Kuantum fiziği ve tasavvuf, her ne kadar farklı disiplinlerden gelseler de ortak bir hakikati keşfetmeye çalışırlar: Evrenin ve insanın özü nedir?
Kuantum fiziği atom altı parçacıkların davranışlarını incelerken tasavvuf, evrenin ve insanın manevi yönünü keşfetmeye çalışır. Bu iki alanın ortak paydasında, varlık bilincine ulaşma arzusu yatar. Kuantum felsefesi, “gözlemci” olarak insanın evreni nasıl etkilediğini sorgular. Benzer şekilde, tasavvufta da insanın kendi varoluşunu nasıl inşa ettiğine dair derin bir anlayış vardır. İbn Arabi’nin mutlak varlık anlayışı düşüncesi içinde, varlığın özünün Hakk’ın bir yansıması olduğunu anlayabiliriz.
Kuantum ve Tasavvuf Aynı Kapıya mı Çıkıyor?
Kuantum fiziği, atom altı parçacıkların hem dalga hem de parçacık olarak davranabildiğini ve gözlemin sonucunu etkilediğini söyler. Bu, evrenin sadece gözlemlendiğinde “gerçekleştiğini” öne sürer. Tasavvufta ise “Vahdet-i Vücud” (Varlık Birliği) öğretisi, tüm varoluşun tek bir kaynaktan çıktığını ve her şeyin Hakk’ın yansıması olduğunu savunur. Her iki yaklaşım da insanın evrenle olan ilişkisini sorgular: Evren, bizim gözlemlerimizle mi şekilleniyor? Yoksa biz evrenin bir yansıması mıyız?
Bu benzerlik, insanın varoluşu anlamaya çalışırken aslında kendi içsel yolculuğunu da keşfetmesi gerektiğini gösterir. Kuantum felsefesiyle ilgilenen Fritjof Capra, “The Tao of Physics” adlı kitabında, Doğu mistisizmi ile modern fiziğin ortak noktalarını anlatır ve her iki yaklaşımın da “birlik” arayışı içinde olduğunu söyler. Capra’nın görüşüne göre, tasavvuf ve kuantum felsefesi, insanın hem kendisiyle hem de evrenle olan bağlantısını anlamaya yönelik iki farklı ama benzer yoldur, diyebiliriz.
Sınırların Ötesinde: Sufilerin Bakışı
Tasavvuf, insanın ruhsal yolculuğuna odaklanır ve onun sınırsız bir varlık olduğuna inanır. Mevlâna, “Kendini okyanusta bir damla sanma. Bir damlanın içinde kocaman bir okyanussun.” diyerek, insanın ilahi olana ulaşma sürecini betimler. Bu süreçte insan, egosundan sıyrılarak ilahi olana teslim olur ve kendi hakikatini bulur. Bu açıdan da diyebiliriz ki tasavvufun bu öğretileri, kuantum felsefesinin enerji ve bilinç kavramları ile benzer bir dil konuşur.
Tasavvuf insanın kendini bilmesini öğütlerken aynı zamanda kendi içindeki ilahi gücü keşfetmesini önerir. Kuantum felsefesi de insanın kendi enerji bedenini keşfetmesini ve bilinç düzeyinde varoluşunu anlamasını savunur. Kimi kuantum felsefecileri de kuantum potansiyelin her şeyin altında yatan bir bilinç olduğunu ve bu bilincin, insan zihni ile evren arasında bir bağ oluşturduğunu öne sürer. Onlara göre evren, kendi kendini düzenleyen bir sistemdir ve bu sistemin işleyişi, insan bilinci tarafından etkilenir.
İnsan Kendi Hakikatini Yaratır
Deepak Chopra, kuantum felsefesi ile spiritüel öğretileri birleştiren bir isim olarak, insanın kendi içsel dünyasında ne kadar derine inerse dış dünyada da o kadar büyük değişimler yaratabileceğini savunur. “Sonsuz olanı deneyimlemek, yalnızca zihinle sınırlı kalmadığımızda mümkündür,” der Chopra. Ona göre insan, kendi düşünceleri ve inançlarıyla gerçekliğini yaratır. Bu düşünce, tasavvufun “insanın kendi hakikatini yaratma” öğretisiyle birebir örtüşür.
Bu noktada Ken Wilber’ın bütünsel yaklaşımlarından da söz edebiliriz. Wilber, insan bilincinin evrimini açıklarken, bireyin içsel deneyimlerinin, dışsal dünyayı nasıl etkilediğini anlatır. Ona göre insan bilinci, sadece tek bir boyutta değil, birçok farklı boyutta gelişir. Bu boyutlar, çeşitli psikolojik ve manevi yetenekleri ve kapasiteleri içerir. Örneğin, bilişsel yetenek, ahlaki gelişim, duygusal olgunluk gibi çizgiler birbirinden bağımsız gelişebilir ve her birinin farklı seviyeleri vardır. Bu nedenle, bir kişi bilişsel olarak gelişmiş olsa da duygusal veya ahlaki olarak gelişmemiş olabilir. Kuantum ve tasavvufun kesişim noktasında, bu tür kuramcıların bakış açıları önemli bir yer tutar. Wilber, bireyin kendi potansiyelini gerçekleştirmesi ve daha yüksek bir bilinç düzeyine ulaşması gerektiğini söyler. Bu da tasavvufta “insan-ı kâmil” olma yolculuğuna benzetilebilir.
Öz Farkındalık ve Varlık Bilinci: Uyanışa Giden Yol
Sufiler, dışsal dünyanın aslında insanın içsel dünyasının bir yansıması olduğunu savunurlar. Mevlana’nın “Ne varsa içindir” sözü, bu anlayışı en güzel şekilde özetler. Aynı şekilde, kuantum felsefesi de dış dünyayı, zihnin yarattığı bir illüzyon olarak görür. Zihin, düşünceleri ve duyguları aracılığıyla gerçekliği inşa eder.
Bu noktada Eckhart Tolle’ün farkındalık üzerine yazdığı “Şimdinin Gücü” kitabından bahsedebiliriz. Tolle, kişinin an be an kendini gözlemlemesi ve zihinsel süreçlerinin farkında olması gerektiğini söyler. Bu farkındalık, tasavvufta da “murakabe” olarak bilinir ve insanın sürekli olarak kendi ruhunu gözlemlemesini içerir. Böylelikle kişi, an be an varoluşunun farkında olarak, gerçek hakikatine ulaşabilir.
Tasavvuf ve kuantum felsefesi, öz farkındalığın da önemini vurgular. Tasavvufta “Kendini bilmek, Hakk’ı bilmektir” inancı, bu öğretinin temelini oluşturur. Yani bu öğretiye göre insan, kendi içsel hakikatini bulduğunda evrenin de hakikatini kavrayabileceğini savunur. Kuantum felsefesi de insanın kendi varlık bilincini geliştirmesini önerir. Bu bilinç hali, evrenle uyumlu bir şekilde var olmayı sağlar.
Carl Jung da bilinçdışı ve bilinçli zihin arasındaki dengeyi kurmanın, bireyin varoluşunu anlaması için gerekli olduğunu söyler. Jung’un gölge kavramı, tasavvufta “nefs” olarak adlandırılan ve insanın alt benliğiyle yüzleşmesini sağlayan süreci anlatır. Kuantum felsefesi de insanın karanlık taraflarıyla yüzleşerek kendi enerjisini dönüştürebileceğini söyler. Bu dönüşüm hem kuantum hem de tasavvufta “kendini gerçekleştirme” olarak bilinir.
Kendimize Sormamız Gereken Sorular
- Gerçekten kim olduğumu ve ne istediğimi biliyor muyum?
- Duygusal ve zihinsel enerjimi hangi düşüncelere odaklıyorum?
- İçe dönmek ve kendi hakikatimi keşfetmek için neler yapıyorum?
- Günlük hayatımda ne kadar bilinçli hareket ediyorum?
- Zihinsel ve duygusal durumlarım, dış dünyadaki olayları nasıl etkiliyor?
Bu sorular, tasavvuf ve kuantum felsefesinin kesişim noktasında yer alır. Farklı bakış açılarıyla, her iki disiplin de insanın kendi hakikatini keşfetmesini amaçlar.
Tasavvuf ve kuantum felsefesi, birbirinden farklı yollar olsa da insanı aynı hakikate ulaştırır: Varlık bilinci. Sufilerin “Kendi içindeki ilahi hakikati bul” öğretisi, kuantum felsefesinin “Gerçeklik, bilincin bir yansımasıdır” anlayışıyla kesişir. Hallac-ı Mansur’un “Ene’l Hak” diyerek kendi varoluşunu ilan etmesi, kuantum dünyasında bireyin kendi hakikatini yaratmasıyla paralel bir anlam taşır. Hz. Ali’nin “Ey insan, sen kendinin küçük bir cisim olduğunu sanırsın, Oysa en büyük âlem senin içinde gizlidir.” sözü insanın kendini küçük ve önemsiz görmemesi gerektiğini, aslında tüm evrenin sırlarının ve büyüklüğünün insanın içinde gizli olduğunu anlatır. Tasavvufi düşüncede, insanın içsel dünyasının, dışsal âlemden daha geniş ve derin olduğu, kişinin kendini tanıdıkça evrensel hakikate ulaşabileceği ifade edilir.
Karşımızda iki alan ama tek hakikat var. Bu yazıyı en sevdiğim sözlerden biri ile kapatmak istiyorum: “Issız yerlerde kendin için bir evren ol.”
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.