Bugün 12 yaşında olan oğlum Çağatay daha anne karnındayken gittiğimiz Hindistan’da Onenness University (Birlik Üniversitesi) kurucularından Bhagavan bize oğlumuzun büyük adam olacağını söylemişti. Eşim İsmail ile birbirimizin gözlerinin içine bakmıştık, sevinçle, gururla… O zamanlar “büyük adam” ifadesibenim için bambaşka bir anlam taşıyordu. İyi okullarda okuyacak, önemli kariyerler yapacak, büyük işlere imza atacaktı.
Aylar sonra gerçekleşen doğumda oğlum doğum kanalında sıkışmış ve yine aylar sonra bebeğim serebral palsi tanısı almıştı. Bu hiç ama hiç beklemediğimiz bir şeydi. Son güne kadar tüm kontrolleri mükemmel çıkan ve büyük ve özel adam olacağı dünyanın tanınmış gurularından biri tarafından söylenen oğlumuz normal (!) bile değil miydi yani? Zihnimizdeki “büyük adam” kalıbına hiç uymayan şeyler yaşıyorduk.
Sonraki tüm şifa arayışlarımız boyunca bu sefer de onun “rehber” olacağını dinledik şifacılardan, mistiklerden. Oradan oraya koşturuyor, onun için daha iyi ne yapabiliriz diye düşünüyorduk. Belki dışarıdan çaresizce çabalayan anne baba olarak görünüyorduk ve belki biz de zaman zaman kendimizi öyle hissediyorduk ama içeride bambaşka şeyler oluyordu. Yavaş yavaş dönüşüyorduk, pek fark etmeden, fark edilmeden…
Zaman ve deneyimler bana “büyük adam” olmanın zihnimizdeki iyi okullar, yüksek puanlar, başarılar, ödüller ve parasal zenginlik ile sınırlı olmadığını, bu kalıpların ötesinde çok daha fazlası olduğunu öğretti. Öğretmeye de devam ediyor. Belki bundan birkaç yıl sonra size daha da farklı yorumlarda bulunacağım.
Ama bugün için şunu söyleyebilirim;
Oğlum bana büyük adam oldu, büyük rehber oldu, rehberlikler yapmama da vesile oldu. Hayat yolculuğumdan birçok öğretmenim oldu, hepsine de hala çok saygı duyuyorum ama bana rehberimin kim olduğunu sorsanız kesinlikle Çağatay derim. Beni en çok tetikleyen de en çok motive eden de beni hayatın için tutan da o.
Onun sayesinde köklenmeyi, olamayanın içinde kalabilmeyi, yaşamı olduğu gibi alabilmeyi, herkesin kendi serüvenine saygı duymayı öğrendim. O kişi çocuğun olsa bile müdahale edemeyeceğini ve saygı duyup sınırlarını bilmen gerektiğini, kurtarabilirim şovuna girmeden sadece orada olmak, sevebilmek nedir onu öğrendim.
Bunların hepsi Çağatay’ın işi!
Çağatay benim büyük adamım, rehberim. Danışanlarım arasında özellikle çocuğu ile ilgili deneyimlerden geçenler de bazen bana “Rehberim sen değilsin hocam, Çağatay” diyorlar.
Çağatay ile yolculuğumuzun ilk yıllarını Mucizenin Doğumu adlı kitabımda anlatmıştım. Şu an birçok kişi bana kitabı bulamadıklarını söylüyor. Bize güzel bir haber vereyim. Mucizenin Doğumu güncellenmiş hali ile çok yakında yine raflarda olacak.
İşte bu kitabın başında yaptığım tüm çalışmaların ışığında Çağatay’ın ağzından yazdığım mektupta oğlum şöyle diyordu:
…
Annem bana, hamileliğinde daha benim canlı halimi görmeden aşık olmuş. Bütün gün aynaya bakıyormuş. Karnının her tarafından profil resmi alıyormuş, sanki beni görüyormuş gibi, “Ne kadar yakışıklı oğlum var” diyormuş. Bir gün annemin karnından test için su almak istediklerinde aralarında konuşmuşlar ve “Sanki engelli olsa çocuğu aldıracak mıyız? Aslaaa. O zaman yola devam” demişler, o işlemi yaptırmamışlar. Tabii onları bekleyen sürprizden habersizlermiş. Annemin bana hamileliğinde bu çılgın çift Hindistan’a arınmaya gitmişler. Bhagavan’ın Birlik (Oneness) Üniversitesi’nde bir süre kalmışlar. Bhagavan annemin karnında beni fark edince, “Çocuğunuz özel bir çocuk” demiş. Tabii özel kelimesinden kastının benim onlara yapacağım sürpriz olduğunu, büyük engellerle doğacağımı, hatta gözlerimin bile görmeyeceğini o gün anlayamamışlar. Annem hamileliğinde çok sayıda serebral palsili çocuğa refleksoloji uygulamış. Çocuklar karnına bilinçsizce tekme atıyormuş, o, “Olmaz bir şey, oğlum anlar onları” dermiş. Annem aylarca odamı hazırlamış, her detayı düşünmüş. Kolay değil, bu ailenin en küçük prensi dünyaya gelecekmiş. Tüm doktor kontrollerimi, testlerimi düzenli yaptırmışlar, her şeyim normal gözüküyormuş.
Oysa bilmedikleri bir sırrım vardı. Geçmiş hayatımda manastır rahibiydim, yıllarca hiç konuşmadan ibadet ederek görevimi tamamladığımı düşünüyordum. Ve tekrar dünyaya gelip sessiz geçirdiğim onca zamandan sonra aynı dünya keşmekeşini istemiyordum. Onlar beni bu kadar çok istese de ben aynı dünyaya gelmeyi pek hayal etmemiştim.
Doğumumdan üç gün önce doktora gitmişler. Her şey yolundaymış, doktor “Artık doğuma bekliyorum” diyerek bir hafta sonrasına gün vermiş. Bu görüşmeden üç gün sonra aklım başıma geldi, annemin akşam yemeğinde suları gelmeye başladı, apar topar aylar önceden hazırladıkları bavullarını alıp yola koyuldular. Ama ben gelmeye niyetli değildim ve doğum kanalında kendimi tünelin içinde oksijensiz bırakmak için pozisyonumu almıştım. Doktorlar beni o pozisyondan çıkardıkları an, yukarıdan kulağıma fısıldadılar: GÖREVİNİ YAPMAK ZORUNDASIN, GERİ DÖNÜŞ YOK!
Çağatay’ın görevi neydi peki?
Bunu tek ve kesin bir bilgi olarak belki söyleyemeyiz. Ama şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.
Çağatay;
İnsan kelimesinin ne kadar derin olduğunu, sadece insan olabilmen, bir şey olabilmek zorunda olmadan insan olmanın ve bu şekilde sevmenin ve sevilir olmanın değerini,
Hiç anda kalamayan, endişelerle, kaygılarla yaşayan birine, yarın ne olacağını bilmediği yerde teslimiyete geçebilmeyi, anın güzelliğini fark etmeyi seçmesini,
Olduğu hali ile ne kadar güzel olduğunu anlamamı,
Neşeli olabilmek için günlük hayatımızda ne kadar çok şey olduğunu hatırlamamızı,
Var olan her şeyin iyi ya da kötü değil sadece öyle olduğunu ve hepsinin bizi yukarı taşıyan hikâyeler olduğunu fark etmemizi,
İmanı… Her gün yeni bir gün olduğunu ve her hikâyenin yeni bir günde dönüşebileceğini,
Ailecek yaşama saygılı olmayı, diğerlerini olduğu hali ile sevebilmeyi öğretti.
Benim bir şifacı olarak çıktığım yolculukta daha başarılı olmama,
Çocuk doktoru babasının hastaları ve hasta yakınları ile empati yapabilen, mesleğini 360 derece yapabilen, yeni yöntemlere, tamamlayıcı yöntemlere hemen hayır demeden, onları araştırma cesaretine sahip bir doktor olmasına,
Ablasının psikoloji alanında eğitim almasını ve bu alanda çok daha geniş açıdan kendini geliştirecek olmasına,
Benimle temas eden engelli çocuklara ve onların ailelerine “çocuğu değiştirmek” gayesinden önce onu kabul etmenin ne kadar büyük bir şifa olduğunu anlatmama vesile oldu.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.