YAŞAMIMIZI KİM YÖNETİYOR?
Farkındalık Mümkünat

Yaşamımızı kim yönetiyor?

Hiç düşündünüz mü? Yaşamımız nasıl sürüyor? Yolda giderken bizi kim yönetiyor? Günlük rutin ve alışkanlıklarımızın peşinde, tıpkı bir robot gibi kodlanmış olarak mı sürükleniyoruz? Bu sorulara vereceğimiz yanıt, ne kadar anlamlı yaşadığımızı belirler. Denge dediğimiz kavram, kişinin ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak sağlıklı olması anlamını taşır. Bu yazımda, zihin yönetiminin önemine değinmek istiyorum. Anlamamız gereken ilk şey, zihnimizin sürekli olarak düşünce ürettiği ve bunu bizim irademiz dışında yaptığıdır. Bize yaşattığı enerji ve zaman kaybının farkına varıp düzenlemeye başladığımızda, çıkan farkındalık enerjisiyle asıl yapmamız gereken şeylere odaklanabilir ve hayatımızı yönetmeye başlayabiliriz.

“Zihin, iyi bir müttefik değildir. Zihnini yöneten, kendini; kendini yöneten, hayatını yönetir.”

Metafor olarak zihnimizde bir hapishane olduğunu ve bizim o hapishanede tutsak ve çaresiz bir şekilde durduğumuzu düşünebiliriz. Özgür olamadan, gardiyanın bize verdikleriyle yaşamaya mahkûm olmuş kader mahkumları olarak… Zihin, düşünceyi geçmişin üzüntü ve pişmanlıkları ile geleceğin kaygıları olarak bize getirir ve bizi huzursuz eder. Geçmiş travmalarımız, negatif anılarımız üzerinden bize sürekli saldırı halindedir. En ufak bir olayda hepsini bize karşı kullanır. Diyelim ki işyerinde bir hata yaptınız, zihin genelde bizimle şu şekilde konuşur: “Eskiden de başaramamıştın, şimdi de yapamadın.” “Zaten kimse seni sevmedi, şimdi de sevmeyecek.” “Bu şekilde başarısız bir insan olarak anılacaksın.” “Hayat boyu eziyet çekmeye mecbursun.” Trajikomik bu hal, gün boyu bizimle… Acı ve ızdırabın kaynağı zihnimiz ve bize ait olmayan düşüncelerdir. Geçmişin travmaları, geleceğin kaygıları arasında boğulmamıza sebep olan şey, düşüncedir. Yıllar önce yaşanmış ve bizi üzmüş bir olayın bizim zihnimizde tekrar ne işi var? Günler, haftalar, aylar hatta yıllar sonra yaşanma ihtimali olan bir şeyin zihnimizde ne işi var? Aslında, bir illüzyon olarak tanımlayabileceğimiz şekilde negatif ve olumsuz durumu zihnimizde oluşturur ve bize her şeyi sorgulatır.

Biz Düşüncelerimiz Değiliz

Büyük bir yanılgı olarak düşünceleri bize ait zannederiz. Düşünceler bize ait değildir. Bize ait olsaydı, irademiz dahilinde oluşsaydı, iki yıl önce olmuş bir tartışmanın ortasında kendimizi savunmayı düşüneceğimizi sanmıyorum. Mutsuzluğumuzun ve acı çekmemizin ana kaynağı olarak zihni ve ürettiği anlamsız düşünceleri göstermek çok da uçuk bir fikir değildir. Günlük pratikte bu durumun farkına varmak ve durumun vahametini anlamak için gün içinde birkaç kez ne düşündüğümüze dikkatlice bakmak yeterlidir.

Gündelik yaşamda ne yaparsak yapalım, sadece yaptığımıza odaklanmak bizi bir nebze anda kalmaya ve acımızı dindirmeye yönlendirir. Yemek yaparken sadece yemek yapmaya, duş alırken sadece duş almaya odaklanmaktan bahsediyorum. Yemek yaparken, yemeğin kokusunu, tencereden çıkan sesleri, tatları, dokunduğumuz sebzelerin rengini, dokusunu hissedip tamamen o anda kalmak, anda olduğumuzu gösterir. Ancak yemeği pişirirken, gün içinde yaşanmış ve bitmiş olayları tekrar tekrar düşünüyorsak; ertesi gün ne giyeceğimizi düşünüyorsak, çocuklarımızın yaşadığı bir durum hakkında yorumlar yapıyorsak, hatta ve hatta bir saat sonra yapacağımız telefon konuşmasında ne söyleyeceğimizi düşünüyorsak, sadece yemek yapmıyoruz demektir. Duş alırken, o gün yapılacak toplantıyı, ne giyeceğimizi, arkadaşlarla çıkılacak tatil planını düşünüyorsak (ki bu çok büyük ihtimaldir), duş almayı sadece otomatik bir şekilde farkındalıksız olarak yapıyoruz demektir. Suyun sesini duymadan, şampuan kokusunu bilmeden, sabunu görmeden… Yürürken telefonla konuşmadan, müzik dinlemeden sadece yürümek; çay içerken televizyon izlemeden, telefona bakmadan sadece çay içmek gibi örnekleri gün içinde yaptığımız her eylem için çoğaltabiliriz.

Acıyı Azaltmak Hatta Tamamen Yok Etmek Mümkün

İyi haber: Acının sonu var. Bu, bizim zihin yönetimimizle disiplinli bir şekilde çalışmamız sayesinde adım adım olur. Bunun için en önemli adım, bize çektirdiklerinin farkına varmaktır. Gün içinde uyanık bir durumda zihnimizin başında nöbette olalım. Ve anda olmayan, bize ızdırap veren bir düşüncenin içinde kendimizi bulursak, anında düşünceyi bıçak gibi keselim. Uzatmasına izin vermeyelim. “Bu kadar yeterli, gidebilirsin” diyebilelim. Onu, zihnimizde konuşan ve bize dırdır eden küçük bir palyaço olarak düşünüp susmasını ve ona ayrılan küçük sandalyede sessizce oturmasını söyleyebiliriz. Bir müddet sonra dikkate alınmadığı için sesini kısmak zorunda kalacaktır. Düşünceyle sohbete girip arkadaş olmayalım. Bizi üzen, aşağıya çeken, olmadık senaryolar üreten bir arkadaşımız olmasını zaten istemeyiz.

İkinci adım: Zihnimizi izlemek

Zihnimizi bir gökyüzü, düşünceyi geçip giden bulutlar olarak görerek meditasyon yapabiliriz. Bu sayede zihnin hem işleyişini gözlemleyip hem de aslında ne kadar önemsiz konularla enerjimizi çaldığını fark ederiz.

Üçüncü adım: Beş duyuya odaklanmak

Gündelik yaşamda ne yapıyorsak, sadece onu yaparak anda kalma kapasitemizi yükseltebiliriz. Beş duyumuzu sürekli aktif halde tutmaya çalışalım. Ne duyuyoruz? Ne görüyoruz? Ne kokluyoruz? Neye dokunuyoruz? Ne tadıyoruz? Gün içinde en az iki kez bunu yapmak bile fark yaratacaktır. (Arabada giderken, yolda yürürken, yemek yerken…)

Dördüncü adım: Nefese odaklanmak

Gün içinde üç dakikalık nefes egzersizi yaparak hizalanmak çok iyi gelir. (Nefesi kontrol etmeden, içimizden “nefes alıyorum… nefes veriyorum…” dememiz yeterlidir.)

Beşinci adım: Bedene odaklanmak

Önemli bir pratik de bedene odaklanmaktır. Yani yürüyüş, yoga ve egzersiz gibi bedensel aktiviteler yaparak zihnimizi sakin tutabiliriz. (Beş duyuya odaklanarak.) Anda kalmak için yapılacak düzenli egzersizler, zihin-beden dengesini bulmamıza yardımcı olacaktır.

Gerçek özgürlük, disiplinli çalışma ve kararlılıkla olur. Düşüncenin girdabından kurtulmak disiplin ve çalışma ister. Yeter ki disiplinle çalışalım. Buradaki önemli nokta, pratiklerimizi yaparken her zaman kendimize şefkat ve sevgi ile yaklaşmaktır. Her küçük adımın, büyük dönüşümümüz için bir tohum olduğunun bilincinde olmalıyız. Çünkü yaşamımızı daha anlamlı yaşamak, aslında gerçekten yaşadım diyebilmek için yapıyoruz. Ve bunu ancak anlayış ve şefkatle yaparsak anlamlı olacaktır. Ufak adımlarımızı ve farkındalıklarımızı cesaretlendirip kutlayarak yapmalıyız pratiklerimizi. Bulduğunuz yöntem her ne ise ona sadık kalarak ve bize getireceği ödülleri kutlayarak…


GÜLCAN BURÇİN BİLGİÇ
Numerolog, Eğitmen, Araştırmacı

Ankara Üniversitesi Biyoloji mezunu. Evrenin ve insanın matematiğinin  nasıl olduğuna dair derin bir merak duygusuyla  yıllardır spritüel  alanlarda çalışmalar yaptı.Birikimini  Sosyal medya hesabından içerik üretip  paylaşırken,verdiği eğitimler ile bireylerin ve bütünün gelişimine katkıda bulunmayı amaçlıyor.

Aldığı Eğitimler;

Numeroloji, Kundalini Reiki,Aile Dizimi,İlahi Kalp Bağlantısı, Biyoenerji,İlahi Dokunuş,Access Bars,Seraphim Blueprint,Seraphim Işığı,Bach çiçekleri,Seraphim Agua,Shasta Dağı Kristalleri,Lotus Fire,Gezegen Enerjileri ,Yaşam Boyu MindFulness ,Gerçeğe Uyanış,’’Güçlü beden,Açık kalp,Berrak zihin’’,Budanın Öğretileri,Enagram Öğretisi..

@dokuznumeroloji
dokuznumeroloji@gmail.com


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.