Kitap

“İyi erkek kendi öz varlığı, cinselliği, erkekliği ile ilgili konuşan erkektir”

Son zamanlarda özellikle kadınların elinde sıkça gördüğüm bir kitap var. Adı Konuşulmayan Erkeklik. Kitabın yazarı Prof. Dr. Saadettin Eskiçorapçı üroloji, üroonkoloji uzmanı bir doktor ve Konuşulmayan Erkeklik’i yazarak sorunlarıyla yüzleşmek yerine, kaçıp saklanmayı tercih eden erkeklere tabularını göstermek istedi.

Konuşulmayan Erkeklik Türkiye’de erkek hastalıklarını ve erkek olma tabusunu bu kadar açık ve cesur işleyen ilk kitap. Kitabı okurken erkekliğin ne kadar kırılgan bir durum olduğuna bir kez daha şahit oldum. Meğer erkeklikle ilgili bilmediğimiz ne kadar çok şey varmış, ben aydınlandım açıkçası. Keşke kadınlar için de böyle bir kitap yazılsa. Ama en azından erkekleri anlamak adına bu kitap, yazarına göre yine en çok kadınların işine yarayacak. Bence de çünkü sorunları açık seçik ortaya dökülse de erkekler yine konuşmamaya devam edecek. Ama ben sizler için Prof. Dr. Saadettin Eskiçorapçı’ya kitabında da anlattığı tabuları sorabildiğim kadar sordum.

Önce hikayenizle başlamak istiyorum Mevlâna torunu olmaktan bahsediyorsunuz…

Konya’da doğdum ben, babamın doğduğu ev türbenin içindeydi. Mevlâna Türbesi’nin girişinde bir bahçe vardır. O bahçe eskiden yoktu, orada evler vardı. Babam o evlerden birinde doğmuş. Benim bütün ailem hem baba hem anne tarafım 200 yıldır o bölgede. Mevlana’nın torunu olmak aslında bir kavram. O felsefeye inanıyorum, insan odaklıyım manasında söylüyorum ben Mevlâna torunu olmayı. O ruh halini Konya’da büyüdüğünüz zaman anlamak daha kolay ama üstüne de koymak lazım. Ömrüm boyunca okudum, araştırdım, doğrusu neyse onu buldum. Ama Mevlâna felsefesi hem hekim olarak hem de Saadettin olarak hayatımın önemli bir noktasındadır.

Eğitiminizi yurt dışında tamamlamışsınız ve çok genç yaşta profesör olmuşsunuz tebrik ederim.

Sınavlarda başarılı olunca Ankara Fen Lisesi’ne gittim sonra Hacettepe’yi kazandım. Hem üroloji hem üroonkoloji bölümünde çok uzun yıllar okuduktan sonra kendimi geliştirmek için yurt dışına gittim.  Almanya’da Hamburg Eppendorf Üniversitesi’nde 3 aylık bir eğitimim var. Amerika’da Stanford Üniversitesi’nde prostat kanseri ağırlıklı olmak üzere bütün ürolojik kanserler üzerine çalıştım. Daha sonra tekrar Almanya’ya gittim, Heidelberg Üniversitesi’ne. Bir kısmı TÜBİTAK bursuyla devletin gönderdiği eğitimlerdi, bir kısmı proje bazlıydı. Hayatım boyunca da 25 yıla yakındır 10 binden fazla hasta görmüşümdür. Yüzde 70’i genelde erkekler. Tabii kişileri bazen tek bazen aileleriyle beraber görüyorsunuz. Böylece erkekliğe bağlı hastalıklara çözüm ararken, aynı zamanda erkeklerin bu hastalıklar karşısındaki davranış paternlerini de Türkiye’de ve yurt dışında Almanya’da, Amerika’da, Fransa’da ve başka birçok ülkede gözlemleyebilme şansım oldu.

Hasta davranış modeli nedir?

Kadınlardan örnek vereyim, meme kanseri çok iyi örnektir bizim bu hastalıklara. Meme kanseri yaşayan bir kadın sadece kanseri yaşamaz. Cinsiyetiyle ilgili ciddi sorgulamalar yapar. Hatta varoluşunu bile sorgular, evliliğini sorgular, hayatını sorgular. Kanser tedavisi kadar önemli bir süreçtir ama çoğunlukla ihmal edilir. Eşinden boşanır veya eşiyle olan ilişkisi sarsılır, nişanlıysa nişanı bozulur veya daha sağlam bir evlilik yapar. Aynı durum bizim prostat ve testis hastalıkları için de geçerlidir. Testis kanseri 20’li yaşlarda olur daha çok. Prostat erken geliştiği zaman erkekler de hayatı, ilişkilerini, varoluşlarını sorgular. Bu benim yapımla da ilgili biraz; insanlarla paylaşmayı, gerçek sohbeti severim. O nedenle hastalarımla da bu derinlikte bir ilişkim var. Öyle de olması gerektiğini yıllar içinde de öğrendim. Çünkü siz prostat hastalığı diyorsunuz, ilacını veriyorsunuz ama adam evde neler yaşıyor, eşiyle neler paylaşıyor bilmiyorsunuz. Veya kanser oluyor, bazen ölmek istiyor ama sizinle duygularını paylaşınca hayata tutunuyor. Siz bildiklerinizi gerçekten doğru anlatmazsanız, güzel anlatmazsanız hastaya anlattıklarınız geçmiyor zaten.

Bu kitabı yazma nedeniniz biraz da hasta psikolojisini anlatmak sanırım?

Rahmetli hocam Prof. Dr. Sezer Kendi 20 yıl önce böyle bir kitap yazmak istemiş ama yazamamıştı, bana da “Sen bu işi iyi yapıyorsun, hastalarla iletişimin iyi hasta düzeyinde” dedi. Çünkü doktorları bilirsiniz hastayla yüksek perdeden konuşur. Hasta biraz anlar biraz anlamaz anlatılanı.

Neden böyle peki?

Tıbbın öğretim şekli bizde biraz öyle. Hasta iletişimini öğreten bir ders yok. Sosyal iletişim yok. Bu tamamen doktorun kişisel yetenekleriyle olan bir şey. Bence bu dersler olmalı. Ben Acıbadem Üniversitesi’nde öğretim üyesiyim, orada mentörlük programında da çalışıyorum. Yeni gelen gençlere bunları anlatıyorum. Kendinizi hem kişisel iletişim hem halk iletişimi konusunda mutlaka geliştirin diyorum. Çünkü hekim anlatan biri. Dünyanın en iyi hekimi bile olsanız; iyi iletişim kuramadığınız zaman anlattığınızın bir kıymeti yok. 20 yıl önce söylemiş hocam, 6-7 yıldır da ben yazıyorum böyle ufak ufak. Pandemiyle beraber özellikle hızlanan bir süreç oldu.

Bu sizin ilk kitabınız değil mi?

Okurun kitapçılardan satın alarak okuyacağı anlamda ilk kitabım ve çocuğum gibi biraz. Ama benim ayrıca 12 tane doktorlara yönelik yazılmış akademik kitabım da var. Konuşulmayan Erkeklik sosyal sorumluluk projesi olarak da gördüğüm bir şey, çünkü bu alanda yazılmış ilk kitap. Cinsiyetler üstünden kadını ve erkeği anlatan kitaplar var ama tıbbi tarafını da anlatan ilk kitap, tıbbi anlamda biraz başucu kitabı gibi görebiliriz. Kitabın bilinçlendirmeye ve erkekleri silkeleyip “Kendinize gelin arkadaşlar ne yapıyorsunuz!” demeye yönelik bir tarafı da var. Kişisel taraftan yakalamayı hedefliyorum ben okuru. Çünkü sosyolojik taraftan anlattığın zaman kişiye ulaşmıyor o sorun.

KADINLAR KİTABA BAYILIYOR

Konuşulmayan Erkeklik erkeklerden ziyade kadınların daha çok ilgisini çekti savı doğru mu gerçekten?

Kadınlar daha çok okuyor. Kadınlar kitaba bayılıyor.

Neden?

Çünkü kadınlar açık. Bilgiye daha açık, objektif, kişiselleştirmiyor, bunu bir problemmiş gibi okumuyor, düz okuyor. Bana soruyor kadın “Erkek arkadaşımın şöyle bir sorunu var, ne yapalım?” diye. Dümdüz… Ben de ne yapılması gerektiğini söylüyorum. Bunu bir kadınla çok rahat konuşabiliyorsunuz ama bir erkekle konuşamıyorsunuz. Erkek onu varoluşsal probleme dönüştürüyor. Bir de bende nasıl olur gibi bir tepkiyle dinliyor. Anlatsanız bile ona geçmiyor. Mevlana’nın bir sözü var ya “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.” O yüzden ben hastalarımla bir konuşurum, bir daha konuşurum, eğer hastalık partnerleri de etkiliyorsa ki çoğunlukla etkiliyor, eşleriyle, partnerleriyle çağırırım.

Ne gibi problemleri oluyor erkeklerin?

Sertleşme problemi, ereksiyon problemi veya bir kanser. Bu çok enteresan kadınlar erkeklerin bu konuları neden konuşmadığını anlamıyor. Bu kitap kadınlar erkekleri anlasın, sorunların biyolojik temelini de anlatayım diye yazdığım bir kitap aynı zamanda.

ERKEKLİĞİN TABU TARAFI, GİDEREK HAFİFLİYOR

Sizin iddianız şu: “Kadınlar sayesinde erkekler konuşacak.” Yüzyıllardır erkekler konuşmuyor, biz kadınlar erkekleri konuşturmayı bunca zaman başaramamışız. Nasıl olacak bu?

Bana biri dedi ki; “Her şeyi de kadınlara yüklüyorsunuz.” Doğrudur, sosyolojik olarak binlerce yılın getirdiği bir şey bu konuşmama meselesi. Ama anne karnına kadar uzanan biyolojik bir temeli de var. Z kuşağı konuşuyor bu arada onu da söyleyeyim. Konuşmaya başladılar.

Neden?

Çünkü onlar ilişkileri başka görüyor, başka yetiştiler, daha erken sünnet oluyorlar. Anneler artık erkek çocuklarını o kadar abartmıyor. Erkekliğin tabu tarafı, sosyal tarafı giderek hafifliyor. Z kuşağı bilgiye de daha kolay ulaşıyor.

Konuşulmayan Erkeklik’te anlattığınız konular genelde hangi yaş aralığından itibaren tabu?

30 yaşın üstündekiler, çoğunlukla tabii. Erkek sorununu bilse bile, sorsa bile konuşmaktan imtina ediyor. Çünkü böyle bir melekesi yok, böyle yetişmemiş. Beraber oldukları erkeğin bir sorunu varsa o sorunu kadınlar da bilmiyor. O yüzden kitabımı kadınlar da okusun, aydınlansın ve eşiyle, sevgilisiyle bir sorun varsa konuşsun istiyorum. Böyle örnekler var. Erkek arkadaşıyla konuşuyor mesela kadın, önce tepki alıyor belki ama sonra erkek mantıklıysa, medeni taraftan geçiyorsa “Evet konuşalım” diyor ve konuşulunca zaten sorun kalmıyor.

ERKEK ERKEN BOŞALMAYI KONUŞMUYOR

Hangi sorunlar özellikle konuşulmasın istiyorlar?

Mesela erken boşalma, erkek bunu konuşmuyor. Halbuki tıbbi bir süreç, çoğunlukla tedavisi mümkün. Bana bile gelmiyor ama kız arkadaşı ya da eşiyle arasındaki en büyük problemlerden. Bu yüzden ayrılıklar, boşanmalar var. Çünkü doğru dürüst cinsellik yaşayamıyorlar, cinsellik olmayınca da onun stresi sosyal hayata yansıyor. Erkek orada geriliyor, kendini kapatıyor, gidip başkalarıyla cinsellik yaşamaya çalışıyor. O zaman da olmuyor zaten. Erkek kapalı, ne yapacaksınız? Erkeği açarsanız, en azından bir örnek görürse, “Çözdük, konuştuk, bak daha iyi oldu benim hayatım” noktasına gelecek. O zaman diyecek ki, “Ben konuşayım.” Bazen kadın arkadaşlarım bana soruyor “İyi erkeği nasıl anlarız?” diye ben de “İyi erkek, medeni erkek kendi öz varlığı, cinselliği, erkekliği ile ilgili konuşan erkektir. Bunu konuşan bir erkek bulursanız bırakmayın” diyorum. Erkek en büyük tabusunu bile rahat konuşabiliyorsa sizinle, sorunları da çözebilir. Zaten ilişki dediğiniz sorunlara nasıl yaklaştığınızla ilintili bir süreç. Ben ilişki uzmanı değilim ama bu anlattıklarımı binlerce hasta ve çiftin davranış paternlerinden gözlemleme fırsatım oldu.

Konuşulmadıkça tabu oluyor tabii…

Şöyle bir örnek vereyim, Kadın Kanserleri Derneği’ne çoğunlukla destek oluyorum. Kadınlar konuşuyor, “Mememi aldırdım, eşimle böyle oldu, cinselliğimiz de şöyle oldu” diye anlatıyor. Doğrusu da bu, konuşması lazım. Ama erkeğe siz prostatı bile anlatamıyorsunuz. Halbuki prostatın direkt cinsellikle alakası bile yok. Ama kafa o olduğu için. Ben Üroonkoloji Derneği Genel Sekreteri’yim; bilinçlendirme toplantısı yapalım diyoruz erkek kanserleriyle ilgili, gelen yok! Erkekler bırakın konuşmayı gelmiyor, toplantıda görünmekten bile çekiniyor.

Ama Amerika yaptı. 25 -30 yıl önceki genelkurmay başkanı, çöl kaplanıydı o, çıktı “Ben prostat kanseri oldum” dedi. Al Pacino çıktı, başkaları da konuştu. Onlar anlatınca da orada daha konuşulur bir hal aldı.

Bizde çıkıp konuşacak bir toplum önderi var mı?

Çok zor. O yüzden konuşmaya belki kadınlar üstünden başlayabiliriz diyorum. Bir toplum önderinin çıkıp konuşmasını çok yakın görmüyorum Türkiye’de.

Erkek çocuklarının nasıl bir erkek olma baskısıyla büyüdüğünü anlatmışsınız kitabınızda. Benim için rehber gibi oldu aslında. Kitabınızı okurken erkeklerin neden konuşmadığını biraz anladım sanırım. Erkeklik çok kırılgan bir süreç. Erkekler kırılganlıklarını kaçarak ve konuşmayarak saklamaya çalışıyorlar değil mi?

Erkeğin penisinde bir problem çıktığı zaman o varoluşsal bir probleme dönüyor. Prostattaki problem direkt cinselliği etkilemiyor ama erkeğin algısı cinsellik. Çok güzel tespit ettiniz, erkeklik çok kırılgan. Bir kız arkadaşım bana “Ben erkeklerden nefret ediyordum, kitabı okuyunca sizi biraz anlamaya başladım, hatta şimdi biraz üzülüyorum size” dedi. Hakikaten erkeklik o kadar kötü kodlanıyor ki! Sünnet olacak mesela, sünnet sosyolojik ve dini bir ritüel aslında.  Ama ne deniyor; “Erkek olacaksın!” Sonra çocuk bir öğreniyor ki bu sosyolojik bir kavram, dini bir uygulama. Tıbbi bir şey bile sayılmaz. Ama ne diye kodlanıyor, erkeklik diye kodlanıyor. Kadınlıkla ilgili kodlanan şey çok az. Belki ilk adetiniz. Ama erkeklik kitapta detaylıca anlattığım gibi anne karnında başlayan bir ispat süreci. Hep ispat etmesi lazım, sünnet olması lazım, o berberi değiştirmesi lazım, hep bir şey yapması lazım. Kadınına bakması lazım, lazım da lazım. Ve bunların hepsi penisin ereksiyonuna gidiyor. Penis ereksiyonu olmayınca bütün o erkekliği, toplum içindeki rolü değişiyor gibi hissediyor erkek. O kırılganlık da oradan. Sizin bu tespitinizi çok önemsiyorum, çok önemli bir şeye parmak bastınız. Erkek bayağı zayıf bir yaratık. En büyük sorunu prostat değil, en büyük sorunu erkeklikle ilgili konunun gelip gündeme oturması.

Tıbbi olarak prostat ama galiba?

Evet, en çok görülen tıbbi problem prostat oluyor. İyi huylu büyümesi hasta hemen hemen 70-75 yaşına kadar yaşarsa yüzde 80 görülüyor. Neredeyse her erkeğin başına geliyor demek bu oran. Kanseri de 11 erkekten birinde görülüyor.

Kadınlarda meme kanseri için kampanyalar yapılıyor, erkekler için zannedersem prostatın önemini anlatmak açısından böyle kampanyalar yapmak zor anlattıklarınıza bakılırsa.

Yapamıyoruz! Testis kanseri için de yapmak istedik. Testis kanserinde kendi kendine muayene ile ilgili bir çalışma var; bizim dernekte yapılmış. Onu kamu spotu yapmak istedik. Yapamadık. Testise testis diyemiyorsun bu ülkede. Prostat konuşunca ortam soğuyor bir anda. Bunları konuşarak tabu olmaktan çıkarmak lazım. Meme de bir ara ayıp gibiydi, herkes göğüs diyordu ama şimdi alışıldı.

“Toplumun testosteron seviyesi normal sınırlarda”

Erkeklerdeki şiddet eğiliminin testosteronla bir ilgisi var mı? Ülkemizde şiddetin bu kadar fazla olmasının sebebi erkeklerin erkeklikleriyle ilgili sorunlarından mı kaynaklı sizce?

Ben sosyolog değilim. Ama bu kitabı yazarken çok okuma fırsatım oldu. Testosteron hormonu belli bir seviyenin üzerindeyse biraz öfke, stres yaratıyor bu bilimsel bir gerçek.

Hormon bazında sormak istedim aslında ben de…

Onun belli bir seviyenin üstünde olması lazım, o grup çok az. Siz toplumsal olarak yaşanan problemleri direkt testosterona bağlayamazsınız. Çünkü toplumun testosteron seviyesi normal sınırlarda. Bu daha çok sosyolojik kavramlarla ilgili. Ben bunun biyolojik bir şey olduğunu düşünmüyorum çünkü ortalamalara bakarsak kavga ve erkek şiddetinin daha az olduğu daha medeni ülkelerde de aynı testosteron seviyeleri var. Erkeklerin testosteron seviyesi ülkeden ülkeye değişmiyor. Ama sosyolojik farklılıklar, yetiştirilme, aile içinde eğitim çok etkiliyor. Kitapta da yazdım cinsel eğitim okul öncesinde, aile içinde başlamalı. Çocuktan önce anne babaya eğitim vereceksiniz. Anne baba çocuğuna nasıl cinsel eğitim vereceğini bilecek. Sonra da çocuğa 2-3 yaşından itibaren pedagoglar danışmanlığında eğitim verilmeli, bu kolay bir şey değil ama böyle çözüleceğini düşünüyorum ben.

ERKEKLİK ÇATIŞMA VE YÜK

Siz bir oğlan çocuğunun erkek olmaya geçişi örneklerini sıralarken hamamdan kovulmaktan da bahsediyorsunuz kitabınızda. Bu geçiş çok keskin anladığım kadarıyla. Çocuk, kadınların o yumuşak dünyasından çıkıp bir anda babaya gidiyor. Orada ne oluyor?

Bu benim hem kişisel olarak yaşadığım hem de gözlemlediğim bir şey. Çok da okudum bu kitap sırasında. Bence o dönem çok önemli. Toplumdaki erkek rolünü en çok etkileyen ergenliktir. Bizim dönemimizde sünnet ergenlikte olurdu. Şimdi daha küçük yaşlarda yapılıyor. Sünnet olmak annelerin ve kadınların dünyasından, evden çıkıp artık babanın ve erkeklerin dünyasına geçmek anlamına geliyordu. Berbere gitmek de böyle bir şey. Eskidendi tabii, şimdi pek yok ama çocuk hamama kadınlarla giderken birden erkeklerle gitmeye başlıyor. Kitapta okumuşsunuzdur, perspektif algısını anlattım sanatta da olan. Orada biraz vücudunu tanıyor. Babanın ya da hamamdaki herhangi birinin cinsel organını görüyor. Ve perspektiften dolayı da kendininkini hep küçük görüyor. Zaten yaş küçük olduğu için de küçüktür organı. Erkeklerdeki cinsel anlamda, boyut anlamında kendini küçük görme kompleksi o zamanlardan çıkıyor. Bir de “Hadi erkeksin, gideceksin, bunu yapacaksın, para kazanacaksın, erkek adam kız kardeşine bakacak” gibi ispat edilmesi gereken sosyal yükler de yükleniyor. Bir anda kadınların o yumuşak dünyasından erkeklerin sert dünyasına geçiyor ve şaşırıyor. Eğer orada doğru bir geçiş olmazsa, kitapta erken yaş güçsüzlüğü denilen kavramı anlattım, o güçsüzlük hayatı boyunca onunla geliyor. Ben yatılı okula gittim 14 yaşında. O yaşlar gerçekten erkeklerin birbirine kötü davrandığı yaşlar. Sineklerin Tanrısı kitabını refere ederek anlattım bu durumu kitapta, orada da aynı şey vardır. Tamamen erkeklerin oluşturduğu bir çocuk grubunun nasıl vahşileştiği anlatılır. Burada hormonal etki de var ama daha çok erkek dünyasına geçişin nasıl olduğunu bilmediği için, erkekliği öyle bir şey olarak yorumluyor oğlan çocukları. Siz onu doğru yönlendirmezseniz, “Erkek sert olacak, vurdu mu şöyle olacak!” derseniz o çocuk erkekliğini şiddetle kodluyor. O dönemin özelikle ailelerde ve okullarda çok daha iyi yönetilmesi lazım.

Sünnet erkeklerin erkekliğini etkiliyor mu? Belki kadın bakış açısı bilemeyeceğim ama bana hadım etmek gibi geliyor bazen. Dini ritüel olmanın dışında özellikle geç yaşta sünnet ettirilen erkek çocuklar için sünnet bir travma yaratıyor mu?

Dediğim gibi bu çok uzmanlık alanım değil ama sünnet yapan bir cerrah olarak gözlemimi söyleyebilirim. Sünnet çok boyutlu bakılması gereken bir konu. Mesela “Çocuğumuza sünnet yaptırmayalım” diyenler oluyor. Bizimki gibi özellikle sünnetin yaygın olarak yapıldığı ülkelerde sünnetsiz bir erkeğin yaşayacağı travma da problem. Sünneti bir şeyi kesmek olarak kodlamamak lazım. Sünneti erkeklikle ilintilendirdiğimiz için biz, çocuk da o anlamda bakıyor. Ama psikolojik olarak sünnetin travmalarını bilen bir çalışma da yok. Freud’un bazı çalışmaları var; 2 yaşından önce yaparsanız problem oluyor, 4-6 yaş ya da 3-6 yaş arası sünnet daha az problem yaratıyor savı var ama bu da çok küçük bir çalışma. İnanın bunu kimse doğru dürüst bilmiyor. Ama yenidoğanda yapılmasının en azından çocuğun olası psikolojik travmalarını engellediğini biliyoruz. İlk iki ayda bilincin gelişmediği düşünülüyor bebeklerde. Çünkü beyin de henüz tam gelişmemiş oluyor. O yüzden ben de kendi çocuğumu yenidoğanda yaptırdım.

Günümüzde çok yayıldı değil mi yenidoğanda sünnet?

Türkiye’nin genelini düşündüğünüzde sünnet şu anda bile çoğunlukla daha büyük yaşlarda; ilkokul çağında ya da öncesinde yapılıyor ve hala erkeklikle ilintilendiriliyor. Ama sünneti dini bir gereklilik ya da toplumsal bir gereklilik diyerek çocuğa anlatmak daha sağlıklı. Sünnetin yaşanış şeklinde bir problem var. Türkiye ve onun gibi ülkelerde sünnet çocuğu motive etmek için erkeklikle ilgili kodlanıyor. Korkmasın diye erkek olacağı söyleniyor çocuğa sürekli ama “Artık sünnet oldum, erkek oldum” düşüncesi çocuğa çok büyük bir yük.

Erkeklik biraz yük aslında kitabınızda okurken onu anladım…

Yük tabii, çatışma ve yük. Aslında düşünsenize bu sadece tek bir olay değil, ömrünüzün bütününde sakladığınız, gizlediğiniz kendinizden bile gizlediğiniz bir şey var ve o yük sizle beraber geliyor. Kadınlarda böyle bir şey çok yok. En yakın arkadaşına anlatır kadın en kötü ve biter. Erkek en yakın arkadaşına yaşadığının tam tersini anlatıyor. En yakın arkadaşını rakip olarak görüyor çünkü. Erkeklerin anlattığıyla gerçek başka oluyor çoğu zaman

Neden?

Aman erkekliğime zarar gelmesin kaygısından. Halbuki konuşsa… Hatta kadınla konuşmak erkek için çok iyi. Çünkü kadın onu içselleştirecek; eşime, sevgilime bir faydam oluyor diye mutlu olacak. Ben mesela erkeklere ödev veriyorum eşinizle konuşun diye. Erkek cinselliği penisin ereksiyonu olarak görüyor genelde ama paylaşmak da seksi bir şey, kadın böyle bakıyor. Bunu yapmaya başladığı zaman insanlar daha mutlu oluyor partnerleriyle.

MENOPOZDAN ÇIKMAK DİYE BİR ŞEY YOK AMA ANDROPOZDAN ÇIKABİLİRSİNİZ

Son soru, çok merak ediyorum erkeklerdeki andropoz kadınlardaki menopoz gibi mi?

Farklı. Menopozu anlatayım önce; kadınların yumurta rezervi var, ergenlikte başlıyor ilk adetle ve her ay ortalama 1 tane atılıyor. 40 yıl atılacak diyelim, aşağı yukarı 400- 500 yumurta var demek bu. Yumurtası bittiği zaman, diyelim 55 yaşında bitti, kadın menopoza giriyor. Bu yumurtanın bitmesiyle alakalı. Bu başlangıcı olan bir dönem, sonra geri gelmiyor. Ama erkekte öyle değil. Bizde yumurta yani sperm bitmiyor. 80 yaşında da çocuk sahibi olabilir bir erkek. O yüzden menopoz gibi bir geçiş yok. Ama şu var, andropoz dediğimiz şey erkeklik hormonunun dalgalanmasıyla olan bir şey; düşüyor, tekrar yükseliyor. Genelde 50 yaşından sonra başlıyor. Ama belli de olmuyor. Bazısında 60, bazısında 70 yaşında da başlayabiliyor. Kitapta anlattım; erkeklik hormonu testosteron 20’li yaşlardan itibaren giderek düşüyor. 70 yaşında bir erkeğin 25 yaşındaki bir erkekten çok daha az testosteron seviyesi var hormon olarak. Hastanın fark edeceği şekilde ciddi bir düşüş oluyor, menopoza girmiş bir kadın gibi düşünün. Bizde de 55 yaşında bir hasta geliyor; aniden terlemeleri başlamış, cinselliği azalmış, kemik erimesi başlamış. Fakat biz o hormonu yerine koyduktan sonra düzelebiliyor. Menopozdan çıkmak diye bir şey yok ama andropozdan çıkabilirsiniz, Ayrıca şunu da eklemek isterim; andropoz döneminde kalp damar tıkanıklığı tespit ettiğim çok hastam var, belki de hayatını kurtardığımız. Bizim de öyle bir misyonumuz var. O yüzden 50 yaşından sonra her erkeği şikâyeti olmadan hem prostat için hem de andropoz için kontrole çağırıyoruz. Andropoz da böyle bir paket.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Sinem Gündem
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. 22 yıldan bu yana televizyonların haber merkezlerinde çalıştı, haber programları çekti. En büyük tutkusu yazmak ve soru sormak.