Beden Asla Yalan Söylemez adlı kitabıyla tanıdığım Alice Miller, yazdıklarıyla, gizemli yaşamıyla en çok ilgimi çeken yazar ve psikoterapistlerden biri. Yetenekli Çocuğun Dramı’nı ilk okuduğumda oğlu Martin Miller’ın yaşadıklarını ve ailesiyle ilişkisini yeni öğrenmiş ve dehşete kapılmıştım. Sonra yazarın kendi yaşamının da hiç kolay olmadığı bilgisiyle karşılaştım.
Alice Miller (Alicija Englard) 1923 Polonya doğumlu ve varlıklı bir Yahudi aileye mensup. II. Dünya Savaşı sırasında gettoda yaşar, babasını burada kaybeder ancak daha sonra annesi ve iki kız kardeşiyle gettodan kaçmayı başarır.
1950 yılında İsviçre’de doğan Martin Miller’ın babası, gettoda annesini istismar eden gestapo ile aynı adı taşıyan bir Katolik. 1973 yılında da boşanırlar. Martin Miller doğumundan itibaren sık sık annesinden ayrı kalır. Hatta altını ıslattığı gerekçesiyle bir rehabilitasyon merkezine gönderilir ve ailesini iki yıl göremez. Lise yıllarında ise panik ataktan mustariptir.
Babasıyla ilişkisinde şiddet ve istismar mağdurudur Martin Miller’ın kendisi de bir terapisttir ve annesinin ölümünden sonra Yetenekli Çocuğun Gerçek Dramı adlı bir kitap yazar ancak annesinin ünü ve gücü yüzünden çok zor yayımlatır.
Oğlunun uğradığı şiddet, ihmal ve istismara sessiz kalan, her fırsatta çocuğunu kendinden uzak tutmaya çalışan birinin ebeveynliğe dair kitabını ilk okuyuşumda çok zorlandım. Şimdi, ikinci okuyuşumda ise yazarı ve yaşadıklarını bir kenara bırakıp kitaba odaklanmaya çalıştım.
Çocukluk Yaraları
Çalışmalarını “çocuk” odaklı yürüten Alice Miller’ın ve dolayısıyla bu kitabın ana derdi, çocuklukta meydana gelen travmalar ve bunların bilinçaltına itilmesinden doğan sonuçlar.
Çocukluk dönemindeki duygusal yaraların yetişkinlik döneminde var oluşu nasıl etkilediği yazarın karşılaştığı vakalarla anlatılıyor. Sanırım en keyifle okuduğum sayfalar bu, hepsi birbirinden çarpıcı örneklerdi. Hatta ünlü yazar Herman Hesse’nin çocukluğunda yaşadıkları ailesinin mektupları aracılığıyla aktarılan örneklerden biriydi.
Duygularını dışa vuramayan, duygusal eşlikçiden yoksun, karşılıksız sevgiyi yaşamamış çocuk için yetişkinlikte ruhsal, belki fiziksel rahatsızlıklarla mücadele ederken başvuracağı en önemli araç, kendi çocukluk öyküsü olacaktır. Özellikle kendi çocuğunu büyütürken çok derinlerde gizlediği o arka odaya çocuğuyla birlikte girecektir.
Çocukluğumuz hep bizimle…
Terapi ve terapist ile çıkılacak bu yolculuğun ilk adımı da iyileşme sürecine başlarken duygulara ve aileye yönelik gerçeklikten uzak algıları yıkmak, mutlu çocukluk imgesini ve acı veren ebeveyni yüceltme eğilimini, kendini kabul ettirmek için oluşturduğu “sahte benliği” bir kenara bırakmak, gerçek benliğin filizlenmesine izin vermektir.
Yetişkinin geçmişinde yaşadıklarını değiştirmesinin imkânı yoktur. Ama kendini değiştirebilir, onarabilir; çocukluğunda yapılan haksızlıkların farkına varması, onlarla yüzleşmesi, üzüntü ve öfkesini yaşaması onun iyileşmesi için yürümesi gereken çetin bir yoldur.
Aksi halde sahte benlik geliştirme, büyüklük tutkusu, zayıfların silahı olan aşağılama, nezaketle insanları küçük düşürme, şiddet, sapkın davranışlar, siyasetle ilgilenip karşı tarafa çirkinleşme gibi yollarla bastırdığı duygularını özellikle kendinden zayıf birine yansıtır.
İnceliğine rağmen dolu dolu, her satırı ile zorlayan, insanı kendi hikâyesine götüren bu kitabı psikolojiyle ilgilenen herkesin seveceğini düşünüyorum.
Velhasıl kelam, çocukluk hiç bitmiyor, hep bizimle bir gölge gibi…
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.