Bir BEN var BEDENDEN içeri
Farkındalık

Bir BEN var BEDENDEN içeri

Nedense çok uzun bir aradan sonra yazıyorum gibi geldi şimdi klavyenin başına oturunca. Ne yapayım, içsel olarak bir şeylerin yükselmesini bekledim. Bekledim bekledim ama bir türlü yükselmedi ta ki şu ana kadar. Öncelikle bir güncelleme vermek isterim size. Ben ne durumdayım, bedenimle ilişkim ne durumda gibisinden. Evet hazırsanız veriyorum şu anda güncellememi:

Güncel olarak, tam da şu anda bedenimde pek konforlu hissetmiyorum. Aslında bu hemen bugün olmadı, zor ve benim için uzun geçen bir yazın ardından bedenim sanki taşlaşmış ve ağırlaşmıştı. Bu yaz, tüm o sıkışıklıklar, olanlar ve olmayanlar derken bedenime dair bir şeyin kesin kararına vardım.

O da şuydu: Bedenim yaşadığım duyguları tutuyordu.

Bırakamıyor, akmasına izin vermiyordu bir şekilde ve bu uzun yıllardır böyleydi. Her ne kadar kişisel gelişim yollarını arşınlasam da yıllardır, işte dönüp dolaşıp her şey yine bedenime bağlanıyor gördüğünüz gibi. Bedenlerimize bağlanıyor. Bedenim bu aralar ağrılı, huzursuz ve sıkışık. Onu rahatlatmak için elimden geleni yapıyorum. Bazen elimden çok fazla şey gelirken bazen de hiçbir şey gelmiyor. Ben de dinlenmeye çalışıyorum öyle zamanlarda.

Dinlenmek, hanımlar beyler, en temel öz bakım adımıdır.

Dinlenmek hak edilecek bir şey değildir. Yorgunsak, bedenimiz yorgunsa yorgundur. Neden şimdi yorgundur, hiçbir şey yapmamışızdır ki neye yorulmuştur Allah aşkına, gibi yaklaşımlar bedenimize direnmektir. Bazen sadece yorgunuzdur. Bazen bedenimizden geçen enerjiler, hisler, duygudurumları bir madende taş taşımışçasına yorabilir bizi. Bu da yeterince değer ve önem görmesi gereken bir şeydir. Yani enerjisel çalışma. Şartlanmış zihinlerimiz hep maddede arar karşılığı. O yüzden enerji çalışmaları, atölyeleri vs için para vermek bir ayakkabıya para vermekten daha zor gelir. Hazır konusu açılmışken şuraya bir sitem olarak da not düşeyim bunu. Burada ayakkabı daha önemsizdir demiyorum ama enerji çalışmaları, kişisel ve ruhsal gelişimimizi destekleyecek tüm yollar da çok ama çok değerlidir. Maddesel karşılığını o gün almayız belki ama yaşamımız dönüşünce maddesel dünyamız otomatik olarak dönüşecektir aslında. Neyse…

Bedenim bu süreçte yine değişti. Kilo aldım. İlk başlarda bunu çok önemsemedim ama sonra bir süre yine kafamı kurcalamaya başladı. Ve fakat sonra geçen o yazı düşündüm. Çok zordu. Gerçekten. Ve bedenim elinden geldiği en iyi şekilde beni hayatta tutmuştu.

Bedenim demiştim oradan devam ediyorum. Dediğim gibi bedenimle yaşadığım bu farkındalık, ona daha da kıymet vermemi sağladı ve ben de gittim masaj seansları aldım, olabildiğince hareket etmeye ve doğada olmaya çalıştım, çalışıyorum. Bedenim bu süreçte yine değişti. Kilo aldım. İlk başlarda bunu çok önemsemedim ama sonra bir süre yine kafamı kurcalamaya başladı. Ve fakat sonra geçen o yazı düşündüm. Çok zordu. Gerçekten. Ve bedenim elinden geldiği en iyi şekilde beni hayatta tutmuştu. Bana sinyaller vermişti. Zaman zaman beni durdurmuştu ve sorularıma cevaplar vermişti. İşte o zaman yine kıyamadım ona. Dedim ki, hakkın var be güzelim bedenim. İstediğin gibi ol, istediğine dönüş, ben de sana iyi bakmak için elimden geleni yapacağım. Şimdi biraz bununla ilgileniyorum. Ona daha iyi bakmak konusuyla. Sıkışıklıklarını, ağrılarını dinlemek ve gidermek konusuyla.

Bedenim hareket ederken ve istediği gibi davranırken başkaları ne düşünür diye kaygılanıyorsam, büyük ihtimalle yaşamda aldığım kararları, yaşama biçimimi, izlediğim yolları da başkaları ne der kaygısı ile gerçekleştiriyorum.

Buradan bağlantılı başka bir konuya geçmek istiyorum aslında. Yakın zamanda gözlemleme fırsatı bulduğum bir şey oldu. Doğal Yaşam Festivali’nde ‘‘İçimdeki Çocuk ile Bedende Özgürleşmek’’ adı altında mini bir workshop verme imkânım oldu. Bu ilk defa yapacağım bir şeydi. Geçen seneden beri belirli aralıklarla ‘‘İçimdeki Çocukla Buluşma Atölyesi’’ düzenliyorum. Bu atölyeyi planlarkenki hedefim kendisi ile bağlantısı zayıflamış, rutinin içinde kaybolmuş, oyun oynamayı, oyunbazlığı çok geride bırakmış, bir kaçışa ihtiyacı olan insanlarla buluşmaktı.

Atölyeye olan katılımlar genellikle benim oyunculuk ve kişisel gelişim çevremden olmuştu şimdiye kadar. Bu kişiler bu bahsettiğim konularda biraz daha açık kişilerdi elbette. Oysa ben gerçekten hareket edemeyecek kadar sıkışmış, bedeninde sınırlı bir şekilde var olan insanlara ulaşmak istiyordum, derken bu festival bana bu şansı tanıdı. Bu festivale gelen kişiler kim olacaktı, nasıl olacaktı hiçbir bilgim yoktu. Derken bir anda workshopta 14 kişi oluverdi. O gün yaptırmayı planladığım bir akış vardı ve ben de başladım. Ve işte tam da aradığım kitleyi bulmuştum. Katılımcılardan bazıları o kadar az hareket ediyordu ki. Ellerinizi oynatın diyordum, bazıları elini olduğu yerde 2-3 cm hareket ettiriyordu sadece. Salının diyordum, onlar salındıklarını sanıyordu ancak hareket neredeyse hiç yoktu. Ayakları yerinden kalkmayanlar vardı. Bunları yargılamak için yazmıyorum yanlış anlaşılma olmasın. Bunları şunun için yazıyorum, bedenimizin ne kadar da sınırlı hareket ettiğinin farkında mıyız? Hareket ederken içimizi izleyerek onun peşinden gitmek yerine, dışarıdan bir gözle kendimizi izleyip yargılıyor muyuz? Ve bunu hayatımızda hangi alanlarda yapıyoruz? Bedenimizin ve kalbimizin arzusu ile mi hareket ediyoruz yoksa genel geçer, kabul gören yolları takip edip aman yargılanırım korkusundan neredeyse tamamen kaskatı bir halde miyiz?

Birçok yazımda şuna değindim: Bedenlerimizle kurduğumuz ilişki hayatı nasıl deneyimlediğimizle çok bağlantılı. Yani eğer bedenimin yeterince özgür olmasına izin vermiyorsam, yaşamda da büyük ihtimalle kendime sınırlar koyuyorum. Bedenim hareket ederken ve istediği gibi davranırken başkaları ne düşünür diye kaygılanıyorsam, büyük ihtimalle yaşamda aldığım kararları, yaşama biçimimi, izlediğim yolları da başkaları ne der kaygısı ile gerçekleştiriyorum. Bedenimde özgürce var olamıyorsam yani, yaşamda da özgürce var olamıyorum. Vuff tüylerim dikenlendi. Şimdi tabii bunun ne kadar farkındayız? Mesela karnımız acıktığında, hayır şu anda acıkmış olamam, deyip geçiştiriyor muyuz? Yoksa “olabilir demek ki acıktım hemen bu açlığı gidereyim” diyerek mi hareket ediyoruz? Yani yaşamda bir arzu ya da ihtiyaç yükseldiğinde içimizden, onu almak/gidermek için harekete geçmek yerine, “ama bu da şu an zor, yersiz, ne alaka, buna zamanım yok” gibi şeyler söyleyip bu arzuyu/ihtiyacı bastırıyor muyuz? Sanırım örnekler yeterli ha? Bedenimizle kurduğumuz ilişki, onun sinyallerini ne kadar onurlandırdığımız yaşamımızı, kalbimizin arzusunu ne kadar onurlandırdığımızla çok bağlantılı bence.

Anladım ki son zamanlarda yaşadığım, kontrolüm dışında olan süreç beni kabul konusunda çok zorlamıştı. Durumu, insanları yargılıyordum ve değiştirmek istiyordum, düzeltmek istiyordum. Benim hayatıma da etki eden bir süreçti ve bu beni deli ediyordu.

Bir başka konuya daha değineceğim. Yazın o buhranlı zamanlarda dişim apse yapmıştı. Ve canım buna çok sıkılmıştı. Çünkü aslında modum çok yüksekti, iyi gidiyordum, bu diş olayı da nereden çıkmıştı? Bütün yaz topraklanmaya çok ihtiyaç duydum fakat şehirden ayrılamamıştık. Ben de Kalamış sahiline indim ve yere bir örtü serdim üzerine uzandım. Topraklanmaya çalışıyorken bir taraftan dişimin ağrısı, onun bedenime verdiği sıkıntıyı duyumsuyordum ve içim git gide sıkışmaya başlamıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığı bir anda içimde bir diyalog dönüyordu. Neden her şey iyi giderken birden hastalanıyordum? Neden bedenim bana bir türlü ayak uyduramıyordu? Bedenim yüksek titreşimleri tutamıyor muydu? Bu soruları kafamda döndürürken bir taraftan da sevgili spiritüel hocam Vernon Frost’u düşünüyordum. En iyisi bir seans alayım Vernon’dan dedim. Belli ki bir şey vardı bu işin içinde. Derken bu soruları kafamın içinde ona sorduğumu fark ettim ve o anda Vernon adeta bana cevap veriyordu. Diyordu ki: “You feel powerless, because you are resisting.” Ahahaha evet Vernon kafamın içinde de İngilizce konuşuyor tabii. Adamın ana dili bu ne yapalım? Yani Türkçesi “Güçsüz hissediyorsun çünkü direniyorsun.” Bir anda gözlerimi açtım ve doğruldum. Eşime, Vernon bana böyle dedi. O da canım o kadar alışık ki benim bu hallerime, hiç yadırgamadı ve biz birlikte ne demek istediğini anlamaya çalıştık. Neye direniyordum ben, neye? Evet gerçekten de güçsüz hissediyordum, hastaydım ve bu daha önce de olmuştu. Derken bunun açılımını sonradan yaşadım. Anladım ki son zamanlarda yaşadığım, kontrolüm dışında olan süreç beni kabul konusunda çok zorlamıştı. Durumu, insanları yargılıyordum ve değiştirmek istiyordum, düzeltmek istiyordum. Benim hayatıma da etki eden bir süreçti ve bu beni deli ediyordu. Bu kadar kontrolüm dışında olmasını ve olanları düzeltip, yoluna koyamamayı bir türlü kabul edemiyordum. Ve üstüne üstlük bunun farkında olmadan sanki sürecin koşulsuz bir destekçisiymişim gibi insanlara, olaylara alan tutmaya çalışıyordum. Oysa içim topuklayarak kaçmak istiyordu, yargı dağıtmak, insanları silkelemek istiyordu. Ve evet sevgili biricik zihnimin kocaman bir örüntüsüne şahitlik etmiştim işte. Ve en trajikomik olanı ise bu sene için dileğim neydi biliyor musunuz? Teslimiyet. Ahahah ve yaşam teslim olmam için bana kocaman fırsatlar sunuyordu, ben ise teslim olmamak için “direniyordum”. Bu farkındalık benim için öyle büyük bir ferahlama oldu ki. Direniyordum ve ben hep direnirdim. Bedenim direnci taşıyamıyordu aslında. Yaşama direnmek kolay bir şey mi? Her şeyden ve herkesten büyük olan yaşama? Ve hele insanın kendi hakikatine direnmesi? Doğrusunu konuşamaması ve arkasında durmaması? İşte bu da kendine direnmek demekti. Ohhhh şurada koca bir nefes aldım şimdi bile. Yani gördüğünüz üzere bedenimizde oluşan birçok hastalık da aslında yaşamla kurduğumuz ilişkiler, inanç kalıplarımız, davranış örüntülerimiz ile doğrudan bağlantılı. Bu hastalıktan öğrendiğim bir diğer şey ise dişlerin güç ile bağlantılı olduğu idi. Bunu daha önce duymuştum ama işte şimdi idrak edebilmiştim. Bonus bilgi olarak cebinizde olsun sizin de diye onu da bir yazayım dedim.

Toparlamak gerekirse, bu yol biter mi? Bitmez. Bedenim hala beni her gün şaşırtıyor. Hala bıdı bıdı konuşuyor. Ben de dinlemeyi öğreniyorum. Hiç de fena değilim artık bu konuda. Sınırlarını genişletmek için çabalıyorum. Hepimiz çabalamalıyız. Bu dünyada kocaman bir yer tutuyoruz aslında ve bu yeri doldurmanın ilk durağı bence bedenlerimiz. Bedenlerimizin içindeki mevcudiyetimiz ve sınırsızlığımız. Bunu başarabildiğimizde güçleneceğiz. “Ben” diyebileceğiz.

Ve derin bir nefes: “Ben, benim”.

Sevgi olsun!


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Aslıhan Aydoğan Büyükakgül
1988 yılında doğdu. 21 yaşında Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına özel sektörde başladıktan 5 sene sonra, istediğinin bu olmadığına karar verdi ve hayallerinin peşine düşmek için işinden ayrıldı. 27 yaşında oyunculuk dersleri almak adına çıktığı yol onu kendi özüne doğru olan yoluna da yönlendirdi. Bu süreçte birbirinden farklı birçok eğitim aldı. Bu eğitimler hem bilişsel bilgileri, hem mistik ilimleri içermekteydi. Şimdi ise oyunculuğun yanı sıra tüm bu deneyimleri esentezleyerek tasarladığı atölyeler, danışmanlıklar ile kişiler ile birebir çalışmalar yapıyor.