Aşk nedir? diye sorunca “Aşk fedakârlıktır” cevabını telesekreterden dinler gibi veririz çoğumuz di mi? Aşkın feda-kâr-lık olduğu konusunda hem fikirim. Yalnız burada aşka başka bir açıdan bakma arzum doğuyor.
Aşk için feda ettiğimiz nedir? Aşk yaşarken fedakârlık olarak neler yaparız? Buradan kazançlarımız nelerdir? Beraber bakalım mı?
Aşk bedenimizde kelebeksi ürperti benzeri hisler ortaya çıkartan kimyasal temelli bir olgu. Aşık olunca hormonlar alt üst, akıl devredışı, kalp deli divane oluyor. Hatta Access Consciousness eğitimlerinde aşk için “çeldirici implant” kelimesi kullanılır. Demek isteniyor ki aşk aslında ruhu tekâmül yolundan alıkoyan bir unsurdur. Kendi dünyamıza odaklanmamıza izin vermeyen kafamızı çelen dışsal bir etkidir. Bakacağımız açıdan ise doğru değerlendirilirse aşkın hizmetinin başka türlü de olabileceği yönünde. Kimyasal etkisi bazen hızlı bazen yavaşça geçiyor aşkın. Etkisi geçerken, aşkı yaşayan taraflar beraber evrilmeyi seçerse sevgiye; birlikte büyümeyi reddedince nefrete dönüşebilen bir duygu.
Beraber evrilmek eşimiz/sevgilimiz bize hangi konularda güçlük çıkartıyorsa aslında o konular üzerinde kendimizi ezdirmeden çalışmakla mümkün. Zorlayan konularda sevgide kalarak, kınamadan ve yargılamadan nezaketli iletişimle el ele büyümek mümkün.
Aksi durumda ne oluyor peki? Durmaksızın talepleri yerine getiren taraf kendini feda etmeye başlıyor.
Belki önce bir hobisine vakit ayırmayı bırakıyor. Veya bir dostuyla eşi hoşlanmıyor diye görüşmeyi kesiyor. İleriki zamanlarda işten eve, evden işe gidip gelen ya da sırf evde ev işiyle meşgul olan sosyal yaşantısı sıfıra inmiş biri haline geliyor. Diğer yandan öbür eş yaşamına tüm yönlerini besleyerek devam ediyor. Yani âşıklardan biri devamlı olarak diğerinin taleplerini yerine getirip karşılığında yaması bile olmayan delik deşik bir cepkene dönüşüyor.
AŞKIN NEFRETE DÖNÜŞMESİ
Hatta bir müddet sonra cepkenin deliklerinden içeri zehirli oklar giriyor. Cepken aşığın ÖZ’ünü koruyan zırh özelliğini yitiriyor. Aşığım diyerek verdiği tüm tavizler kendisini ruhunu, bedenini ve zihnini zehirliyor. Aşk ilişkisinde sevgiyi, ilgiyi, şefkati partnerimden temin edeyim derken farkına bile varmadan kendisini onu boğan sarmaşığa teslim ediyor.
Cepkende oluşan ve yamanmayan her bir delik, kainatın denge yasasına aykırı işliyor. Aşk ilişkimiz içindeyken alırken vermeyi ve verirken almayı deneyimlemiyorsak aşk muhtemelen nefrete dönüşecektir.
Aşkımızın nefrete dönüşmesini engellemek mümkün mü peki? Elbette. Odağımızı ve enerjimizi kendimizde tuttuğumuz sürece aşkımız da canlı kalır. Partnerimizden katkı almak ve ona katkı olmak tahteravallide keyifle yükselip alçalmayı sağlıyor . Sanıldığının aksine sınırlarımızı bilmek ve korumak aşk ilişkimizi dengeliyor. Saygı dediğimiz olgu da bu sınırları bilmekten geçiyor.
Kendi yolumuzu henüz keşfetmemişsek ve dikkatimizi kendimizde tutmayı bilmiyorsak, enerjimiz kaçabilir. Enerji kaçağı kendi yaşam yolumuza ve deneyimlerimize odaklanmak yerine zamanla partnerimizi kontrol etme çabasına kayabilir.
Eşimizi/sevgilimizi kontrol edeyim derken de hayatımızın şirazesi tümüyle kayar. Çift olarak uyumadığımız, yemediğimiz, gezmediğimiz vakitlerde kendimizi noksan hissederiz.
Teknoloji çağının hediyesi robot süpürgeler aşkına! Evimizin krokisini robota yüklemeden çalıştırınca nereye gideceğini bilmeden deli danalar gibi dönüp duruyor garibim. İnsan da kendi rotasını bilmeden aşık olunca karşısındaki kişinin yönergelerine kapılıyor. Koordinatları girilmemiş robot gibi oradan oraya savrulup duruyor.
Sen olmadan yaşayamam! Biz bir elmanın iki yarısıyız, sen yoksan ben neyim ki! Gibi cümleler dudaklardan dökülür.
Seni sevmekten, seni sahiplenmekten başka ne suçum var! Biz birbirimize aitiz! Benzeri tehlikeli sularda yüzen ve tamlık duygusuna aykırı cümleler de ilişkiyi iyice açmaza sokar.
Aşık taraflardan verici olan, almaya bir türlü geçemediği için denge hepten bozuluyor. Aile, iş ve sosyal ilişkilere de bu içler acısı durum yansıyor tabii. Derken baş ağrısı, mide kramplarıyla başlayan süreç Allah korusun kansere kadar götürebiliyor vermeye doymayan aşığı.
Sevgi vereceğim, aşk yaşayacağım derken gözünü çıkaran âşık için için yanmaya yüz tutuyor. İlişkimiz içinde henüz tamlıkla VAR OL’amıyorsak yana yana kül oluyoruz. Küllerimizden yeniden doğana kadar kendimizi YOK ediyoruz.
Anka kuşu nasıl küllerinden doğuyorsa aşk ile dolan nefislerimiz kendini kül ediyor.
Velhasıl benim gördüğüm kendimize AŞK ‘la dolmak için başka birine aşık oluyoruz. O aşkın içinde VAR OL’ mayı başarıncaya dek defalarca yanıp kavruluyoruz.
Ha gayret tamlıkla ilişki içinde VAR OL’uyorsak da tadından yenmez bir ahenkle hayat denizinde partnerimizle akıyoruz. İki yarımdan bir elma değil de iki tam elma olarak sepette yerlerimizi alıyoruz.
Aslında her âşık oluşumuzda tam potansiyelimize ulaşmaya aday oluyoruz. Aşk acısından korkuyorum deyip ilişkiden kaçınanlar en yüksek potansiyelinden de bucak bucak kaçıyor. Kendi gücünden korkanlar aşktan uzak durup ÖZ’e varmaktan kaçınıyor. İyisi mi korkmayalım da, her defasında AŞK’la kendimize yeniden doğalım.
Tüm bunların toplamında benim anladığım aşkın en büyük hizmeti insan ruhunun gelişimine katkısı. Haydi kendine varmak isteyen beşer ne duruyorsun aşk denizine atlasana!
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.