Ebru Karacan Erkan ile yolum Kalp Yolu Eğitimleri’nde kesişti. Sevgili Ebru, Cem Şen Eğitimleri öğrencisi ve eğitimcisi. Ayrıca ergenler için bilinçli farkındalık dersleri veriyor ve onlarla birebir çalışıyor. Yirmi yaşında bir genç annesi olarak oğlumla sağlıklı bir iletişim kurabilmek adına Ebru’nun kapısını çaldım. O da beni kırmadı ve deneyimlerini aktardı.
Sohbetimizi Mümkün Dergi okuyucuları ile paylaşmak istedim çünkü Ebru öyle derin yerlere işaret etti ki üzerinde uzunca düşünmeye değer. Anladım ki insan bir ergenle, bir gençle ya da bir başka yaş grubundan insanla iletişim kurmadan önce ilk kendisi ile temas etmeli. Kendiyle doğru bir biçimde temas edebilen insan, diğerleri ile çok daha kolay ve samimi bir yerden ilişki kurabiliyor.
Ergenliğin bir bitme süresi var mı Ebru? Bir ergen annesine sanki sonsuza kadar sürecekmiş hissi geliyor bazen.
İnsanda beyin gelişimi 24 yaşına kadar devam ettiği için ergenlik de bu yaşa kadar devam ediyor, hatta bazen hiç bitmiyor. Benim ergenlik yerine “neredeyse yetişkinlik” olarak adlandırmayı sevdiğim bu dönem aslında beynin gelişimi, dönüşümü, algının açıklığı ve bununla birlikte deneyimin azlığı ve dolaysıyla cüretin verimli toprağı. Algılar çok açık olduğundan ve hızlı bir dönüşüm süreci yaşandığından gençlere bir çeşit her şeyi biliyor olma hissi geliyor ama deneyimleri az. Çatışma da buradan çıkıyor. Zihinde bir deneyim isteği doğduğunda oraya giderken yaşanacak olumsuzlukları görmezden gelebiliyorlar. Elbette deneyim kazanarak öğrenecekler ancak sağlıklı sınırlara ve deneyim paylaşımlarından doğan ilhamlara ihtiyaç duyabiliyorlar.
“Duygu ve düşünceler denizindeki dalgalarla boğuşmak yerine onların üzerinde sörf yapmak mümkün.”
Ergenlerle çalışırken seninle iletişime geçen genellikle ebeveynler oluyordur mutlaka. Benim deneyimim, bir ebeveyn olarak bir genci bir şeye yönlendirmenin hiç de kolay olmadığı. Ebeveynler çocuklara nasıl yaklaşmalılar ki çocuklar, bilinçli farkındalık derslerine ya da Neredeyse Yetişkin Dikkat ve Kaygı Yönetimi Atölyeleri’ne katılmayı kabul etsinler?
Zaman zaman gençlerin bizzat kendileri de bana ulaşıyor ve çalışmaya başlıyoruz. Ancak senin de dediğin gibi daha çok ebeveynler üzerinden temas başlıyor. Ebeveynler, çocuklara öncelikle şu mesajları vermeli:
- Hepimiz stres yaşıyoruz ve zor durumlarda çaresiz kalabiliyoruz. Bu konuda hiç kimse yalnız değil.
- Bir duruma ya da olaya verdiğimiz tepkilere mecbur olmadığımız bir hal ve başka bir olasılık var.
- Duygu ve düşünceler denizdeki dalgalar gibi üzerimize geliyor ve biz bunları kontrol edemiyoruz. Bu dalgalarla boğuşmak yerine onların üzerinde sörf yapmak mümkün. Bunun bir yolu var.
- Zihnin zor bir durumla karşılaştığında onunla nasıl başa çıkabileceğini bilmesi muhteşem bir his hatta güçlü kılan bir hal.
Ebeveynler kendi yaşamları üzerinden örnekler verebilirler: kendi yaşadıkları streslerden, kayıplardan, kopmalardan, yetersizlik hislerinden… Yaptığımız atölyeler, bu zorluklarla nasıl baş edileceğini öğrenmek için tüyoların olduğu alanlar. Çocuklara bu tüyolar çok net olarak anlatılabilir. Atölye derslerine katılımın zorunlu olmadığı, amacın onları yeni bilgilerle boğmak değil aksine bakış açılarını değiştirerek nefes alma alanları yaratacağını anlatabilirler.
En önemlisi, çocukların derste konuşulanların derste kalacağını bilmeleri. İlk seanstan sonra bir bağ kuruluyor ve sonrasında çocuklar ya da neredeyse yetişkinler kendilerini sürece çok daha rahat bırakıyorlar. Derslerin doğru ya da yanlış içermediğini, yargıda bulunmak için değil bakış açısını genişletmek için bir arada olduğumuzu bilmek, çocuk ya da neredeyse yetişkin için önemli.
Derslerin içeriğinde neler oluyor?
Karşılıklı deneyimlerimizi, hislerimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi paylaşıyoruz. Ders boyunca ben de kendimle, kendi deneyimlerimle ilgili şeyler paylaşabiliyorum. Oturumlar bize ait özgür alanlar haline geliyor. Meditasyon, oyunlar, hikayeler ve alıştırmalar var.
Grup çalışması mı yoksa sadece bireysel mi?
Ben 14 yaş ve üzeri bireyseli tercih ediyorum ama grup çalışması da yapılabiliyor. Beş yaştan on iki yaşa kadar olan çalışmalar maksimum sekiz kişilik gruplardan oluşuyor. Haftada bir buluşmalarımız oluyor. Her oturum yaklaşık 1-1,5 saat sürüyor. Elbette on haftada mucize bekleyemeyiz çünkü zihni eğitmek bir süreç. Yine de gelişim döneminde çocukların ya da gençlerin bakış açıları bir hayli değişebiliyor.
İleri yaştaki bireylerle de çalışıyorsun değil mi?
Çocuk ve Ergen Bilinçli Farkındalık Eğitmenlik Sertifikalarını Hollandalı terapist Eline Snel’den aldım. Jon Kabat-Zin ile birlikte yetişkinler için stres azaltımı programlarından yola çıkarak geliştirdikleri bir program. O programın içeriğinde 5 yaştan başlayarak 19 yaşa kadar farklı seviyelerde eğitimler veriliyor ancak ben Cem Şen Eğitimlerini uzun süredir pratik ettiğim ve eğitmeni olduğum için yetişkinlerle de çalışabiliyorum. Hatta zaman zaman ergen öğrencilerim kendi teyzelerini, abilerini bana yönlendirebiliyorlar.
“Biz, bize dikte edilen şeyden çok bağ kurduğumuz kişilerden gördüğümüzü alıyoruz.”
Çocuklar aslında ebeveynlerinden gördüklerini yapıyorlar. Bu bağlamda çocuklardan önce ebeveynlerin mi zihinlerini eğitmek üzerine yatırım yapmaları gerekir acaba, ne dersin?
Çocukken insanlar neden kendilerine kötü gelen şeyleri yapmaya devam ediyorlar diye çok düşünürdüm. Haklısın, çocuklara bir şey öğretmek mümkün değil. Çocuk, gördüğünü alıyor. Biz, bize dikte edilen şeyden çok bağ kurduğumuz kişilerden gördüğümüzü alıyoruz. Etrafta ne görüyorsak onu öğreniyoruz. Anne baba, kendi duygusu ile ne kadar temas edebiliyorsa çocuk da kendi duygusu ile o kadar temas edebiliyor. Yine de “önce anne ile baba farkındalık çalışsın, sonra sıra çocuklara gelsin” gibi bir sıralama da çok geçerli değil. Bazen de çocuklar anne ve babalarına öğretiyorlar. Öğrencilerim var, anne babalarına “Yediğin yemeğin farkında mısın? Buradaki tepkin çok otomatik, daha farklı nasıl davranabilirsin?” diye soruyorlarmış.
“Çocuk düşecek ve sen ebeveyn olarak elinde pamuk ve tentürdiyot ile orada bekleyeceksin.”
Haklısın. Oğlumun da bana çok şeyi fark ettirdiğini, beni uyandırdığı zamanları hatırlıyorum. Çok da gerçek ve net tespitlerdi.
Biz çocukları kendi kafamızdaki bir şekle sokmaya çabasına giriyoruz. Bizim istediğimiz gibi olsunlar istiyoruz. Tam olarak böyle olmayacak. Onların farklı birer birey olduklarını ve her birinin kendilerine ait nitelikleri olduğunu hatırlamamız gerek. Ve o niteliklerin her biri farklı koşullarda farklı şekillerde ortaya çıkacak. Bunu bir yandan merak ederek ve heyecan duyarak izlemeyi öğrenebiliriz. Bir anne ya da baba, çocuğum beni dinlemiyor ne yapacağım diye düşünmek yerine, “Ben onu gerçekten nasıl dinleyebilirim?” diye sormaya başlayabilir. Çocuğun ne yaşadığını anlamak, onunla gerçek bir empati kurabilmek önemli. Burada sınırsız bir anlayıştan bahsetmiyorum ama onu anlamaya çalışmak önemli. Çocuk hata yapacak. Bunu biliyoruz. Ebeveyn hata yapan çocuğu eleştirmek, yargılamak ya da cezalandırmak yerine çocuğun o hatadan öğrenmesine izin verebilmeli. Çocuk hata yaparken yanında durabilmeli. Cem Hoca’nın bir sözü vardır: “Çocuk düşecek ve sen ebeveyn olarak elinde pamuk ve tentürdiyot ile orada bekleyeceksin.” Bu kadar. Yoksa süreç, sürekli bir itiş kakış halinde geçiyor.
Çocuğun kendisine zarar verdiğini görerek orada sadece durmak çok kolay değil.
Sağlıklı sınırlara her zaman ihtiyaç var. Çocuklar da bunu görmek istiyorlar ama bazı şeyleri çocuğun kendisinin görmesine izin vermek gerekiyor. Kendi hayatlarımızdan hatırlayalım. Bizler de çok şeyi deneyimlerimizden öğrendik, öyle değil mi? Sadece çocukların sınırlarını değil, ebeveynler de kendi sınırlarını bulmalı ve bu sınırları çok doğru bir şekilde ifade etmeli. O zaman iletişimin güçlenme ihtimali de doğuyor.
“Farkındalık bilgelikle güçlendirildiğinde sakinlik, huzur ve bunlardan doğan bir güç getiriyor.”
Farkındalık çalışmalarının sana göre en güçlü katkısı nedir?
Neyi neden yaptığını keşfetmek, bir kukla olmadığını bilmek, verdiğin tepkinin kaynağını görebilmek bana çok eşsiz geliyor. Ancak, farkındalık bilgelik olmadan çok işe yarar bir şekilde kullanılamayabiliyor. Bilgelik olmadan aşırı farkındalık zarar bile verebiliyor. Hatta fazlaca farkındalığa odaklanmış çalışmalar yapanlarda bazen tahammül sınırının düşmesi, seslere aşırı duyarlı hale gelme, şehrin kalabalığında duramama gibi haller oluşabiliyor. O nedenle biz çalışmalarda anlayış üzerinde de duruyoruz. Farkındalık bilgelikle güçlendirildiğinde sakinlik, huzur ve bunlardan doğan bir güç getiriyor. Bizim çalışmalarımızda şefkat, anlayış, nezaket birlikte yer alıyor.
Ebeveynler için başka tavsiyelerin var mı?
Ebeveynler de eğitmenler de çözüm bulma çabasını bırakmalı. “Çocuğun bir sıkıntısı var ve benim bunu çözmem lazım.” Hayır, değil. Bunu bırakmak ilk adım. Burada çözüm bulmak yok. Paylaşım ve dinleme var. Manipülasyon da yok. Biz çocuğa kendi kafamıza göre bir gelecek tasarımı sunmuyoruz. Ebeveynler sadece ilham olabilirler, o kadar. Zaten diğer türlü çocukta da bir direnç oluşabiliyor. Ebeveyn olarak elbette çocuklarımızın iyiliğini istiyoruz ama isteme hali ve kontrol çabasının oluşturduğu gerginliği çocuk da hissediyor ve orada kendisini olduğu haliyle açamıyor. Kafasında, o anda gerçekte olanla uyumlu olmayan ‘şöyle yapmalıyım, böyle olmalıyım’ gibi fikirler doğabiliyor ki bu da içsel çatışmayı ve stresi tetikleyebiliyor. Çocuklarımızın bizim kafamızdaki mutluluğu yaşamaları konusunda diretmeyi bırakmak bir başka adım. Onlara müdahale edemeyiz. Bize nasıl davranılmasını istiyorsak onlara da aynı şekilde davranmalıyız aslında. Şefkat, anlayış ve olabildiğince objektif yaklaşımlar, temel unsurlar. O bir hata yaptığında kendisini yetersiz hissettirmeden, suçlamadan ve yargılamadan önce onu dinlemek, samimiyetle onun yanında durmak önemli. Tekrar hatırlatmak isterim ki kendi sınırlarımızı da iyi belirlememiz ve ifade etmemiz gerekiyor. Çocuklarımız mutlu olsunlar tabii ama ebeveynlerin de mutlu olmak hakları.
Müdahaleyi bırakmakta mı zorlanıyoruz ebeveyn olarak?
Bir şeyleri mükemmel yapmak için çok çaba harcıyoruz ve çocuklarımızı da kendimizin bir uzantısı, bir parçası olarak görüyoruz ve onları da mükemmelleştirmek istiyoruz ama onları bizim bir uzantımız değil. Onlar ayrı nitelikleri olan bireyler ve bize ait değiller. Çocuklarımızın potansiyellerini kullanmalarını istiyorsak onların zihinlerinin eğitimine destek olmamız, tarafsız bir merakla onları dinlememiz gerekiyor. Dinlemek ve müdahale etmemek, çok önemli iki anahtar. Çocukların algıları ve farkındalıkları çok açık, sadece deneyimleri az.
Gençlerin her biri birbirinden farklı nitelikleri olan bireyler. Kendi farklılıklarını anlayıp, bunları çeşitlilik olarak görebilmeleri için sırtlarından biraz destek verilmesine ihtiyaçları var. Aileden en az bir kişiyle güçlü bir güven bağı kurabilmeleri önemli. Onları başarının kalıcı mutluluk getirip getirmediği konusunda sorgulamaya yönlendirebiliriz mesela. Bu sorgulamayı kendimiz de yapabiliriz. Ayrıca başarısını takdir etmek ya da başarısızlığına üzülmek yerine çabasını takdir etmeyi alışkanlık haline getirebilirsek bu küçücük farkındalığın bile ne kadar anlamlı sonuçlar doğuracağını gözlemlemek ayrıca keyifli olabilir.
Çalışmada yer alan pratik bir örneği paylaşır mısın okuyucularımızla?
Bazen zor hislerle karşılaştığımızda ilk tepkimiz ondan bir an önce kurtulma çabasına girmek olabiliyor. Bu konuyla bağlantılı olarak atölyelerde yaptığımız buz alıştırmasını paylaşayım. Biz bayağı eğleniyoruz bunu yaparken. Bir buz parçasını eline alıp eriyene kadar sıkı sıkı tutuyorsun. Ve elinde neler olduğuna bakıyorsun. Hangi hissiyatlar doğuyor, hangi otomatik tepkiler, zihninde ne gibi düşünceler doğuyor? Bunlara bakıyoruz birlikte. Buz yavaş yavaş eriyip küçücük kaldığında bize ilk anda dehşet verici de gelse bunun içinden sağ salim çıkabildiğimizi ve tıpkı hisler gibi bunun da geçici olduğunu fark ediyoruz.
Eklemek istediğin bir şey var mı?
Ergenlik ve ilk gençlik yılları hem onu yaşayan “neredeyse yetişkin” hem de ebeveynler ve okul için zor bir süreç̧. Hormon seviyesi, beyaz ve gri madde artışları, dopamin dengesizliği gibi fiziksel değişimler, çarpıcı duygusal iniş̧ çıkışlara ve dürtüsel tepkilere sebep oluyor. Bu fiziksel etkilerle baş etmek hiç̧ kolay değil. Ayrıca bu duygular hayat boyu gelip geçecek. Deniz bazen fırtınalı, bazen dümdüz, bazen sıcak bazen soğuk olacak. Tıpkı denizde olduğu gibi gençliğe adım atan çocuklar da bu duyguları kontrol edemeyecekler.
“Ama yapılabilecek bir şey var: Kendini dalgalara bırakmak ve onlarla sörf yapmak.”
Şu an burada olanla olabilmeyi deniyoruz, içimizden ne çıkıyorsa ona açık olmayı. İçeride ya da dışarıda olan hiçbir şeyi yargılamadan, olmakta olan şeyleri açık, berrak ve şefkat dolu bir zihinle üzerine hikâye yazmadan, olduğu gibi ve doğru anlayarak aşırı tepkiler vermek zorunda kalmadan olan duyguya izin vermek…
Günümüzce çocuklar, gençler hep bir şey başarmak zorunda hissediyorlar kendilerini ve onlarla ilişkiler, aldıkları notlar ve başarabildikleri üzerinden kuruluyor. Dünyanın şu andaki sistemde elbette belli başarı kriterleri var ancak iç dünyamızı anlamadan dış̧ dünyada bir şey olmak ya da mutlu olmak pek mümkün olmuyor. Okullarda coğrafya, matematik, fizik öğretiyoruz ancak çocuklara ya da gençlere hayatlarında karşılaşacakları öfkeyle, hayal kırıklığıyla, üzüntüyle yani bu hayatın dalgalarıyla nasıl başa çıkacağını anlatmıyoruz. Belki biz de tam olarak nasıl yapacağımızı bilemiyoruz. Atölyelerde bir şey başarmak zorunda değiliz, kendimizi ve diğerlerini anlamaya başlıyoruz.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.