“Bu enerji işleri ne karışık arkadaş” mı diyorsun?
Haklısın. Ben küçükken yün çileleri vardı, teyzem kollarımıza çileyi takar yumak yapardı. Vallahi çok çileli bir şeydi onu tutmak, öyle fazla kıpırdadığında çile karışırdı. Çişe falan gitmek ayrı bir ritüel, “Tut” derdi teyzem, “Az kaldı.” Bu enerji işleri de çile tutmak gibi; duruş önemli, başlangıç önemli, kendi konforunda ritmini bulmak çok önemli, ki karşıda yumağı saranın ritmi ile uyumlu olmak önemli. Ritmi kaçırdığında çile karışır. İşte kendi ritmimizi bulamadığımızda karşımızdakinin türküsü ile halay çekmemiz tam da böyle oluyor. Çile karışıyor.
Senin çakranın enerji alanı darsa, karşındakinin enerji alanına giriverirsin. Ya da senin kocaman gereksiz büyük bir enerji alanın varsa, alıverirsin içine karşındakini ama çevirir çevirir atarsın. Yine geldik mi dengeye. Sağlıklı ilişkiler dengeli çakralarla kuruluyor. Her tür ilişki için geçerli bu kural.
Ha bu arada çok önemli bir şey var, sen dengeliysen dengesizleri çekmezsin. Yani “Beni hep manyaklar buluyor” diyorsan dön bir kendine bak.
Şimdi biraz yaralı dişil alan ve yıkıcı eril alanı anlatacağım. Bu durum her çakra için değişken olabilir. Lütfen gözünü aç, kalbini aç, not al ve beni dinle.
Yaralı dişil alandaysan bu dünyada kendine yerleşecek bir alan bulamıyorsun. Pek bir bağın yok. Kimin türküsü çalsa onunla, anına göre oynarsın ama sonra pişmanlık kaplar içini. Bedeninle, hislerinle bağın olmadığı gibi çevrenle de bağlarında zayıf ve tutarsızsındır.
Peki yaralı dişil alanda dönen kök çakra ne der?
– Üç yıl İtalya’da yaşadım, iki yıl Fransa’da, kendimi hiç iyi hissedemedim, yani oranın insanı da bir tuhaf. Döndüm İstanbul’a, eski tadı yok. Burada da yaşayacak bir alanın yok…
– İnsanlara pek güvenmiyorum, ya laf taşırlar ya da beni dolandırırlar.
– Kenarda hiç birikmişim yok. Para geldiği gibi gidiyor, hiç bereketi yok.
– Benim için fark etmez, ben sana uyarım.
Der.
Sonra suratını bir karış asar. Bir huysuzluk ve mutsuzluk hali kaplar…
Hani kökü tutmayan çiçekler vardır ya, ne çiçek açar ne gürleşir, öyle senelerce kalır saksıda, işte tam da böyledir bunlar.
Yaralı dişil alan hep kendi yaralarına sızlanır ama bir çare bulmaya çalışmaz. Çözüm ne peki? “Kalk arkadaş bir kıpırda, yaptıklarını yaz, atanı soyunu bir araştır, tanış onlarla. Bu rehavet sana nereden geldi? Sonra bırak kimden geldiyse, sen kendi yoluna bak. Yaralı dişil alan suçlamaya meyillidir. Suçlamayı bırak ve kendi sorumluluğunu al.
Bir de yıkıcı eril alanımız var. Öbür uç yani. Uçan kaçan hepsini, en çok da kendisini yakan.
İşte adından da belli, yıkıyor ortalığı. Yıkıyor ama ortalık yıkılırken kendini de yiyor.
Şöyle konuşuyor bu karakter:
– Ben olmasam hiçbir iş yolunda gitmez.
– Kahvaltılarını yedirdim, öğlen yemeklerini hazırladım, evden çıktım (Arkadaşlar 20 yaş ve üstü.) “Şişe de tutsaydın bari” dememek elde değil.
– Ben çok yoruldum. Kimse bana yardım etmiyor. Ben hep tek başımayım çünkü herkes beceriksiz.
– O iş olmaz, ben yüz kez söyledim, ama inat etti, bak battı işte.
– Benim iki evim, iki arabam var, üçüncü ev için para biriktiriyorum, onların aklı fikri gezmekte. Gittin İtalya’ya boyun mu uzadı, yedi paraları geldi.
– Atma onu, bir gün lazım olur.
…diyerek hayatını işkenceye çevirir ve etrafındakileri bezdirir. Bir süre sonra kimse ona gezdiğini, yediğini anlatmaz, o kendi biriktirdiği eşya ve bilgi ile oturur.
Bana ayrılan sürenin yine sonuna geldik.
Benim hangi çakramda sorun var, anlatmalara doyamıyorum. İnşallah bir sonraki yazıda ikinci çakraya geçeceğiz…
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.