Seyahat etmekten kaçınan insan kendinden de kaçıyor
Farkındalık

Seyahat etmekten kaçınan insan kendinden de kaçıyor

Gülten Gül ile başka bir sebeple tanışıverdik ve konu hızlıca Almanya’dan vize almaya daha doğrusu alamamaya geldi. “Sizler vize çıkmayınca kişisel algılıyor, duygusal davranıyor, Almanya’ya ya da konsolosluğa küsüyorsunuz oysa bu böyle bir şey değil. Bakış açınızı değiştirmelisiniz” deyince bunu bir röportaj olarak konuşmak istedim zira o sıralarda beni hiç tanımayan konsolosluk çalışanlarına tek tek sinir olmakla meşguldüm.  Ha ha ha!

Gülten Gül, tabii ki önce kendi kişisel hikayesini iyileştirmek için çıktığı yolda birçok eğitim almış ve nefesten Thetahealing’e çeşitli alanlarda koçluk yapan, uluslararası kamplar düzenleyen ve Türkiye’deki danışanlarını tek başlarına yurt dışında çıkmaya, yolculuklarda kendilerini tanımaya yüreklendiren bir insan. Vizeden kişisel dönüşüme, seyahatten ruhumuzun hayat amacına çok yönlü bir röportaj oldu. Buyurun…

Gülten hanım, iki ülke arasında mekik dokumuş bir insansınız, hayata bakış açınız da böylece zenginleşmiş. O konulara geçmeden önce hikayenizi öğrenebilir miyiz?

Kadim Anadolu topraklarında doğup Almanya’ya göç eden bir ailenin Almanya’da doğan ortanca kızıyım. Türk ve Alman kültürü ile iç içe büyüdüm. Bu nedenle doğuyu ve batıyı sentezleyen kültürlerarası yapıda bir kadınım. Türkiye’ye evlilik nedeni ile geldim. Alman Konsolosluğunda uzun yıllar çalıştım. Eşim bir iş adamıydı. Her başarılı erkeğin yanında ona destek olan bir eşi vardır. Ben de eşimin işlerinde ona destek olmak adına birçok ülkeyi gezdim. Bir kadın, bir eğitimci, bir şifacı, bir anne ve bir babaanneyim.

Gülten Gül
Gülten Gül

Bugünkü siz ve yaptığınız iş nasıl bir yolculuğun sonunda ortaya çıktı?

Evliliğim boyunca aldığım duygusal yaralar nedeni ile kişisel gelişim dünyasına adım attım. Almanya’da, Avrupa’nın diğer ülkelerinde ve Türkiye’de bu alanda birçok eğitim aldım. Aldığım her eğitim bana çeşitli farkındalıklar ve kendimi dönüştürme imkânı sundu. Kendimi, kadınlığımı ve yaşam yolumu yeniden şekillendirmeme vesile oldu. Bir gün İsviçre’deki bir seminer sırasında  ‘La İlahe İllallah’ ı duyduğumda, ruhum ülkemdeki insanlardan başlayarak tüm insanların, kendi yaşam yollarını dönüştürmelerine destek olmak için bu yola girmem gerektiğini fısıldadı. Almanya’da ve Türkiye’de seminerler ve eğitimler vermeye başladım. Sonrasında da İstanbul Sarıyer’deki merkezimi kurdum. Burada kendi yaşam deneyim ve birikimlerimi insanlara aktararak, onların yaşam yollarındaki ilerlemelerine engel olan konuları fark edip dönüştürüyor ve yaşam yollarında istedikleri gibi ilerlemelerini destekliyoruz. Merkezimde yüz yüze, online, birebir ve grup seanslarında nefes, koçluk, Thetahealing seminerleri ve eğitimlerinin yanı sıra yurtiçi ve yurtdışı kamplar, kahvaltılar düzenliyorum.

Sizinle tanıştığımızda Türkiye’de kadınların yurtdışına tek başlarına seyahat etmekle ilgili güvensizliklerinden bahsetmiştiniz. Bu konudaki gözlemlerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Türkiye’de küçük illerde yaşayan ve istediği eğitimi alamamış kadınlar kadar eğitimli, meslek sahibi olan kadınların da yurtdışına seyahat etmeye çekindiklerini gözlemliyorum. Sadece yurtdışına değil, yurtiçinde başka bir şehre de tek başlarına seyahat etmeyi tercih etmiyorlar. Burada bir güvensizlik ve korku var.  Yeni bir yer görmek ve seyahat etmek insanın aynı zamanda kendini keşfetmesi demek, her yol ve yolculukta insan kendini tanıyor, kendine farklı bir noktadan bakıyor. Kendileri ile yüzleşmek istemediklerini ve kendilerinden kaçtıklarını düşünüyorum. Kadınlarının dönüşümleri için yeni bir yeri keşfederken kendilerini de keşfedip, korkularını ve güvensizliklerini görüp, bunun üzerine gidip dönüşebileceklerine ve bunu yapmaları gerektiğine inanıyorum. İnsan yolda ve yolculukta kendini daha iyi tanıyor, kendine dışarıdan bakma fırsatı buluyor.

Yalnız seyahat etmekte zorlanıyoruz, peki iki kütür arasında kadınlar açısından başka hangi farklılıklar gözlemlediniz?

Avrupa’daki kadınlar ürettikleri ve kendilerini gerçekleştirdikleri zaman kendilerini değerli buluyorlar. Kendi yaşamlarının sorumluluğunun alan ve kendi olan bireyler. Bu da kadının ekonomik olarak güçlü olması, kendi isteklerinin peşinden gitmesi ve ilişkilerini kendi değerleri üzerine kurmasını sağlıyor. Birine bağımlı olmadan, sadece bağlı olarak yaşam sürdürüyorlar. Diğer yandan Avrupa’daki kadınlara devlet tarafından sağlanan olanaklar sayesinde (boşandığında kira ve maddi yardım gibi) kadın evlilikte zorunlu olarak değil, istediği için yer alıyor. Karşısındaki insanı olduğu gibi kabul ediyor. Herkesin kendi bireysel yaşam alanları var.

Türkiye’deki kadınlar ise anca bir eş, bir anne olduklarında kendilerini değerli görüyorlar. Çoğu kadın ne istediğini bilmeden evleniyor ve karşısındaki insanı evlenince değiştireceğini düşünüyor. Evliliklerinde kendilerine alan tanımıyorlar. Eşleri ile kuramadıkları sağlıklı ilişkiyi eğer varsa erkek çocukları üzerinden kuruyorlar. Anneleri ile görünmeyen bağlar ile evli olan erkek çocukları çok fazla ülkemizde. Çoğu kadının ekonomik özgürlüğü bulunmuyor. Evliliklerinde problem yaşadıklarında yanlarında onlara destek olacak bir devlet yapısı, ailesi ve bir işi olmuyor. Sorunlu ve bitmiş olan evliliklerine ekonomik nedenler, çocuklar ve özgüven eksiklikleri nedeniyle sürdürmeye devam ediyorlar. Her iki kültürün kadınlarında gördüğüm ortak sorun ise eril-dişil dengelerini bozulmuş olmaları.

Peki vize sıkıntıları bizim kişisel meselemiz mi? Eski bir konsolosluk çalışanı olarak fikrinizi merak ediyorum.

Seyahat etmek her bireyin hakkı. Yurtdışına seyahat ederken vize başvurularında bir kuruma başvuru yaptığımızı hatırlamamız gerekiyor. Yurtdışı başvurularında çoğu kişi dil yetersizliği, zaman kısıtları vb. nedenler ile vize başvurularını aracı kurumlar ile yapıyor. Maalesef her işte olduğu gibi yetkin olmayan ve işini hakkı ile yapmayan çok fazla aracı kurum var. Her ülkenin vize başvurusunda kendi süreçleri ve prosedürleri farklı bunları tam yerine getirdiğinizde vizenizi alıyorsunuz. Bazen süreçte gözden kaçırılan noktalar olsa da bu ikinci başvurularda düzeltiliyor. Bu bizim kendi ülkemizde herhangi bir kurumda yaşadığımız süreçten farklı değil. Duygusal yaklaşmadan sürecin üzerine gitmemiz ve eksikliği ve ret nedenlerini öğrenip düzeltip yeniden başvurmamız gerekiyor.

10-14 Nisan’da Stuttgart’taki kampınıza Türkiye’den kadın katılımcılar götüreceğinizi biliyorum. Bunu sırf az önce bahsettiğimiz inanç kalıplarını kırmaları için mi yapıyorsunuz?

Evet. Türk insanının bu inanç kalıbını kırması gerekiyor. Bu inanç kalıbının doğru olmadığını, farklı kültürden insanlar ile din, dil, ırk, cinsiyet gözetmeden güven içinde bir arada bir şeyler paylaşmanın mutluluğunu tatmalarını istiyorum. Yeni yerler keşfetmelerini, kendilerine olan güvenlerini kazanmalarını, farklı bir ülkeye gitmenin Türkiye’de farklı bir şehre gitmek ile eşdeğer olduğunu onlara deneyimletmek amacım. Yolda insan kendini öğreniyor.

Tam tersi de oluyor mu peki? Avrupalı kadınları Türkiye’ye getiriyor musunuz?

Tabii. Almanya’dan gelen Almanlar ve Almanya’da yaşayan Türkleri buraya getiriyorum. Almanya’nın aşırı kurallarından sonra İstanbul’a gelip düzensiz görünenin içinde de bir düzen olduğunu, katı kurallar olmadan da yaşanabildiğini deneyimlemelerini sağlıyorum. Türkiye’nin olumlu yönlerini de Almanlara yansıtıyorum.

Gülten Gül

Almanya’daki kampta neler olacak?

Burada amacımız; katılımcılarımızın kendilerini fark edip tanımalarını sağlamak, farkındalık açılarını arttırmak, yaşamda ilerlemelerini engelleyen konuları ve duygusal yaralarına farklı bir noktadan bakmalarını sağlayarak kendi dönüşümlerine destek olmaktır. Nefes,  Thetahealing, İçimdeki Çocuk çalışmaları, bireysel ve grup koçluğu, doğum haritası analizi, mandala ve el becerisi çalışmaları ile şehir gezisi yer alacak. O bölgede büyüyen bir kadın olarak şehrin görülmesi gereken yerlerini benim rehberliğim ile keşfetme deneyimi sunacağım.

Vizesi bulunan katılımcılarımız için son başvuru tarihimiz 31 Mart 2025. Vizesi olmayan Türk katılımcılarımız için ise 31 Aralık 2024. Burada vizesi olmayan katılımcılarımıza vize alma süreçlerinde yol göstereceğiz.

Dönüşümden bahsettiniz, sizce dönüşüme neden ihtiyacımız var?

Çünkü hepimiz olmamız gereken zamanda ve yerde doğarak bu varoluşa ruhumuzu tekâmül ettirmek için kendimize uygun bir beden ve deneyim alanları seçerek geldik. Bu varoluşta ruhumuzu geliştirmek ve tekâmül ettirmek zorundayız. Yaşadığımız her deneyim ruhumuzun tekamülü için. Ruhumuz bu varoluşa gelirken geçmiş yaşamlarından getirdikleri ile geliyor. Ruhumuz bu varoluştaki deneyimlerini yaşarken çeşitli zorluklar ile karşılaşıp yaşadıklarından yara alıyor. İnsan olarak bizlerin bu varoluştaki yaşamını yaşarken kendini gerçekleştirmeye, evrensel yasalara uygun yaşamaya, geçmişten getirdiklerinin bu yaşama etkisini fark etmeye ve varoluş amacına uygun ilerlemeye ihtiyacı var.

Varoluş amacımıza hizmet edip etmediğimizi nasıl anlarız?

Ruh bu varoluşa gelme amacına hizmet etmediği zaman, insan kendini mutsuz, huzursuz, sıkışmış, kaybolmuş ve bulunduğu yere ait hissetmiyor. İnsanın bu varoluşunda tekamül ederken yaşam yoluna hizmet etmesi ve kendi olması gereken kişiyi inşa edebilmesi için bilgiye, farkındalığa ve dönüşüme ihtiyacı var.

Kaan Tangöze’nin şarkısında “Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi” dediği gibi ne çok şey yaşıyoruz yaşamda, ne kadar çok ölüyoruz ama yaşamaya devam ediyoruz. Kimimiz yaşadığı deneyimler karşısında orada takılı kalıp yaşamını devam ettirecek gücü kendinde bulamıyor, kimimiz neyi niçin yaşadığını idrak edip yoluna kolaylıkla devam ediyor. Her iki insan arasındaki temel fark yaşadığı deneyimde farkındalığının farklı olmasında. İnsanın yaşadığı deneyimler ve bunları karşılama şekli ise yaşamını belirliyor.

Varoluş amacını bulmanın kaç çeşit yolu var? Geçmişten bugüne baktığımızda birçok yaklaşım olduğunu görüyoruz ve özellikler son 20 yılda neredeyse her gün bir teknik çıkıyor ve aklımız karışıyor. Varoluş amacımızı bulmak için hangi yoldan gideceğimize nasıl karar vermeliyiz?

Sizin de dediğiniz gibi çok fazla yöntem ve teknik var. Burada herkes kendine uygun yöntem ve teknikler ile kendi ruhunun gelişmesi ve tekamülü için emek harcaması gerekiyor. Herkesin varoluş amacı tıpkı parmak izi gibi farklı, bu nedenle herkese her teknik ve yöntem iyi gelmiyor. İnsanın önce kendini tanıması, yaşamında olan olayları, döngüleri fark etmesi gerekiyor. İnsan kendine, ruhuna emek verip ruhunu eğitip, geliştirdikçe farkındalığı artıyor. Edindiği farkındalığı da eyleme geçirdiğinde dönüşüm başlatıyor. İnsan her farkındalık ve dönüşümde kendini biraz daha tanıyor ve özüne kendine yaklaşmaya başlıyor. Bu farkındalık ve dönüşüm insan yaşamda olduğu sürece de devam ediyor.

Birçok insan yaşam içerisindeki kendinin, tekrarlayan döngülerinin, tıkanıklıklarının, duygusal yaralarının yaşamında etkilediği alanların ve bunu ne için yaşadığının farkında değil, kendini ve yaşam amacını arıyor. Bir kesim insanın farkındalığı var fakat eyleme geçmekte zorlanıyor. Burada ruhumuza iyi gelen teknik ve yöntemi seçmelerini öneriyorum ben çünkü tüm zamanlarda bize eşlik eden sadece ruhumuz. Ruh aldığı her bilgiyi ve farkındalığı tüm yaşam ve zamanlarda onunla götürüyor.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

yaprak-cetinkaya
Gazetecilik eğitimini Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde aldı. 27 yıldır farklı görevlerde daima mesleğine aşık bir hal ile çalışıyor. Gazeteciliği en çok wellbeing, kişisel gelişim, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi daha az konuşulan konular üzerinden yapmayı seviyor. Mümkün Dergi, Yuka Dükkân ve Yuka Ajans’ın kurucu ortaklarından…