Sınır bilmek? Alan çizmek? Kendi sınırlarını fark etmek? Nasıl profesyonel terimler öyle değil mi? Söylemesi havalı, yaşaması yerde süründürüp ayağa kaldırıcı.
Hayatının ilk 30 yılını, Kendi alanını fark etmeden ve düşünmeden geçirmiş biriyim. Kendi alanım diyorum çünkü benim zannettiğim alanlar başkalarına aitmiş. Sınırlarımın ihlal edildiği durumlarda, İhlali görebilmek için “Ben kimim? Neleri severim? Asla tahammül edemediklerim neler?” Sorularını cevaplamam gerekliymiş. Sorular, defalarca kez, birilerinin ihlaliyle kendime çevrilince zor da olsa cevaplamak durumunda kaldım.
Sınır tanımımı çizdikten sonra yakın (?) çevremde özellikle daha önce içeri girmeyi denemiş ve başarmış olanlardan veto yedim. Neyin nesiydi ki bu kibir? Yıllardır açık ve esnek olan bir kapı, nasıl olur da sertleşir ve kapanırdı? Kapıya çarpıp geri dönenler, bir daha çalmayı denemediler bile. Bu kapının sertliği egomu, esnekliği de mütevaziliğimi besleyecekti. Mütevazi bir ego, hayalimdi.
Bütün İş Yürekte
Yıllar içinde, zaman zaman ego zaman zaman mütevazilik şirazesini kaydırdım. Egoya fazla yaklaştığım her vakit, yalnızlaştım. Güçlü gibi görünürken zayıflığımı gizlemek için hep daha fazla çabaladım, şefkatimi yitirdim. Mütevaziliğe fazla yaklaştığım her vakitte yok sayıldım, hafife alındım, ihlal edildim. Ve bu yaşımda ilk kez, ikisinin arasında dengede kaldığım bir an yaşadım. Bir hizmet satın almak istediğimde arkadaşımı arayıp, onun bu sektörde tanıdığı biri olup olmadığını sordum. Önerebileceği bir şirket olduğunu ama önce onları arayıp bana hizmet verip veremeyeceklerini soracağını, çünkü söz konusu şirketin kendine kalifiye müşteriler seçtiğini, beni kabul etmeme olasılığının olduğunu söyledi. Ben o an, mütevazi bir küstahlıkla önce bana şirketin ismini yazmasını istediğimi, şirketi araştırmak istediğimi, ihtiyaçlarımı karşılayıp karşılamayacağına karar vererek tekrar kendisiyle iletişime geçeceğimi belirttim. Benim istenmeme ihtimalim istenme ihtimalim gibi elbette olabilir ancak şirket de her ne kadar kaliteli olursa olsun, beğenilme ihtimali kadar beğenilmeme ihtimali de vardır.
Tıpkı Nazım Hikmet ‘in de bahsettiği gibi “Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?”
Bütün iş yürekte yani.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.