KENDİNE YABANCILAŞAN İNSANI NEYİN BEKLEDİĞİNİ BAĞIRAN BİR AĞIZ: NİETZSCHE
Felsefe

Kendine yabancılaşan insanı neyin beklediğini bağıran bir ağız: Nietzsche

Bir Alman olan Friedrich Nietzsche, kültür eleştirmeni ve aynı bir zamanda filozoftur. Bildiğimiz anlamdaki diğer düşünürlere göre kuramsal ya da analitik bir felsefesi olduğunu söyleyemeyeceğimiz Nietzsche kendi felsefesinde iyilik, kötülük, dinin modern toplumdaki yeri ve “üst insan” gibi konuları ele almıştır. Friedrich Nietzsche’nin hakikat, ahlak dil, estetik kültürel teori, tarih, nihilizm, güç, bilinç ve varoluşun anlamı üzerine yazdığı yazılar ve ileri sürdüğü görüşler, Batı felsefesi ve özellikle de entelektüel tarih üzerinde benzeri görülmemiş bir etki yaratmıştır. Her düşünür döneminin algı biçimlerine karşı bir anti tez ortaya atar atamasına ama sanırım Nietzsche’yi bu derece unutulmaz yapan şey onun çok içten ve oldukça sert bir biçimde hakikat arıyor olmasıdır.   

Dünya için, “güdülerin ve itkilerin çarpışıp duran kaosu” ifadesini kullanan bu adam fikirleriyle pek çok yazar, psikolog ve psikiyatr için olağanüstü ilgi çekici hale gelmiştir. Öyle ki hiçbir büyük filozofun yaşamına, fikirlerine Nietzsche’ninkine olduğu kadar ilgi gösterilmemiştir, diyebiliriz. Ve hatta öyle ki bu abartılı ilgi onun felsefi görüşlerinin gerçek değerini belirlemede olumsuz bir etken halini almıştır. Yaşamını ilgi çekici yapan başlıca nedenler arasında kronik bedensel hastalığı, psikolojik rahatsızlığı ve Richard Wagner ile olan inişli çıkışlı ilişkisi ve trajik çıldırma hikayesini de sayabiliriz.

Ne Diyor Bu Nietzsche?

Bize bıraktığı eserler arasında en ünlü yapıtı olan Böyle Buyurdu Zerdüşt’übölümler hâlinde yayımlamıştır. Aynı yapıtın içerisinde de Bengi Dönüş olarak bilinen görüşünü ele alır. Bengi Dönüş nedir diye kısaca açıklamak gerekirse, Nietzsche’nin, “dünyanın öncesiz- sonrasız bir yineleniş” olduğunu öne sürdüğü kuram diyebiliriz.  Şairane bir üslup ve roman tekniği ile yazdığı “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabında vermek istediği düşünceleri kurgusal bir karakter olan İranlı bilge kişi Zerdüşt’e söyletir. Bu yapıtta işlenen üst-insan (übermensch) ve “değerlerin yeniden değerlendirilmesi” düşüncelerini konu eder. Bu dönem için Nietzsche’nin düşünsel gelişimindeki üçüncü evre de diyebiliriz.  Bu evrede Nietzsche, felsefi görüşlerini ön-plana çıkaran İyinin ve Kötünün Ötesinde ve Ahlakın Soy Kütüğü isimli eserlerini de yayımlar.

İyinin ve Kötünün Ötesinde’nin alt başlığı, Geleceğin Bir Felsefesine Giriş şeklindedir. Bütün eserlerinde aynı temaları başka güç biçimleriyle ele alan, -bana göre oldukça tutarlı olan- Nietzsche, bu düşünceleri içselleştirmeyi beceremeyen kimi çevreler tarafından suiistimal edilmiştir. Bir okur olarak tüm söylemlerinde fark ettiğim yegâne şey onun “erek insan” (üstinsan) düşüncesini oluşturan duygunun, insanı dinin ve bilimin kıskacından kurtularak, kendi üzerinde düşünmeye sevk etmek olduğudur, diyebilirim. O, hepimize Tanrı’dan beklediğimiz umut ve istekleri bir kenara bırakarak insanın kendisini dünyaya adamasından bahseder. Bunu yapmayı beceremeyen insanı ise bu dünyada koskoca bir hiçliğin beklediği konusunda da uyarır.  Canlı olan her şeyde gözlemlediğini belirttiği yaşama arzusunu “güç istenci” olarak tanımlayan Nietzsche bu fikrini şöyle açıklar: bütün canlı varlıkların temelinde daha güçlü olmaya yönelik bir irade yatar. Bu bağlamda insanoğlu sadece kendini korumak ve yaşamak istemez, bunların yanında insanlığın asıl isteği şey daha güçlü olmaktır. Bunun içinde yapması gereken şey değer yaratmaktır.

Bu yeni değer üst-insandır. Üst-insanın belirlenmesi, toplumun çoğunluğunu oluşturan sürünün kendini feda etmesi sonucunda gerçekleşecektir. Üst-insan ise “benim” diyebilen, kendi gözleriyle gördüğü gerçekliği anlayan ve kavrayan insan olarak ortaya çıkar. Yani, Nietszche’nin ontolojisinin merkezinde duran bu fikir asla ilk anda anlaşıldığı gibi bir iktidar hırsı, statü kaygısı vs gibi kapsamlarda değildir. Onun anlatmaya çalıştığı şekildeki “güç istencinden” benim öznel olarak anladığım şey bizi sakatlayan tüm içsel çatışmalarımızı ortadan kaldırmak ve daha evrimli bir canlı (üst insan) olmak için harcadığımız çabanın adıdır. Daha ulvi, daha büyük bir üsluba ulaşmak için harcadığımız çaba bizi “übermench” yani üst insan yapacak olan şeydir. Yani Nietzsche’nin kast ettiği türden bir güç istenci güce sahip olma arzusu değil, kendi gücünü isteyen bir istenç biçimidir. İçsel çatışmalarla zayıflamayan bir iradenin temsilidir. Yaradılışı gereği ikili bir doğaya sahip olan insanın doğası ile çatışıp onu alt ederek ondan daha evrimli bir canlı türeten mekanizmanın, bu “ereğin” tanımıdır üstinsan.

Tanrı’nın Ölümü Ne Anlama Gelir?

“Tanrı öldü”, Nietzsche’nin en popüler sözüdür. Bu düşünceyi Nietzsche, ilk kez Şen Bilim adlı eserinde dile getir. Nietzsche “Hiçbir adalete sığmayan, sayısız çatışma ve acıyı iyi bir Tanrı’ya nasıl mal edilebiliriz?” düşüncesinden yola çıkarak, Tanrı’nın ölümünün insanın anlaşılmaz olan doğasını yenmesi ve bu sayede ve üst insana ulaşılabilmesi için bir mecburiyet olduğunu savunur.

Nietzsche, varoluşa yönelik en büyük amaç ve umut olarak ortaya koyduğu Üstinsan (Übermench) kavramının çıkış noktası, insanlığın ortak ve içsel dünyasında gerçekleşen bir krizdir: “Tanrı’nın ölümü!” Bu kriz, Nietzsche’nin ölümünden bir asır sonra bile hâlâ daha tartışılmaktadır. Kimi yorumcular, Nietzsche’nin insanlığa dair tanımladığı bu krizi ateizme yormuş, kimileri bu krizi dinlere karşı özel bir ayaklanma olarak görmüş, kimileri de nihilizmle insan varlığının ve özünün değerinin dibe vurmasını tanımlayan bir slogan olarak algılamıştır.

Bu tür faklı görüşlerin sebebi, elbette yine Nietzsche’den kaynaklanmaktadır; çünkü bana göre hiçbir zaman anlaşılma kaygısı taşımayan Nietzsche, farklı konuları ayrı ayrı ve farklı eserlerinde -kimi zaman çelişkilerle- ele almış, eserlerini tümcül bir yaklaşımla okumayan okuyucuları fazlasıyla yormuş, yanlış çıkarımlara itmiştir. Belki de bu sebepledir ki en uç kitleler ve gruplar dahi, örneğin Anton Lavey ve müritleri, Neo-Naziler, hatta kimi Heavy Metal müzik grupları, çeşitli anarşist   akımlar Nietzsche’nin “Tanrı’nın Ölümü” savını/sloganını farklı boyutlara çekebilmiş, özü itibariyle hiçbir anlamı olmayan yorumlar yapabilmişlerdir. Bu sebeple “Tanrı’nın Ölümü” krizinin açık ve net bir şekilde yorumlanması, yine ve hala oldukça zordur. (Belki de bu kadar uç noktalarda bu kadar farklı algılanan tek düşünür Nietzsche’dir.)  Adolf Hitler’in siyasetinde yorumlanmasından, Mussoloni’nin vahşetinden de anılır olmasından tutun da günümüz felsefecilerinden Ahmet İnam’ın “Gönül Felsefecisi-Mümin” olarak Nietzsche yorumlaması oldukça ilginçtir.

Sanırım bu konunun Nietzsche’yi yorumlayanlar tarafından tek tartışılmayan ortak noktası, Nietzsche’nin nihilist bir dünya anlayışının hâkim olduğu bir dönemde bu durumun toplumsal açıdan büyük yıkımlara neden olacağını önden haber vermesi ve yeni bir kutsal anlam yani değer anlayışına girmesidir. Nietzsche’nin ortaya koyduğu trajik felsefenin başlangıcı, Tanrı’nın ölümünün ilanıyla başlar başlamasına ama ortada fazlasıyla yanlış anlaşılan önemli bir detay vardır; Tanrı’yı öldüren Nietzsche değil, tersine yeni bir değer yaratma eğilimi taşımayan insanlıktır.

“Nietzsche bir nihilist değildir, Nietzsche kendine yabancılaşan insanı neyin beklediğini bağıran bir ağızdır.”

Nietzsche’ye göre insanoğlu, yaşamın değerini her asırda biraz daha küçültmüş, varoluşunun en temel şartı olan Tanrı’ya olan inancı lekelemiştir. (Hayatımda tanıdığım en inançlı ateist J ) Ona göre insanın ortaya çıkardığı bu düzenin sonunda yaşama atfedilen her türlü değer ve anlam, yitip gitmiş ve insanlık en kutsal yaşama azmini bulduğu inancını yani Tanrı’yı kaybetmiştir.  İşte tam da bu sebepten dolayı da insanoğlu bekleyen tek son onu çıldırma noktasına getirecek olan “nihilizmdir.” Yani Nietzsche bir nihilist değildir, Nietzsche kendine yabancılaşan insanı neyin beklediğini bağıran bir ağızdır. Ardından geçen yüz yılın sonunda içinde bulunduğumuz durumlara bakınca sizce haksız mı çıktı?  Bence hayır. Nietzsche, insanlığın bu dramatik yazgısını önceden kestirebilmişti. Bu kutsal ilanın zamanı olmadığını bile bile, -yine de- kendini anlayabilecek kulaklar arayıp durmuş, bulamadıkça da daha sert ifadelere gitmiş gibi duruyor. (Nietzsche Zerdüşt’ün ön sözüne “herkes ve hiç kimse için yazar.) Bu da belki de sevgili Oruç Aruoba’nın da dediği gibi “anlayabilecek durumda olan herkes için, ama işte hiç kimse o durumda değil” anlamına geliyor olmalı.

Demem o ki ondan okuduklarımdan anladığım kadarıyla, Nietzsche  Değer krizinin ilanını ederken yani Tanrı’nın ölümünü ilan ederken  Onun  ölümünü isteyecek belki de en son kişiydi. Bir öğle öncesi aydınlığında elinde feneriyle pazar yerinde “Tanrı’yı arıyorum!” diyen bu kaçık adam onu öldürmeye falan değil, insanları ona yaklaştırmaya, eylemlerimizin maksimlerini (düstur) üst seviyelere taşıyarak evrensel bir yasa oluşturmamızın zorunluluğunu vaaz ediyordu. Yoksa üstinsan diye tabir ettiği yola giden dönüşümü, deve, aslan ve çocuk metaforlarına başvurarak açıklar mıydı?

İnsanın Tekamüldeki Üç Evresi: Deve, Aslan ve Çocuk

 Deve evresi insanın kendi düşüncesini bulmasını engelleyerek onu sarmalayan kendinden önceki doktrinlerin tamamıdır. Nietzsche burada tarihsel, dinsel ve toplumsal çarpık değerlerin yükünü ima eder. Aslan evresi ise kendi doğru ve yanlışlarını keşfe çıkmış, yeni değerler yaratmaya niyet etmiş olan insanın mevcut tüm değerleri sorgulaması, yarayışsız olanları yıkması/reddetmesidir. İşte bu yüzden bu evre nihilist evre olarak adlandırır. Sisteme itirazın bu eşiğinde kalarak debelenip duran insan buradan çıkmayı beceremezse dünya onun için tamamen yaşanmaz hale gelir, der. Bu evreyi geçecek kuvvetteki insan ise “üst insandır.”  Bu evreyi ise çocuk metaforuyla dile getirir. Çocuğun belirsizlik karşısındaki neşe ve yaratıcılığını erek edinmemiz gerektiğini söyler. İnsanın çocukluğunu kaybetmesiyle birlikte ona musallat olan iç çatışmalarına söz geçirebildiği anda şahsına has zarafet dolu bir yaşam üslubu geliştirebileceğini salık eder. Bu evreye erişmiş olan insan artık kendi kendinin yasasıdır. Yok eğer yaşama böyle bakmaz isek de asla kaderimizi sevemediğimizden sürekli bu dünyayı kötüler, öte dünyada bir kurtuluş arar, metafiziğin kanıtlanmaz vaatlerine bel bağlar bir şekilde yeni hiçbir değer yaratamadan bu dünyadan ayrılacağımızı söyler. İşte bu versiyon Nietzsche için en kötü versiyondur. O hepimizin kavramsal algısında değişiklik yaparak dünyaya değer katacağına inanır. Onun kültürel devrim diye adlandırdığı şey budur.

“Nihilizm birtakım çevrelerce anlaşıldığı üzere hiççilik değil, gerçek olanın ideal olarak kabul edilmiş olana karşı kaybetmesidir.”

Nietzsche’nin tüm çığlığı işte bunadır. O hakikat ve bilgi anlayışımızın değişmesi gerektiğini düşündüğü için çıldırmıştır. Kültürel devrim derken de tam olarak bunu demeye çalışır. O bırakalım nihilist olmasını kendi felsefesini ileride bizi bekleyen nihilizme (şu an içinden geçiyoruz) panzehir olarak sunmuştur. Yoksa neden Güç İstenci adlı yapıtına şöyle başlasın: “Nihilizm kapıya dayandı. Olabilecek bütün konukların bu en tekinsizi nereden geldi?”  Bu başlangıçtan sonra nihilizmi, yine aynı yapıtta şöyle tanımlar: “Nihilizm, iki anlamlıdır: Nihilizmin ruhun yükseltilmiş olan kudretinin işareti olarak etkin nihilizm. Nihilizm çöküş olarak, ruhun kudretinin azalması olarak edilgen nihilizm.”

Bu kısımda tanımladığı ile yorum yaparsak Nietzsche’nin edilgen nihilizme karşı cephe aldığını, etkin nihilizmin ise ruhun özgürleşmesi adına zorunlu bir süreç olduğunu düşünmek hiçte yanlış olmayacaktır. Nietzsche’nin- bugün dahi- anıldığı halinden çok daha başka şeylerden bahsediyor olmasının -kendisiyle ilgili tüm bu karışıklığa yol açan şeyin- onun   asla nesnel bir dünyaya değil öznel olana inanmasıdır dersem yanlış bir görüş beyan etmiş de olmam. Öznel olana inanmak da neyin nesidir derseniz de sizlere son olarak Nietzsche’nin insanı kafasında nasıl kategorize ettiğini anlatır ve bu ay için müsaadenizi isterim.  Nietzsche, felsefi yapıtlarında belirli insan türleri üzerinde durur. Bunlar “sürü”, “özgür insan” ve “üst-insan”dır. Bu insan tiplerinden üst-insan kavramına yukarıda değinmiştim. Sürü insanı, nihilistik yapı gösteren bir yaşam tarzı ile yaşayan kimsedir. Umudunu öte dünyaya bağlamış, gerçek hayatı yadsıyan, din adamlarının ve devlet yöneticilerin güdümünde bir hayatları vardır. Çoğunluktadırlar ve sürü psikolojisi ile hareket ederler. Aykırıya, asiye düşmandırlar. Gelenekleri ve kendi malum hayata bakış açıları dışında hiçbir görüşü kabullenmezler ve cezalandırmaya eğilimlidirler. Kendi düşünceleri ve yorumları yoktur. Başlarındaki çobanları ne derse kabul ederler ve uygularlar.

Özgür insan, yaşadığı toplumun geleneklerinden sıyrılmış, kendince düşünebilen, ama hala kendini bulamamış insan tipidir. Sürünün egemenliği altında yaşasa da sessiz başkaldırışları sebebiyle sürüden ayrılmıştır. Fakat sürüden ayrılabilmenin zorlu yolları vardır. Zira insan, bu yollarda kendini kaybedebilir ve tuzaklara düşebilir. Sürüden ayrılan insanın ilk dönemleri “edilgen nihilistik” bir yapı gösterir. İnsan, bu dönemde araştırmaz ama sadece sorgular, düşünür. Toplumunun çarpık düşüncelerini yanlış bulur lakin içine düştüğü büyük çelişki, onu hayatı yadsımaya zorlar. Eylemsizdir çünkü, çelişkiler yumağı, beyninin her bir yanını sarmalamıştır. Fakat buraları aşarsa, etkin nihilistik bir özellik kazanır. Artık, Nietzsche’nin deyimiyle “aslanın besinine duyduğu istek kadar” güçlü bir şekilde araştırmaya koyulur. Doğrular üretmeye çalışır. Artık Tanrı’sını öldürmüştür ve Tanrılaşabilme isteği içindedir. Tutkuyla ve çeşitli acılar içinde gerçeğini aramaya koyulur. Üstinsan ise artık tamamen özgürleşmiş, kendinden yuvarlanan bir tekerlektir. Nietzsche’nin deyimiyle “yıldızları kendi etrafında döndürmek” istercesine hayatla oynar. Ona hükmeder. Çocuksu bir masumiyetle hayatla dans etmesini bilir ve gerçeğini bulmuştur.

İşte tüm bu değişim süreçlerinin temelinde daima bir yozlaşma yani Nietzsche’nin tabiriyle “decadence” yatar. Nihilizmin sebep olduğu bu yabancılaşma insanı zorlu yollardan geçirerek onun özgürleşmesini sağlar. Sürünün hakimiyetinde erimiş olanlar ise artık sürüleşmiş ve yabancılaşmıştır. Ama üst insan doğrunun ne olduğunu artık sezecek durumda bireyleşmiş, güçlü ve bağımsız bir zihin haline gelmiştir. İşte bu insan türü(üstinsan) taşıdığı kudret iradesiyle yaratmak ister. (Kudret iradesi Nietzcshe’de yaratıcılıkla alakalı bir terimdir.) Bu iradenin yasasına göre insanlıkta dahil olmak üzere her canlı, kudret için yaşar ve yok olur. Kudretin ise yegâne yolu, yaratmaktan geçer. Değer yaratan, değer yıkan ve zamanında ölmesini bilen bir yaratıcılık! İşte Nietzsche’ye göre Tanrı’nın gerçek buyruğu budur, insandan beklediği şey ise kendini evetleyerek, kaderini severek (amor fati) onu aşmasıdır.

Gelecek ay görüşmek üzere Mutlu yıllar.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

eftalya-koseoglu
MSM konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Mezunu. Reklam sektöründe yaratıcı yazarlık ve prodüktörlük yaptı. New York Film Academy’de Senaryo Yazarlığı ve Yönetmenlik Eğitimi aldı. Halen akademi dışı felsefe eğitimi almaya devam ediyor.