Farkındalık

“Gelenekler karşısında birer Don Kişot gibiyiz”

Maya takvimine göre insanın bilinci 2012’den beri uyanışa geçti. Artık kendi gerçekliğimizi yaratmaya haiz olduğumuzu hatırlıyoruz. Yeni dünya bilincini deneyimlemeye başladık. Bu sancılı geçiş sürecinde örf, âdet ve geleneklerimizi körü körüne uygulamayı bir kenara bıraksak nasıl olur?

Anadolu’da dünyaya gelmeyi seçmiş insan ne şanslıdır! Türk ırkı, medeniyetler beşiğini yurt edinmesiyle birlikte göçebe hayatından taşıdığı kültürünü bu topraklarda hüküm sürmüş uygarlıkların kültürleriyle sentezlemiş. Böylece bugünkü Türk halkının örf, âdet, gelenek ve görenekleri oluşmuş. Böyle zengin bir kültüre sahip vatanda doğup büyümenin avantajları saymakla bitmez. Gel gelelim zengin bir kültürün içine doğmanın dezavantajları da oluyor.

Bu bereketli topraklarda büyürken farkına varmadan geleneklerimizin, örf ve âdetlerimizin sorumluluğunu otomatik olarak üzerimize alıyoruz. 0-7 yaş arasında şahit olduklarımızın etkisiyle yaşımız geldi mi otomatiğe bağlanmış gibi âdet yerini bulsun demeye eğilimli oluyoruz. Çünkü bilinçaltımız bizi dürtüsel olarak bu geleneksel yola yönlendiriyor. Kültürümüze ait öğeler örf ve âdetler öyle bir kanımıza işlenmiş ki genel uygulamanın dışına çıkınca kendimizi garip bile hissediyoruz. Doğan bebeği hayırlamak, kırkını uçurmak, gelin alayı, kına gecesi gibi oluşacak yeni düzeni onurlandırdığımız ve kutladığımız geleneklerimiz insana kendini nasıl da özel hissettiriyor. Düzenlemekten hoşlandığımız bu kutlamaların yanında başlık parası, çeyiz bohçası, gerdek gecesi gibi düşündükçe insanı strese sokan beklenti haline gelmiş âdetlerimiz de var.

Danışanlarımla yaptığımız bilinçaltı çalışmalarında sıklıkla geleneklerimizin sıkışık hissettiren enerjisel etkilerini temizliyoruz. Atalarımızdan miras kültürümüze saygı göstermenin sorumluluğu bir yanda, öz benliğimize ait gerçekliğimiz diğer yanda arada sıkışıp kaldığımızı görüyoruz. Sanırsınız âdetlerimiz yel değirmenleri, zihnimiz de Don Kişot’ un onlara karşı mücadelesi…

Evlenecek bir çifti ele alalım. Gelenekselleşen kız isteme, söz, nişan ve düğün hazırlıkları sırasında ekonomik koşulları da düşünürsek beklentileri karşılamak bir hayli zorlaştı. Kız tarafı bunlar olmazsa kızımı vermem diye diretirken, erkek tarafı maaile seferber olsa da kız tarafının isteklerine yetişemiyor. Birbirine sevdalanmış gençlerin gelenekler girdabına girdiği gibi kendileri olmaktan çıkması an meselesi. Sevgililer “Biz bir göz odada da mutlu oluruz. İkimiz çalışıp eksiklerimizi tamamlarız” diye düşünürken ailelerin tanışmasıyla iki kişilik ilişki olur mu size 20 kişilik!

Kafa kafaya verip de kendi gönüllerince bir düzen oluşturmak varken nesillerdir süren âdetlerin hatırlanmasıyla o çılgın hazırlık dönemine giriliyor. Belki kendi imkanlarıyla, yetenekleri ve çabalarıyla kendi düzenini kurarken keyif alacak genç çift. Yaratıcılıklarıyla, pratik çözümlerle yuvalarını kurmak gelenekleri takip etmekten daha kolay olacak. Daha evlenmeden aşamayacakları geleneksel hedeflerin önlerine koyulması görüyorum ki genç nesilde yılgınlık hissiyatı yaratıyor.

Ya gerdek gecesine ne demeli! Yatak odası mahrem diye tabir edildiği halde sülalenin sonucunu merakla beklediği bir etkinlik haline gelmiş. Sonucu bekleyen meraklı kalabalığın çiftin üzerinde yarattığı etkiyi bir düşünün. Bu stresli durumun özellikle kadınları bedeninden utanmaya ittiğini, haz almak şöyle dursun tamamen cinsellikten soğuttuğunu gözlemliyoruz. Çalışmalarda özellikle kadın danışanlarımla çalışırken cinsel problemlerin altında sıklıkla ilk gece birleşme sırasında yaşadıkları stresin ve travmaların yattığını keşfediyoruz.

Theta bilincinde gelenekler konusunu incelediğimde “Yaratıcı Kaynak” tarafından Anadolu topraklarındaki bazı geleneklerin insanın özgür iradesini ezip geçtiği bilgisi verildi. Bu ne demektir biliyor musunuz dostlar? Süregelen geleneklerimizin bazıları toplumun fertleri için can sıkıcı bir zorunluluk haline gelmiş. Amacının dışına çıkarak insanımızı iradesi dışında eylemlere sürüklüyor. Dolayısıyla yaradanın çeşit türlü yeteneklerle bezediği öz benliğimizi yaşayacak alan bulamaz hale gelmişiz.

Geleneklerimizin, örf ve âdetlerimizin öz benliğimizin önüne geçmesi kendi özgünlüğümüzü ortaya koymamıza engel teşkil ediyor. Atalarımıza ve büyüklerimize saygısızlık olmasın diye geleneklerimizi vazgeçilmez kılmak, neslimizin öz saygısını ne derece zedeliyor bir düşünelim.

Hele de gün geçtikçe çetinleşen günümüzün ekonomik şartlarında geleneklerimizi zorunluluk olarak yaşatmak ruhumuza ve bedenimize nasıl bir yük haline geliyor. Aileler tarafından “Bizim yörede âdettendir” diyerek dayatılanlar genç ve yaratıcı beyinleri umutsuzluğa düşürüyor.

Can dostlarımdan biri hep der ki: “Allah içine sindirsin.” Gerçekten her eylemimizin içimize sinmesi ruh, zihin ve beden bütünlüğümüz için ne kadar önemli. İçimize sinmeden zorunluluk olarak yaptığımız her ne varsa bizim için zehir etkisinde. Öz benliğimize ters düşen her eylem bedenimizde akan yaşam enerjisinin akışını kesintiye uğratıyor.

Neticede dünya okuluna kendimizi tanımaya, yaratıcının bizi donattıklarıyla bu okulu deneyimlemeye geldik. Kendimizi keşfe çıkmışken içimize sinmeyenleri zorla yapmak bir nevi öz benliğimize ihanet bana göre. Hani deriz ya bana göre değil bu işler, o halde kendimize bu dayatmayı hangi akla hizmet yapıyoruz?

Maya takvimine göre insanın bilinci 2012’den beri uyanışa geçti. Artık kendi gerçekliğimizi yaratmaya haiz olduğumuzu hatırlıyoruz. Yeni dünya bilincini deneyimlemeye başladık. Bu sancılı geçiş sürecinde örf, âdet ve geleneklerimizi körü körüne uygulamayı bir kenara bıraksak nasıl olur? Çünkü kalbimize hoş gelmeyene zihnimizle ikna olursak vay halimize. Yeri gelince faydacı tarafı var mı bakalım. Bize katkı sağlayacağına inanmıyorsak uyumlanmaktan geri duralım.

Einstein’ın dediği gibi “Evrende en büyük ziyan sorgulama yeteneğini yitirmiş bir beyindir”. Kendi miracımıza çıkmamıza engel ne varsa burada söz konusu geleneklerimiz bile olsa kabullenmeden önce mutlaka sorgulayalım.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ipek-sevmet
15 yılı aşkın süre kurumsal firmalarda yönetici asistanlığı ve marka iletişim uzmanlığı yaparken profesyonel koçluk, Reiki, Access Consciousness ve Theta Healing disiplinlerine ait çeşitli eğitimler aldı. Meme kanseri atlattıktan sonra kendini tamamen şifa çalışmalarına adadı.