Kucağımızda sarmaş dolaş oturduğumuz, öpücük yağmurları arasında onlar için yaptığımız en ufak şeye bile sevinen, evin neşesi, kalbimizin sevgi pompası çocuklarımız nereye gitti? Kim bu sert, her şeyimizde cımbızla hata bulup bağıran çocuklar? Ergenlik canavarına mı kaptırdık çocukları? Arkadaşlarına hiç öyle yapmıyorlar ama, bizimle mi bu çocukların dertleri?
Bundan yaklaşık üç yıl önce oğlumun sözleri, yüz ifadesindeki sertlik, odasında kalma isteği bunları bekleyen bir anne olmama rağmen beni hazırlıksız yakalamış, ruhumu tarumar etmişti. Terkedilmiş, ihmal edilmiş hatta saygısızlığa uğramış hissetmemiz çok doğal. Acı gerçek şu ki ergen, yetişkini hayatından uzaklaştırıp bizleri beğenmeyerek, “sevmeyerek” bizden kopup, yeni denizlere yelken açacak cesareti bulabilir.
“Ergen Beyin Rehberi” kitabında nörolog Daniel J. Siegel, çocukluk döneminden güvenli bağlanarak çıkabilen ergenin tam da bizimle derdi olduğunu sebepleriyle açıklamış. Siegel, içlerinde gürül gürül akan farklılaşma, kendilerini bizden uzakta keşfetme, bizden kopma isteklerine karşı gelmeyi boşa bir çaba olarak tanımlayıp içlerinde kontrolsüzce gezen bu gücü, yönlendirmelerine yardım ederek şelalenin, kendi yolunu yontmasına destek olmamızı öneriyor. Fizyolojik olarak beyinleri henüz bütünleşmemiş olan bu gençlerin bizimle dertlerini bu dönemde artan özellikleri inceleyerek anlayabiliriz.
DUYGULAR ŞELALE
Sandra Aamodt ve Sam Wang adında kırk yıllık nörobilim deneyimi olan yazarlar “Çocuğunuzun Beynine Hoş Geldiniz” kitaplarında ergenlikteki uyumsuzluk ve karışıklıkların cinsiyet hormonlarından çok, beynin farklı becerileri yöneten bölümlerinin, bir arada değil farklı zamanda gelişmesi olduğunu deneylerle ortaya koymuşlar. Kısaca, araştırmaya göre, dört ana bölümden oluşan beynimizin tekrar budanıp son şeklini alma zamanına ergenlik süreci deniyor.
Kitapta beynin gelişimi detaylı olarak ele alınmış. İlk olgunlaşan bölüm olan temporal lob, duygu ve dürtülerden sorumlu. Bu bölge geliştikçe, duygu seliyle itkiye kapılmış ergenin, anne terliğini yemesine rağmen “ille de dürtülerim” diye tutturması kaçınılmaz hale geliyor. Bu arada, dürtü kontrolü ve hazzı erteleme yeteneklerini yöneten bölge olan frontal lob gelişimi, ancak yirmili yaşların ortalarında tamamlanıyor. Duygularını kendine siper edinmiş genç bu bölge gelişene kadar, duygular önde mantık geride kararlar almaya daha açık olacaktır maalesef sevgili kader arkadaşlarım!
Bu dönemin sonunda bize dönüşlerinin müjdesini şöyle anlatmış bize Mark Twain:
“Ben 14 yaşımdayken babamın cahil olduğunu zannederdim. Dayanamazdım yakınında durmaya. 21 yaşıma basınca bir de baktım peder ne çok biliyor. Ne çok şey öğrenmiş yedi senede bizim ihtiyar.”
Bu iki kitaptan aldığım nörolojik bilgiler ve çalıştığım gençlerden aldığım ilhamdan yola çıkarak, bu dönemi özetlersek:
1. Dopamin Patlaması
Beyinde çikolata yediğimizde bize mutluluk hissini verip, aldığımız kilolardan sonra vazgeçtiğimizde de “banane senin diyetinden!” diye isyan eden bu hormon, yaklaşık on iki ila yirmili yaşlar arasında, insanın hayatındaki en yüksek oranda ölçülmüş.
Bu yüksek dopamin seviyesi, düştükçe tekrar yükseltmeye ihtiyaç duyan çocuğumuz, bu durumda heyecanlanacağı kişiler ve etkinliklere yönelerek cevap veriyor. Bu, doğanın onu gelişime çağırışı. Yeni ortamlara girmeyen, yeni ilişkiler kurmayan ergen, yetişkinliğine ham olarak geçecek, karşılaşacağı bir sürü olaya karşı aşılanmayacak.
2. Beni Anlamıyorsunuz!
Her “beni anlamıyorsunuz,” deyişinde sonuna kadar haklı çünkü o bu ihtiyacını karşılamazsa gelecekte ne kadar savunmasız ve donanımsız kalacağını hisseder ancak tanımlayamıyor. “Bir gün de evde otur,” deyişimiz ona “bir gün hayat deneyimini kaçır, öğrenme fırsatlarını kaçır,” gibi duyuluyor. Bizim gözümüzde dışarıdaki tehlikeler film kareleri gibi akarken onda da 3d boyutta koltukta anne babasıyla uyuyakalmış kırklı yaşlarında yalnız bir yetişkin canlanıyor. İşte tam o an “Çok Güzel Hareketler” skeçlerindeki takma adıyla ergenus hızla odasına ya da dışarıya kaçarak ona göre kendini bu tekdüze, başarısız gelecekten kurtarıyor. Ailesi onu o öngörülebilir vortekse çeken uzanmış bir el gibi ve o el uzandıkça sonsuz enerjisini, tekdüze ebeveynlerine çaldırmadan hızla ortamdan uzaklaşmak istiyor.
3. Yaratıcı Araştırmacılık
Cesaretin ve yaratıcılığın en yüksek olduğu bu dönemde gençlerin dürtüleriyle, hayatta kendilerine bir yer bulmak, binlerce yıllık kodlarla üremek, bir gruba ait olmak, kendi hayatlarını yetişkin halde sürdürmek içgüdüleri onları iterken biz onları okul binalarının içine kapatıp, bir de sınavlara hazırlanmalarını bekliyoruz. Toplumsal sistem değişeli çok oldu, Velhasıl evrim dediğimiz her zaman toplumsal değişimlerden yüzlerce kat yavaş ilerliyor.
Akılları fikirleri, evden dışarıda vakit geçirmek yerine binalara tıkılan, cinsel dürtülerini karşılamaları ayıplanan, âşık olup evlenmek istedikleri söylendiğinde kıyamet kopan bugünkü toplumsal gerçeklikle, ergenlerimizin vücudu paralel işlemediği için “eskiden ergenlik mi vardı canım, yeni yeni modalar” laflarını kenara bırakıp bu ikilemde, kimlik bunalımı yaşayan çocuklarımızı anlayıp, yanlarında olmak, dürtüselliklerini şöyle bir on sene kadar kabul etmek de biz ebeveynlere kalıyor.
BİR EBEVEYN KOCA EVRİME KARŞI SAVAŞABİLİR Mİ?
Çocuklarımızın yaşadığı bütün bu değişimler ve sebeplerini öğrenip evrimin oyununa boyun eğecek değiliz. Ebeveyn olarak çaresiz de değiliz. Madem çocuklarımızın algısı değişiyor biz de başka bir frekansa geçip gıcırtılı radyo sesinden, ahenkli bir melodi yakalayana kadar kendimizi ayarlayabiliriz. Şu evrimin oyununun kuralları madem ortada oyuna beraber de oturabiliriz. Orta yolu bulmak bazı yaklaşımlar şunlar olabilir:
- Kendimizi boş zamanlarımızda koltuğa atıp gözlerinde daha da sıkıcı olmak yerine artan dopamin seviyelerini karşılayacak kadar eğlenceli, farklı deneyimleri beraber yaşamak, bize hayatı hafife almayı hatırlatırken onlara da kaçmayacakları kadar eğlenceli olduğumuzu gösterecektir. Bir taşla iki kuş!
- Hızlı ve dürtüsel bir karar verdiklerinde kendimizi bir gözlemleyebilir, bizim de koruma dürtüsüyle hareket edip etmediğimizi sorgulayabiliriz. Amacımız çiçeklerimizi fazla güneş ışığından korumakken, onları güneşsiz bırakıp solmalarına neden olabiliriz.
- Orta yaş krizi, menopoz, andropoz derken bizlerin de değişim dönemlerinden geçtiğimizi unutmayıp maskeyi önce kendimize takarak, sinirlerimize hafif masajlar yapan, hoşumuza giden şeyleri, hayatımıza daha sık misafir etmeyi de ihmal etmemek, farklılıklarımıza tahammül etmeyi kolaylaştıracak iyi bir fikir olabilir.
Belki de sinirlendiğimiz, senin keyifli yıllarından uzaklaşıp onları gördükçe kendi hayatımızı da sıkıcı bulmaktır, kim bilir? Sizler içinizdeki ve evdeki ergeni dengeleyecek neler yapmak isterdiniz?
DESPİNA KAMVİSELİ HANİDİS
İstanbul’ da çok kültürlü bir semtte doğdu. Kendini bildi bileli çok meraklı, anlam arayışında oldu. Orta ve Lise öğrenimi Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’ nde tamamladı. Lisansını içinden gelen lider ruhu takip ederek İşletme dalında tamamladı. Üniversite hayatından başlayarak o zamanki hevesle üst düzey yöneticilik yapma hayalini gerçekleştirdi. Kurumsal hayatta liderliğin yanlış anlaşıldığını düşüncesiyle “başka bir ihtimal” arayışına girince Galatasaray Üniversitesi, İletişim Stratejileri ve Halkla İlişkiler yüksek lisansını tamamladı.
Northwestern (Social Media Marketing) ve Yale (The Science of Well Being) üniversitelerinden online dersler aldıktan sonra insana dair merakını koçluk eğitimiyle besledi. ACTP eğitimi tamamlayarak, ICF onaylı PCC seviyesinde, 2000+ saat tecrübeli, profesyonel bir koçtur. Çok sevdiği yarı zamanlı öğretmenlik mesleğini yapmaya hala devam etmekte, gençlerden ilham almaktadır. Çocukluğundan başlayan yazarak kendini ifade etme merakını, dışarıya açmaya karar vermesiyle şu an yazarlık yolculuğunda ilerlemektedir.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.