Felsefe

İnsan, taşıdığı benlik sayesinde bir şahsiyettir

Alman felsefesinin kurucu isimlerinden İmmanuel Kant, felsefe tarihinin kendisinden sonraki dönemini majör bir biçimde etkileyen filozof olmuştur. Felsefe literatüründe “Eleştirel Felsefe” olarak isimlendirilen sisteminin de kurucu babası olarak kabul edilir. Düşünce pratiklerinin ilk yıllarında Leibniz ve Wolff’tan oldukça etkilenen Kant, daha sonraki yıllarda ise kendisine esas ününü getiren eleştirel felsefesini Hume ve Rousseau’dan etkilenerek oluşturmuştur.

Modern felsefenin gelişim seyrine uygun olarak epistemolojiyi (bilgi felsefesi) ön plana çıkartmış olan Kant, Hume için onu dogmatik uykusundan uyandıran filozof olarak bahseder. İnsanın varabileceği en yüksek iyi ve aydınlanma seviyesine akıl ile gelinebileceğini savunan Kant aklı yalnızca din, bilim ve ahlak ile temellendirmekle yetinmemiş aynı zamanda rasyonel bir varlık olmanın ne anlama geldiğini de göstermek durumunda kalmıştır. Kant bu amacı gerçekleştirebilmek için hem Descartes’in rasyonalizminden ve hem de Hume’un empirizminden önemli gördüğü öğeleri alarak transendental epistemolojik idealizm diye bilinen kendi bilgi kuramını geliştirmiş, yükselen bilimin felsefi temellerini gösterdikten sonra, özgürlük ve ödev düşüncesine dayanarak Hıristiyanlıkta insanlara aşılanmaya çalışılan ahlakın gerekliliğini de savunma çabası vermiştir. Bu girişimini ise “ödev ahlakı” adlı düşüncesiyle temellendirir. 

Ödev Ahlakı’ndan kasıt nedir?

Ödev ahlakı, Immanuel Kant’ın “Ahlaki bir eylem nedir?” sorusuna yanıt ararken geliştirdiği ahlak sisteminin adıdır. Kant’ın ödev ahlakından kastı kısaca bir davranışın gerçekleştirilme amacının ya da niyetinin önem arz ettiği bir ahlak anlayışıdır. Buradaki niyet sadece ödeve uygun olarak, salt iyi olanı (niyeti) gerçekleştirmektir. Salt iyi, akla ve yasaya uygun olandır. Kant’ın bu düşüncesine iyi niyet ahlakı da denir. Kant’ın ödev ahlakı anlayışına göre hepimiz için iyiyi işaret eden evrensel bir ahlak yasası mümkündür. Fakat böyle bir yasa doğa yasası gibi olanı değil, olması gerekeni içeren bir yapıda olmasıyla mümkündür. Bu yasa bizim içimizde var olan iradeyle gerçekleşir. Bu, otonomidir. Otonomiyasası kendi içinde olmaktır ki bununla birlikte özgürlük denilen fenomen ortaya çıksın. Yani insan kendi ahlak yasasını kendi belirler. Bu, ahlaki eylemin temel şartıdır. Bu ahlak yasasına uymak zorunluluk değil, insani bir ödevdir.

Kant yukarıda kısaca izah etmeye çalıştığım düşünce zincirini felsefesinde “maksimler” olarak adlandırır. Bu terimin anlamı ise eylemlerimizin kaynaklarıdır. “Maksim” bir nevi altta yatan ilke, “Neden bunu yaptın?” sorusunun cevabıdır.

Kant’ın metafiziğe bakış açısı

Kant metafiziğin temellerini metafiziğin dışında bir yerde, saf aklın genel yasalarında arıyor olması ile diğer düşünürlerden ayrılmaktadır. Kant, metafiziğin birbilim olarak değil fakat genel olarak olabilirliğinin insanın bilme yetisinde içerildiğini göstermiş olmuştur. Ona göre tanrı, özgürlük ve ölümsüzlükle ilgili düşüncelere sahip olmak mümkün, hatta gereklidir. Fakat bu düşünceler her ne kadar iyi temellendirilmiş olurlarsa olsunlar, hiçbir anlamda bilgi meydana getirmezler. Fakat tam da bu bakımdan metafizik önermeler anlamdan yoksun değil, tersine belli bir biçimde söylendiklerinde bütünü ile anlamlıdırlar.

Bizim bildiğimiz şeyler numenler -yani nesneler- şeylerin kendileri değil de fenomenlerdir, şeylerin görünüşleridir. Bizim algı eşiğimize giren nesneler duyular aracılığıyla algılanan nesnelerdir. Biz buna ek olarak, duyusal dünyanın bizim zihnimiz tarafından yaratılmadığını biliyoruz.

Zihin, bu dünyayı yaratmak yerine, şeylerin kendilerinden türetilmiş olan ideleri ona yüklemektedir.”

Bu, bizden bağımsız olarak var olan, ancak bizim kendisini yalnızca bize göründüğü ve bizim tarafımızdan düzenlendiği şekliyle bilebildiğimiz bir dış gerçekliğin var olduğu anlamına gelir. Böyle bir gerçeklik bizim bilgimizi arttırmaz, fakat bize bilgimizin sınırlarını gösterir.

Var olan dünyanın daha derinlerdeki amacını anlamaya çalışan her Filozof gibi Kant’ta zamanını gerçeklikle ilişkimizi anlamaya çalışmakla geçirmiştir. Bu eğilimin özünde metafiziğin konusu olması hasebiyle Kant da gelmiş geçmiş en büyük metafizikçilerden biri haline gelmiştir. Kant merkeze aklı yerleştirerek, özellikle düşüncenin sınırlarıyla, bilebileceğimiz ve anlayabileceğimiz şeylerin sınırlarıyla ilgilenmiş hatta bu durumu bir saplantı haline getirmiştir. En ünlü kitabı Saf Aklın Eleştirisi’nde, bu sınırları mantıksal olanın sınırlarını zorlayarak keşfettiğini düşünenlerdenim. (Bu kitabı okuması oldukça zor. Zaten Kant’ın kendisi de kitabı kuru ve muğlak olarak tanımlıyor ve haklıydı da. Sanırım, pek az insan kitabın tamamını anladığını iddia edebilir çünkü kitaptaki akıl yürütmenin çoğu oldukça karmaşık ve çok ağır. Son 10 yıldır okumaya devam ediyorum, yılmak yok.)

Numenal ve Fenomen Dünya

Yukarıdaki satırlarda konusunu ettiğim ve Kant’ı anlamada önemli bir eşik teşkil eden numenal ve fenomen dünyasının ayrımına kısasa değinmem gerekirse bu iki kavram basitçe şunu anlatır: Dünyaya baktığımızda görebileceğimiz şeyler fenomenler dünyasıdır, yani çimenler, arabalar, gökyüzü, binalar vesaire. Bizim zihnimiz numenal dünyayı değil, yalnızca fenomenler dünyasını algılamaya ayarlanmıştır.

Kant’a göre numenal dünya, tüm insani deneyimimizin arkasında gizlenmektedir. O, daha derin bir seviyede var olandır. O halde, var olanın bazı yönleri daima kavrayışımızın ötesinde olacaktır. Yani hakikatin bilgisi aklımızın yeter seviyesini aşar ama bu, insanın düşünmesine ve aklı yoluyla bilgisine vardığı şeyleri irdeleyerek birtakım akıl yürütmelerde bulunmasına engel değildir. O halde insan, düşüncelerine içerik atayarak görünenin ardındaki olgulara dair fikirler edinebilir.

Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nde belirttiği gibi, içerik olmadan düşünceler boştur, kavram olmadan algılar kördür. Kavrayış (zihin) hiçbir şeyi algılayamaz, duyular hiçbir şey düşünemez. Bilgi ancak bunların birleşik faaliyetinden doğar. Tüm bu umutlu akıl yürütmelerine rağmen Kant, yine de bilginin sınırları konusunda kısa ve net ifadeler kullanmayı sever. Ona göre kişinin bileceği tek dünya, deneyim dahilinde göreceği nesneler dünyasıdır. Dünyadaki nesnelerden kasıt, bize fenomenler ya da hadiseler olarak görünen şeylerdir. Kişinin bilgisine erişemeyeceği şeylerse kendinde şeyler ya da numenler denen zihinden bağımsız şeylerdir.

Kant’a Göre Düşünme İşi

Düşüncesinde rasyonalist felsefeyle empirist felsefenin bir sentezini yapan Kant, bilgide hem deneyimin ve hem de aklın katkısının kaçınılmaz olduğunu öne sürmüştür ki zaten buna ne şüphe.

Her ne kadar onu anlamakta zorlansam da ilgi alanımdan hiçbir zaman çıkmayan, aklı bizzat aklın kendisi ile sınamamızı isteyen bu filozofu elbette ki tatmin edici bir biçimde sınırlı satırlarda ele almak pek zor diyerek yazımı sonlandırırken onun felsefesini, düşünce dünyasını daha hap bir biçimde anlatmamı sağlayacak üç temel sorusunu dile getirmeden bu yazıyı sonlandırmak istemiyorum.

Kant düşünme işine şu üç temel soru ile başladığını dile getirir:

1-Neyi bilebilirim?

2-Ne yapmalıyım?

3-Ne umut edebilirim?

Eğer biz bu soruları ve onlara verilen cevapları doğru anlayabilirsek Kant’ın bir filozof olarak bizlere nasıl bir felsefe bıraktığını da anlayabiliriz. Çünkü Kant bu sorular ekseninde düşünce üretmeye devam ederken açıklamak zorunda olduğu şeyin İnsan Nedir sorusu olduğuna kani olur ve benim için esas devrimi burada gerçekleştirerek bu soruyu müstakil bir felsefe sorunu haline getirmiş olan ilk filozof olur.

Bu sıra dışı filozof insan olma deneyimini “rasyonel varoluş”, kişiliği ise “sorumluluk” ile açıklar. İnsanlığın benlik sahibi olduğu gerçeği, temsil ettiği şeyler itibarıyla onu yeryüzündeki tüm diğer canlı varlıkların üzerinde sonsuzca yüksekte tutan kaidenin adıdır. İnsan taşıdığı benlik sayesinde bir şahsiyettir ve bilincin birliği deneyimlediği tüm değişikliklere rağmen hem hep aynı kalır hem de kendisini her şeyden farklı kılar.

Anladığım kadarıyla Kant şunu demeye çalışıyor: İnsan eğer düşünmüyor, bu yol ile bir sorumluluk bilinci edinmiyor ve tüm bu süreçte belli türden bir şahsiyet barındırmıyorsa rasyonel olarak var olması onu insan kılmaya yetmez.

O halde daha çok insan hissetmek için sorgulamayı hiç elden bırakmadığımız bir var oluş dileğiyle, sevgiler.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

eftalya-koseoglu
MSM konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Mezunu. Reklam sektöründe yaratıcı yazarlık ve prodüktörlük yaptı. New York Film Academy’de Senaryo Yazarlığı ve Yönetmenlik Eğitimi aldı. Halen akademi dışı felsefe eğitimi almaya devam ediyor.