Ruhun Karanlık Gecesi
Farkındalık

Ruhun Karanlık Gecesi

Kâinatta değişmeyen bir töz vardır. Sürekli kendini yeniler; potansiyelini açığa çıkarır, entropi gereği düzeni bozulur ve bu düzensizlikten kendini yeniden inşa eder. Bu sayede döngü durmaksızın devam eder, gelişim ve ilerleme mümkün olur. Ruhumuzun çekirdeğinde, maddenin cevherinde ve evrenin merkezinde bulunan tözün sonsuz döngüsüdür bu. Doğa, beden, evren ve ruh bu akış sayesinde var olur ve ancak bu akış sayesinde kendini gerçekleştirebilir. Ne var ki, onun itici gücü olan değişim her zaman kolay değildir. O düzeni bozmak, o kişiden ayrılmak, o yeri terk etmek, o alışkanlığı bırakmak zordur çoğu zaman. Tutunmak istediğimiz yerler kayganlaşır, biz direndikçe yaşam bizi onu bırakmaya mecbur bırakır. Bu, bireysel yaşamlarımızda olduğu kadar kolektif bilinçdışımızda da aynıdır. Alışageldiğimiz düzen, ortam, sistem sarsılır, sorunları artar; eskisinden çok daha fazla rahatsızlık vermeye başlar ve yıkılır; ki yerine gelmesi gereken daha yüksek bir bilinçle gelebilsin. İşte, bizler de artık doğanın, sistemin, alışkanlıkların, öğretilenlerin ve bilinçlerin sarsıldığı o zorlu sürece girmiş bulunmaktayız. Bir şeylerin bitip yerine yenilerinin inşa edildiği, belirsizliğin korunurken boşluk ve düzensizliğin arınma, yeniden yaratım ve yükseliş getirdiği, ruhun o karanlık gecesine…

“Ruhun Karanlık Gecesi”, 16. yüzyılda rahip, mistik ve şair Haçlı Yuhanna (John of the Cross) tarafından kaleme alınmış bir şiire verilen ad. Yuhanna’nın şiirde aktardığı ruhsal deneyimine paralel olarak bu terim, Roman Katolikleri’nde Tanrı ile birleşme yolunda yaşanan ruhsal krizi tanımlardı. Günümüzdeyse benzer ama daha geniş bir anlatımla, ruhsal yükseliş yani tekâmül yolunda yaşadığımız sancılı dönemi açıklıyor ve Şamanizm’de “ruh kaybı” ya da “alt dünyaya inme”, Yunan mitolojisinde “katabasis” ve Carl Jung’un sembolizmasında “nigredo” olarak geçiyor.

Bu süreç, öncelikle, önceden keyif aldığımız ya da doğru kabul ettiğimiz şeylere eskisi kadar yakın hissetmeyişimizle ortaya çıkar. O zamana dek bizi biz yapan; alışkanlıklarımızı ve benliğimizi oluşturan davranış, çevre, inanç, kariyer ya da yaşam tarzından uzaklaştığımızı fark ederiz. Bunlar, o zamana dek kök saldığımız ve sırtımızı yasladığımız önemli özelliklerimiz olduğundan kendimizi kaybolmuş ya da hiçbir yere ait değilmiş gibi hissederiz. İrademizin zayıfladığını, harekete geçmenin zorlaştığını ve kararsızlaşmaya başladığımızı düşünürüz. Anlamımızı yitirmiş, yaşam tarafından bozguna uğratılmış; doğayla, hakikatle, ilahi olanla ve eskiyle bağını koparmış, üzerinde güvenle durduğu sağlam zemini yıkılmış gibi hissederiz. Bu sebeple, çaresizlik, yalnızlık, değersizlik, öfke ve kafa karışıklığı gibi sorunlar deneyimleriz. Bu durum, semptomların benzerliği sebebiyle klinik depresyonla karıştırılırsa da bazı farklı karakteristikleri vardır. Ruhun karanlık gecesi, birtakım dışsal deneyimler tarafından şekillenmez; terapiyle, yaşam tarzı değişiklikleriyle, beden kimyasını etkileyen ilaçlarla ya da kimi düşünsel döngülerimizi kırmakla çözülemez. Kendimize yönelik bir problemden çok hayata karşı sahip olduğumuz felsefi bir sorundur. Daha derinlerdeki ruhsal dönüşüme ait yaşadığımız bir varoluşsal krizi barındırır içinde. Hayatın amacını, neden burada olduğumuzu, iyi insanların neden acı çektiğini, ölümü, sonrasını ve gerçeği sorgularız. Depresyon bu sorulara olumsuz yanıtlar verirken ruhun karanlık gecesi pesimist, umursamaz ya da karamsar değildir. Burada sorulara dair belirsizlik, merak ve değişimden kaynaklanan melankoli vardır. Bu yönüyle psikolojide depresyondan çok “pozitif parçalanma” teorisine daha yakındır. Ruhsal olarak gerilediğimiz ya da vazgeçtiğimiz değil, ilerlediğimiz ve olgunlaştığımız bir dönemdir.

Kolektif bilinçdışının gecesi

Ruhun karanlık gecesi bireysel olduğu kadar kolektif olarak da yaşadığımız bir süreçtir. “5. yoğunluğa (farklı kullanımıyla boyuta) geçiş” olarak adlandırılan, ruhlarımızın bu zamanda burada olup bunu deneyimlediği için şanslı olduğu söylenilen süreç de budur. Yüksek yoğunluk seviyesinde yaşam daha hafif ve süptilken alt yoğunluklarda deneyim çok daha serttir. Daha fazla ayrım, kutupluluk, dualite ve fiziksel deneyim bulunur ve ağır hissettirir. İçinde bulunduğumuz karanlık gecede yaşanan ve yaşanacak olan kitlesel zorlu deneyimlerse bizi maddenin en sert hali vasıtasıyla aşmamız gerekenler ve dipte kalmış korkularımızla yüzleştirir. Değişim milyarlarca insanı etkileyeceğinden olaylar da bireysel olduğundan çok daha güçlüdür. Örneğin; salgınlar, depremler, iklim krizine bağlı doğa olayları, patlayan volkanlar, seller, güneş fırtınası kaynaklı elektrik kesintileri, halk protestoları, kuraklık ve gıda krizi gibi, ancak oldukça sarsıcı olaylar kitleleri değiştirme gücüne sahiptir.

Peki, değişim neden şart?

Çünkü ruh ve maddenin dengesizliği ya da maddeye verilen önem sebebiyle dünyamızda hâlâ hâkim olan bir negatiflik ve bilinçsizlik var. Büyüğünden küçüğüne suçlular; öldürenler, tecavüz edenler, çalanlar, aldatanlar, kıskananlar ve sahtekârlar var. Her seviyede dünyayı saran koca bir kokuşmuşluk var ve çok uzun süredir teneffüs ettiğimiz için artık kokusunu almıyoruz. Ağır suçlar işlemediğimiz içinse kendimizi suçsuz görüyoruz. Fakat, çoğumuzun hâlâ yüzleşmekten kaçındığı vicdani problemleri, görmezden gelmeyi tercih ettiği davranışları var. Vicdan mertebesiyse bunlardan yükseldiğimiz yerde duruyor. Aynı özü paylaştığımız tüm insanlar ve her canlı için hassasiyet, merhamet ve koşulsuz sevgi duyabildiğimizde mümkün oluyor. Bilinçsizlik ise kötülükle aynı rolde, onunla kol kola ilerliyor. Bir başkasının acısına dair sahip olduğumuz ilgisizlik ve bilgisizlik kötülüğü beslememize, farkında olmadan ona destek vermemize sebep oluyor ya da kendimizi istemediğimiz durumlarda bulmamıza yol açabiliyor. Bu yüzden, yaşam vicdani yönümüzü olduğu kadar zihnimizi, bilgimizi ve bilincimizi de geliştirmemizi hedefliyor. Bu denli ağır deneyimlere ihtiyacı olmayan, tekamülde ilerlemiş, vicdani ve bilinç yönlerini geliştirmiş olanlarsa bu tip zorlu olaylara ihtiyaç duymayacak. Bunlardan duygusal olarak etkilense de ihtiyacı olmadığı için birebir o deneyimin içinde bulunmayacak. Nefsaniyeti ya da bilgisizliğini yenemeyenler ancak maddenin en sert halini yaşamaya devam edecek. Kısaca, bireysel çöküşünü yaşamamış olan düşük bilinçteki ruhlar, kitlesel çöküşe şahitlik etmeye devam edecek. Bu evrensel döngüyü ve oluşacak küresel değişimleri detaylıca aktaran en iyi kaynaklardan biri de Dr. Bedri Ruhselman’ın “İlahi Nizam ve Kâinat”ı. 1959 yılında kanallık bilgileriyle yazılıp bu bilgilerin açıklanmasına ortamın henüz hazır olmaması sebebiyle bir kasada tutulan ve ancak kitabın üç koruyucusundan biri hayatta kalınca 2013’te basılan kitap. Bu kitabın son bölümlerinde yaşanacak olan iklimsel değişimler, felaketler, manyetik alan ve kutupların değişimi ile bunların asli sebepleri açıkça anlatılıyor. Dolayısıyla, anlıyoruz ki dış müdahaleler ya da kapitalizm süreci her ne kadar hızlandırıyor olsa da dünyanın ve insan ruhunun değişimi kendi döngüsünü olması gerektiği biçimde devam ettiriyor.

Yeni dünya

Yaptığımız seçimlerle artık bitirmeye, geçmeye hazır olduğumuz deneyimleri tamamladığımızda başka bir zaman akışına (timeline) geçeriz. 5. yoğunluk da farklı bir yer değil, bilince dair yaşadığımız farklı bir frekanstır. Bunu psikolojik ya da ruhsal aydınlanmalar yaşadığımızda bir süreliğine de olsa deneyimlenebiliyoruz. Yüksek enerji, koşulsuz sevgi, sonsuzluk sezgisi, esenlik, huzur, farkındalık, birlik bilinci, yüksek empati, renklerin dahi daha parlak göründüğü ve bu halimizin çevremize, iletişimimize, yaşamımıza, tavrımıza, dış görünüşümüze yansıdığı; bu bütünlüğün de dış etkenler tarafından kolaylıkla sarsılamadığı bir hal. Bu yoğunluk farkı, Gaia ve kolektif bilincin 3. yoğunluk seviyesinde olmasıyla bizi yeniden buraya çekse de dönüşüm tamamlandığında bunları kalıcı olarak, doğal halimiz olarak deneyimliyor olacağız. Çünkü, ruhun karanlık gecesiyle değişen yalnızca gezegenin ya da bizim doğamız değil, içinde bulunduğumuz sistemlerinki de olacak. Bunun da adımlarını görmeye başladık. Artık medya, politika, kurumlar ve yaşam alışkanlıklarımız gibi önceden pek düşünmediğimiz konuların etkilerini küresel çapta sorguluyoruz. Gıda, ilaç, eğitim, çalışma, sağlık, teknoloji, tarım, güvenlik, üretim/tüketim dengesi gibi birçok alanda maddi önceliğin yaşama verdiği zararları görüyoruz. Bu değişim tamamlandığında ekonomik sistem, mülkiyet kavramı, suç oranı, temiz enerji, sınırlar, eğitime erişilebilirlik, sağlık, sosyokültürel denklik, doğa bilinci ve ileri teknoloji gibi hayatın birçok farklı alanında çok daha etkili değişimlere şahitlik edeceğiz. Sistemler doğru çalıştığında bunların maddeye ya da kişilere değil ruha ve insanlığa fayda sağladığını göreceğiz. Şimdi yanlış gittiğini sezinlediğimiz birçok şeyin yakın zamanda doğrusunu deneyimleyeceğiz.

Olanların sebeplerini ve sonuçlarını bilmek, onlarla başa çıkmamızı kolaylaştırır. Hatırlamalıyız ki yaşamdaki çoğu şey gibi bu deneyimin de bir sebebi var. Ruhun karanlık gecesi bizi güçlendiren, zihinsel ve duygusal olarak temizlik yapan tekamülün en zorlu aşamalarından biri. Ne var ki bundan sonraki tüm karanlıklar aydınlık gelmeye başlar. Bu süreçte yapabileceğimiz en mantıklı ve bizi güçlü tutacak olan şeyse bunun bir filtreleme olduğunu unutmamamız. Yola devam edeceğimiz kişilerin dünyanın cennetini yaşamayı hak eden (başka bir ifadeyle bu cenneti bozmayacak) olanlar olduğunu hatırlamamız. Bu dönemde meditasyon yapmak, benzer deneyimleri paylaşanlarla konuşmak; düşünmeye, anlamaya, kabule ve değişime açık olmak, kendimizle yüzleşme cesaretini gösterebilmek; fiziksel sağlığımıza, nefesimize, duruşumuza, düşüncelerimize, çevremize ve beslenmemize özen göstererek enerjimizi yüksek tutmak bize fayda sağlayacaktır. Unutmamalıyız ki, gecenin en karanlık anı aynı zamanda şafağa en yakın olan andır.

“Dans eden yıldız doğurabilmek için insanın içinde kaos olması gerekir. Diyorum ki size: hâlâ kaos var içinizde.”

Nietzsche, “Böyle Buyurdu Zerdüşt”
Stanley Kübrick, “2011 A Space Odyssey”

Önerilen ilgili okumalar:


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ozge-ureyen
Lisans ve yüksek lisans eğitimlerini psikoloji alanında, kurumsal kariyerini danışmanlık ve Getir şirketlerinde tamamladı. Psikolog ve yazar kimliklerini ruhsallıkla birleştirerek yazılarını kaleme alıyor.