Kitap

Bora Eriş: “Travma şımarıklığına girmemek gerek”

“İlişkine çok anlam yüklüyorsun, işine çok anlam yüklüyorsun. Mesela derler ya “Bu olaydan öğrenmem gereken şeyler ne?” Ne yaşamış olabilirsin? İşinde ya da ilişkinde bir şeyi yanlış yaptın. Ben söyleyeyim ne yapman gerektiğini: Yaptığını yapma! Kabullen, başka şeyler yap. Tek çare dışarı çıkmak. Kişisel gelişim teknikleri sizi var olduğunuz sistemin içinde mutlu etmeye çalışıyor. Olmaz! Mutluluk diye bir şey yok. Nötr var, az mutsuzluk var.”

Bu sözler “Sorun Sende Değil, Nenende” kitabının yazarı Bora Eriş’e ait. Eriş, eskiden dergicilik yapmış bir yazar, pandemi zamanı Adrasan’a gidip kitabında da anlattığı gibi her şeyi bırakıyor. Yani sistemin dışında çıkıyor. Kitabın ismi her ne kadar kişisel gelişimi anlatıyormuş gibi görünse de aslında bu çılgınlığa ve her şeye anlam yükleme çabamıza bir eleştiri. Ama hayat o kadar cilveli ki spiritüel işlerle uğraşanları, kişisel gelişimcileri eleştiren Bora Eriş’in hayat arkadaşı Serap Koçer tam da bu işlerle uğraşıyor. Kendisi benim de çok merak ettiğim bir şifacı. Yani bu kitap çok içeriden yazılmış. Eriş’in değişik bir bakış var. Kitap gerçekten de çoğu kişinin düşüncelerini, tabularını çekinmeden ele alan hatta yıkıp yeniden kurmaya çalışan bir dille yazılmış.

Hazırlayan Sinem Gündem

Kitabınızın adı çok güzel “Sorun Sende Değil, Nenende” ismi ne kadar aile dizilimini hatırlatsa da kişisel gelişim kitaplarının söylediğinin, hatta spiritüel öğretilerin tam zıttını söylüyor değil mi?

Kitabımla ilgili kişisel gelişimin tersini söylüyor gibi yorumları çok yerden duydum.

Ama bu kitabı yazabilmek için birçok kişisel gelişim kitabı okumuş olmalısınız…

Zaten bir bilinçaltı terapistiyle yaşıyorum ben. Fikrim olmadan zikrim olmasından hiç haz etmiyorum. 20 yaşından beri ne hikmetse sürekli karşıma böyle insanlar çıkıyor benim. İş yerinde, arkadaş ortamında sürekli maruz kaldım, işin içine de girmişliğim de atölyelere gitmişliğim de var. Özellikle vurgulamak istiyorum bunlar gerçek, bunlar var. Bu sistemler işe yarıyor. Aile dizimi işe yarıyor, tetha işe yarıyor, access işe yarıyor. Bu kitaptaki asıl mesele aslında problem olarak görülen şeylerin problem olmaması. Sanki ortada çok büyük bir kıymet var ama hep çok dandik şeyler için harcanıyormuş gibi davranılıyor. Tamam kozmos ile iletişimini kur ama hayatımıza anlam yükleme bakımından da çok fazla çelişkili durumlar var.

“Hiçbir şey anlamsız değil ama bu kadar da anlamlı değil”

Her şeye çok fazla anlam yüklediğimizden bahsediyorsunuz kitapta.

İlişkine çok anlam yüklüyorsun, işine çok anlam yüklüyorsun. Mesela derler ya buna çok gülerim: “Bu olaydan öğrenmem gereken şeyler ne?” Ne yaşamış olabilirsin? İşinde ya da ilişkinde bir şeyi yanlış yaptın. Ben söyleyeyim ne yapman gerektiğini: Yaptığını yapma! Kabullen, başka şeyler yap.

Yakın çevreniz ne tepki verdi kitabınıza? Çünkü aile kavramından başlayarak tüm sistemi eleştiriyorsunuz neredeyse.

Kitabı okuduktan sonra annem ve babam “İlk 30 sayfa bizi gömmüşsün” diye söylenmeye başladı. Aile kavramını gömdüm çünkü Türkiye’nin yüzde 99’u böyle. Kimle konuşsam aynı hikaye, ben mağarada büyümüş bir adam değilim ki. Hep duyduğum şey şu: “Kitabı okuduktan sonra kendimden çok şey buldum.” Bunu söyleyen 55 yaşında da olabiliyor daha genç de. Biz de öyle düşünüyorduk da söylemedik diyebiliyorlar. Demek ki aile kavramı bu kadar genel şeyler hissettiriyor. Bütün mesele de anlam yüklemek. Bir Allah’ın kulu da oturup düşünmüyor, hiçbir şey anlamsız değil ama bu kadar da anlamlı değil.

“Kişisel gelişim teknikleri sizi sistemin içinde mutlu etmeye çalışıyor”

O, muhtemelen kendimizi çok büyütmekten kaynaklı bir şey. Çok bir şey zannediyoruz kendimizi ama hayat bize öyleymişiz gibi davranmıyor.

“Bugün olduğum kişiye ulaşmak için çok çaba sarf ettim” diyorlar, o yüzden kafayı kırıyor CEO’lar ya da ünlüler. Jim Carrey gibi çıldırıyor, depresyona giriyor. “Bu yaşadığım hayatı artık devam ettiremiyorum, her şeyin boş olduğunu anladım” gibi söylemleri oluyor. Hayır abi, boş olduğunu anlamadın. Sen bu zamana kadar istemediğin şeyi yapmışsın, bu kadar basit. Bırakamamamızdan dolayı bir yerde patlıyoruz. Bir şeyin içindesiniz. Şu an birisiniz siz ve belki yeterince huzurlu hissetmiyorsunuz. Tek çare dışarı çıkmak. Kişisel gelişim teknikleri sizi var olduğunuz sistemin içinde mutlu etmeye çalışıyor. Olmaz!

Dışarı çıkmak dediğiniz ne?

Bırakıyorsunuz.

Bir insan varlığı nasıl içsel olarak huzura kavuşabilir? Mutluluk var mı sizce?

Mutluluk diye bir şey yok. Nötr var. Kitabın çoğu yerinde de yazdım bunu, az mutsuzluk var. Az mutsuzluk eşittir huzur. İnsanlar her şeye çok fazla yükleniyorlar. Girişimlerine de çok fazla yükleniyorlar. Sevgilerine de çok fazla yükleniyorlar saplantı haline geliyor, her şey karşıtını yaratıyor.

Biz bunu ailelerimizden öğrenmiyor muyuz? Siz de diyorsunuz ki “Annem beni sevmedi. Babam bana bilmem ne yaptı” diye sızlanma.

Tamam bir yere kadar geldin, bir yerden sonra çık artık bu işin içinden. Hayatını eline almışsın, işin yerinde, kendi sistemini kurmuşsun. Her zaman inandığım bir şey var. Örneğin insanların suçlama, affet muhabbetini ele alalım. Yüzleşmesen bile affet düşüncesi… Bu mümkün değil. Neden mi? Diyelim siz bana bir yanlış yaptınız. Bunun etkisi devam ettiği sürece ben size sövmeye devam edeceğim. Ne zaman ki sizin yaptığınız kötülüğün etkisi kalmayacak, o zaman rahatlıkla affedebileceğim sizi. Kitapta da herhalde altı yerde geçtim bu konunun üzerinden. Travma şımarıklığına girmemek gerek. Çocukluğunda tecavüze uğramış ya da başka büyük travmalar yaşamı insanları dışarıda bırakarak söylüyorum. “Annem babam beni sevmedi” ya da “İşimde bereket istiyorum” Daha ne bereketi istiyorsun? Ne yapacaksın, dünyaları mı yiyeceksin? “Mutlu bir ilişki, ruh eşi istiyorum” diyor. İstatistiksel olarak mümkün değil zaten. Dünya 8 milyarı vurdu, Türkiye 80 milyon. Bulunduğun şehirde 2 milyon mülteci var. Ruh eşinin senin karşına çıkması mümkün mü? İlişki dediğimiz şey nihayetinde cinsel bir durum. Birini görürsün, beynin içerisinde kimyasal reaksiyonlarla binlerce seçim yapar. Ya koskoca kozmosun senin çiftleşmenle bir derdi olabilir mi?

Muhtemelen yoktur ama ilişki yaşayan nasıl yaşıyor? Mesela sizin sevgilinizle olan uyumunuzu insanlar ruh eşliği diye değerlendiriyordur belki.

Uyumlu ve makul bir ilişki arıyor olabilirsiniz ama ruh eşi çok büyük bir şey. Ruh eşi diye bir kavram yok zaten. İlla bir ilişki yaşamanıza gerek yok. Bir arkadaşın da ruh eşin olabilir, bir kedi de bir ağaç da.

“Tekamül gibi bir insanı kamil olma yoluna sokan bir sistemi dünyevi işlerle birleştirmelerine karşıyım”

Bora Eriş – Sorun Sende Değil, Nenende!

“Sorun Sende Değil, Nenende” diyerek neyi eleştiriyorsunuz?

Her şeyi neneye bağlamayı. İlişkinde bir problem mi yaşıyorsun? “Hep suistimal eden insanları çekiyorum hayatıma…” diyorlar. Çekme, yedirme kendini! Bunların çok daha fazla ötesinde olmalı bazı değerler, tekamülü bunlara harcamayalım. Benim söylediğim şey bu. % 500 teknikler çalışıyor. Ama bu kadar basit değil. Her şeyin içini boşaltıyorlar. Tekamül gibi kişiyi insan-ı kamil olma yoluna sokan bir sistemi dünyevi işlerle birleştirmelerine karşıyım. Baksanıza kişisel gelişimde istenilenlere. Kişisel gelişimde insanlar para istiyorlar. Bolluk bereket, ilişki istiyorlar. Tekamülün hangi kısmında var Allah aşkına? Kendilerini çile odasına kapatan insanlar bunlar. Tekamülde, ruhaniyette birinci kural, hangi öğretiye bakarsanız bakın kabalist öğretiden paganiste, şamanizme ve dört büyük kutsal kitaba… Hepsine bakın. Birinci kural, dünyevi işlerden uzaklaşın. İlla acı içinde olmana gerek yok, isteme! Ben huzurumu öyle buldum. Büyük girişimler yapmıyorum, arkamda büyük bloklar dikmiyorum. Bir girişim yapıyorsan bunun bedeli olacak. Kişisel gelişimde de çoğu kişi bunu söylemiyor insanlara.

Ne gibi?

Suistimal enerjisini hayatından çıkardın değil mi? Senin şu an etrafında altı arkadaşın var, bir tane kalıyor. Çünkü diğer beş tanesi suiistimal enerjisinde olduğu için gidiyor. Bu sefer de kişi yalnız kalıyor. Çünkü dünya suistimal enerjisinde ve aklınıza gelebilecek bütün ilişkiler tamamen çıkar üstüne. Evrimimiz bu şekilde. Eksiklerimizi tamamlamak istiyoruz. Bunu da kabul edersen ortada zaten olmayan bir problem kalmaz. Günümüz insanının yani İstanbul’da yaşayan insanların problemlerinin yüzde 99’u yok aslında.

Neden var olduğunu hissediyorlar? Neden herkes çok mutsuz?

Çünkü işte dediğim gibi az mutsuzluğa odaklanmıyor kimse. Beklenti, dayatma var. Başarı denen şey dayatma. Tetikleniyorsun, sürekli etkileniyorsun özellikle sosyal medyadan. O yapmış, bilmem nereye gitmiş, kuzey ışıklarını görmüş ben de göreyim, hamburger yemiş ben de yiyeyim. En nihayetinde aldığın şey marjinal fayda. Biz eksiklerimizi gidermek üstüne kuruluyuz. O an neyiniz eksikse ona odaklanırsınız. Sonra başkaları için şu olur mesela: Parası var ama huzuru yok. Ama o adam bir eksiğini gidermiş. Senin hem huzurun yok hem paran yok.

Mesela üç yıl önce, aile dizimini biliyordum ama bu kadar ünlü değildi. Şimdi herkes aile dizimini biliyor. Siz kitapta “Sorun Sende Değil, Nenende! demişsiniz ama aile dizimi de “Sorun nenende” diyor aslında.

Mesela suda boğulmuş, suya giremiyor. Sonsuza kadar söyleyeceğim. Bunlar gerçek. Çünkü benim hayatımdaki inandığım kişi sevgilim Serap, o da spiritüel işlerle uğraşıyor. Ondan biliyorum.

Erkekler bu tarz konulara biraz daha mantıksal bakıyorlar.

Evrimsel süreçle siz ilgileniyorsunuz. Her zaman söylediğim şu: Suyunu çıkarmayın. Ekonomik sistem zaten çözdü burada para olduğunu, deli gibi para dönüyor. Pasta büyüyor.

Dünyanın aydınlığa, refaha çıkacağını düşünüyor spiritüeller… Bu kişisel gelişim araçlarının bu kadar artmasını da buna bağlıyorlar.

Dünyanın uyanacağına kesinlikle inanmıyorum. Aydınlığa falan çıkacağımız yok. Daha fazla insan bununla ilgileniyor ve herkes bir uyanışta savı bana tamamen yanlış geliyor. Çünkü günümüzde ilgilenenleri nüfusa orana vurduğunda çok az bir sayı çıkar. Eskiden zaten

insanlar böyle yaşıyordu. Her köye gittiğimizde bir tane şifacı vardı. Ya üstüne iki dünya savaşı gördü insanlar, Allah aşkına yapmayın. Bir yıldır üçüncü dünya savaşını konuşuyoruz. Bu mu uyanış?

Belki üçüncü dünya savaşından sonra bir uyanış olacaktır.

Olacak, güzel bir dönem olacak. Çünkü herkes savaştan sonra “Abi çok kırıldık bir duralım” diyecek. Ama dünya iyi bir yer değil. Dünya ne zaman iyi bir yer oldu?

Peki siz hayatın anlamıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Az mutsuzluk.  

Az mutsuz olmak için ne yaptınız?

Hayatımı küçülttüm. Öncelikle hayatla ilgili büyük planlar yapmayı bıraktım. İşte o an akışta kaldığını fark ettim. Böyle “Akışta kal, anda kal” diye hep fikir veriyorlardı, olmadı. Şunu fark ettim: Farkındalık diyoruz ya; farkındalık, bir insanın neyi yapıp yapamayacağından başkası değil. Neyi yapıp neyi yapamayacağını en başından bilip bedellerini de ödüyorsan susmak. Mesela ilişki yaşamak isteyip yaşayamayanlar, ilişkinin başına gelmesine izin vermiyor. Orada odaklandığı şey ilişkim olsun. O yüzden kim olsa, eli yüzü düzgün, iyi, tamam tut. Ama senin beklentilerinle aynı değil ki. O kişi ilişki yaşamak istediği için ani karar veriyor. İlişkiler de spor gibidir. Güzel vücudum olsun diye spor yaparsan sakatlanırsın. Sağlıklı olmak için yaparsan güzel vücut başına gelir. İlişkide sen ne istediğini bilirsen ve bırakırsan, her eli yüzü düzgüne ya da seni cinsel olarak çeken insanlara hemen tav olmazsan ilişki başına gelen bir şey olur.  

Marjinal fayda olmak zorunda hayatımızda.

Hayat ve yönlendirmeler küçük hayallerin peşinde koşmamıza izin vermiyor. Herkes büyük şeylerin peşinde ve hayatı ıskalıyoruz diyorsunuz kitapta.

Çünkü başarı dayatılıyor. Mecbur muyum? Ben hiçbir şey yapmama hakkımla özgürleştim.

Ama para kazanmak gerekiyor.

Büyük para kazanmana gerek yokmuş. Adrasan’da da yaşadık. Şehirde 20 birim mi kazanıyorsun, 19.99’unu bir şekilde harcıyorsun. Ama köyde 5 birim geliyor 3 birim harcayabiliyorsun. Küçük hayatlar yaşamamıza izin vermiyorlar çocukluğumuzdan itibaren. Bana daha küçük yaşlarda “Bürokrat tipi var var” diyorlardı. Ya ben takım elbise giymeyeyim diye dergici olmuş bir adamım. Sen bu kadar tanımıyorsun çocuğunu. Daha karakterimi ortaya koymamışım. Orada en kızdığım nokta şu, beni sen getirdin dünyaya, bana balık tutmayı öğretme, bana balık ver. Veremeyeceğim korkusundan dolayı çocuklarını okutuyorlar. Evet, kendi ayakları üstünde dursun diye, bir de bununla övünüyorlar. Yokluk içinde üç tane çocuk okuttuk diye… Ama demek ki bir çocuğu yokluk içinde büyütüyorsan sen hesaplama yapamıyorsun. Bununla övünme bana. Çocuk istiyorsun ama bunun sana olan maliyetini düzgün hesaplamamışsın. Bizde aile çok önemli. Ama dünya üstündeki en anlamsız, en değersiz sistem aile. Hayatındaki her şeyin özelliği ortadan uçunca süper bir özgürlük oluyor.

Peki bu spiritüel çalışmalara ihtiyacımız var mı?

Genelde benim gördüğüm bu işlere yürekten girmiş insanlara baktığınızda geçmişlerinde devasa travmalar var. Çok büyük zorlukları, aklınıza gelebilecek her şeyi yaşamış insanlar var. Yani çocukluğunda istismara uğramış, yetmemiş aile bireyini kaybetmiş, yalnız kalmış. Sivrilmiş insanlara bakınca çok zor bir hayatları olduğunu görüyorsunuz. Anlam yükleme çabası, “Neden yaşadım?”, “Bunlar benim başıma neden geldi?” Kişisel gelişimdeki her şeyin bir sebebi vardır. Tekamül, acıyla gerçekleşir felsefesine denk geliyor. Hayatında her şey yolunda giden bir insanın ekstra bir gelişime ihtiyaç duyduğunu gördünüz mü? Kişisel gelişim vardır, teknikler çalışır. Ama senin çiftleşmenle ya da paranla ilgilenmez, para zaten başına gelen bir şey olur.

“Fazıl Say parayı kıracağım demiş midir? Hayır, para başına gelmiştir.”

Para da sevgi de başımıza gelen bir şey diyorsunuz.

Aynen öyle. Sen kendini bilince… İlişkide de aynı şey: Ne istediğimi biliyorum. Ben kendimle okeyim. İlişki istemek nasıl olur? “Ben tek yaşıyorum, yalnızım” dediğinde sana kimseden hayır gelmezin, kendi başına mutlu olmadığının göstergesi bu. Sen kendin mutlu değilsin ki başkasını nasıl mutlu edeceksin? “Yalnızlığımı paylaşayım” Paylaşma! Hiçbir şey yapma. Bırak iki insan bir araya gelsin, birlikte zaman geçirmekten mutlu olsun. Sonra düşün kademe kademe bak, gör, tanı, birlikte de yapabiliyoruz de. Yani düşünmeden hareket ediyoruz, dayatmalarla hareket ediyoruz. Mesela Fazıl Say benim için garip bir adam: “Piyanom bana ne dedi?” deyip TRT‘de 6 yaşında başlıyor çalmaya. O yaşta ben büyük bir piyanist olacağım, senfoni yazacağım, dünyanın her yerinde konser vereceğim, parayı da kıracağım demiş midir? Hayır, para başına gelmiş. Şu an ekonomik sıkıntısı olduğunu düşünmüyorum mesela.

Evet ama o çok büyük yetenekle doğmuş.

Yetenekle doğmuş milyonlarca insan var.

Ailesi de muhteşem yönlendirmiş.  

İşte cevabı verdiniz, ailenin yönlendirebilmesi. Ama ailenizle bağınızı kestikten sonra ne olduğunuz da önemli. Müthiş bir karikatür var. Adam CEO olmuş, röportaj yapıyorlar. Diyorlar başarınız neye bağlı? “Benim babam alkolikti. Beni kemerle döverdi” diyor. Orada kesiliyor. Bir tane daha adam var sokakta yatıyor. Evsiz, şarapçı… “Bu hale niye düştünüz?” diye soruyorlar. “Babam alkolikti, kemerle döverdi” diyor. Hayatında aldığın şeyleri neye çevirdiğinle alakalı bazı şeyler, yani ödediğin bedellerle.

“Kişisel gelişim zengin işi”

Gabor Mate “Olan değil, olmayan şey de travmaya yol açıyor” diyor ama sizin kitabınızdan benim çıkardığım ana fikirlerden biri travmalarımızı çok abarttığımız. O kadar da değil diyorsunuz.

Günümüze olan etkileri o kadar değil. Evet, oldu. Bir şey oldu, yaşandı, bitti. Travmalarını tetikleyecek şeyler yapma diyorum ben. Bir önceki ilişkinde adam şiddet eğilimliyse diğer ilişkinde o tarz birine gitme.

Ama orada travma var ve onu çözmen, tamamlaman gerekiyor. Hep aynı şeye çekiliyorsun Çünkü güvenli bölgen orası.

Kişisel gelişim yerine bunun için pozitif bilimden de yardım alabilirsin. Psikiyatriste de derdini anlatabilirsin. İşin içine ruhanilik katılan nokta suistimale açık oluyor. Ruhaniliği işin içine çekince sana diyor ki “Senin anneannen de dedenden şiddet görmüş” Bu kadar geriye gitme, her şey burada zaten. Şunu da söylüyorum, kişisel gelişim zengin işi. Tartışmaya gerek yok. Kitabın bir yerinde de anlatmışlığım var: 3 çocuğuyla ortada kalmış, koca gitmiş, evlere onları okutmak için temizliğe giden bir kadının eline bereket olsun diye ametist ver, o taşı kafanda kırar. Travmaların çoğu travma şımarıklığı. O yüzden istismarmış, evlat acısıymış bir engelle doğmakmış bunları hep geride tuttum, ayırdım. Bunlar gerçekten travma. Ama senin içinde yaşadığın hayatlar, bunlar değil. Tek başına bir hayat kurmuşsun, yıllarca okumuşsun, çalışmışsın. Hem ayranımız yerinde kalıyor hem de kötü tatsız şeyler yaşanmıyor. Olmaz, her şeyin bedeli var. Sen bu şehirde yaşıyorsun, plazada çalışıyorsun, bu hayatın içindesin. Trafiğini de çekeceksin! Beğenmiyorsan çeker gidersin. İnsanlar işte o bedeli ödemeli. Bedel kavramı benim için çok önemli.

Spiritüel çalışmalarla kendimizi sürekli aklama çabasında mıyız?

Hayatta her şeyin bir sebebi var ve kozmos denilen varlığın size bir şey öğretmesi için yanlış kararlar aldığınızı düşünüyorsanız evet, aklama çabasındayız. Çünkü sen yaptın, sen ettin. Suçu hop atıyorsun kendinden. “Suç benim değil ki evren bana bir şey öğretmeye çalıştı” diyorsun. “Bana şunu yaptılar, o yüzden böyle oldu”, “Nenem yapmış ya da büyükbabam”  Şimdi artık başkalarını suçlamak atalara kadar gitti ya böyle de bakabilirsiniz. Ne iyidir ne kötüdür bilmek, neyi yapamayacağını bilmek, sonuçları değiştirmeye çalışmamak. “Al kabul et, al kabul et” diye kendini parçalıyor ya şifacılar, kabul et işte. Bedelleri kabul etmen lazım. Durumu kabul etmen gerekmiyor, bedellerini kabul et, ne yapacağını bil. Farkındalık bu. Böylece suçlayacak kimsen kalmaz.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Sinem Gündem
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. 22 yıldan bu yana televizyonların haber merkezlerinde çalıştı, haber programları çekti. En büyük tutkusu yazmak ve soru sormak.