bir bakın kime haddinden fazla, ederinden fazla değer veriyorsunuz. Aslında değer verirken kendi öz sevgi ihtiyaçlarınızı da doyuyor olabilirsiniz.  İnsan kendisine değer verebildiği ölçüde başkalarına değer verebilir. İnsanlara değer verirken kendinizi küçültmediğinizden emin olun. Çünkü değersizlik duygusunun altında yatanlardan biri bu. Küçümsediğiniz insanlar, size ayna görevi görür. Ve küçümseyen insanlar, küçümsenmekten korkan insanlardır.

Peki, yoğun değersizlik duygunuz var ve bunu anlamadınız, ne yapmanız gerekiyor? Öncelikle olumlu yönlerinizi görmeye başlamanız şart Bir kâğıda 10 tane olumlu özelliğinizi yazın. İlla birilerinin sizi görmesini, değer vermesini beklemeyin. Olumsuz yönlerinizi de yazın, adil şekilde olsun ama acımasızca değil şefkatli eleştirin. Toksik kişilere mesafe koyun. Kendinizi tanıyın. Kimler için çok fedakarlıkta bulunuyorsanız bunları gözlemleyin ya da değersiz hissettirenler var mı, neden orada hala duruyorsunuz? Bazen onay bağımlısı olabiliyoruz. Başkalarının onayına ihtiyaç duymadığımızda özgür oluyoruz ve dışarıya olan bağımlılığımız azalıyor.

Hayır demeyi öğrenmek önemli ve bazen başkalarına evet derken kendimize hayır diyor olabiliriz. Çünkü çocukluğumuzda koşullu aldığımız sevgiyi bu şekilde elde etmeye çalışıyor olabiliriz. Kendimizden vazgeçip sınırlarımızı kaybedebiliyoruz. Sevilmeme düşüncesinin yarattığı bir kaygı var altında. Talep edilmeme, ihtiyaç duyulmama korkusu geliyor hepimize ama gerçek sevgi, zorlanmaya ihtiyaç duymaz. Kendinizi parçalamak zorunda kalıyorsanız muhtemelen gerçek sevgi konusunda yanlış öğretilere sahipsinizdir ve bunları yaptığımız halde hala neden mutsuzsunuz önce bunu sorgulamalısınız.

PSİKOLOG ESRA ERÇAL
Konuk Yazar : Psikolog Esra Erçal

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.