ALGI YÖNETİMİNDE MEDYANIN ROLÜ: MANİPÜLASYON YÖNTEMLERİ
Farkındalık

Algı yönetiminde medyanın rolü: Manipülasyon yöntemleri

Hazır her birimiz ikili insan ilişkilerindeki güncel manipülasyon terimlerini öğrenmişken, kimsenin aklında “Nedir bu lovebombing, nedir bu ghosting?” gibi sorular kalmamışken biraz da medya tarafından uygulanan manipülasyon tekniklerinden bahsedip hafızamıza yeni kavramlar kazandırmak isterim. Sadece yabancı terimlerin dilden dile dolaşması amacıyla değil, eleştirel medya okur yazarlığına da katkı sağlamak amacıyla bu seçimi yapma ihtiyacı hissettim. Bu manipülasyon yöntemlerini ikonikleşmiş tarihsel olaylarla örneklendirip daha anlaşılır hale getirmeye çalışacağım.

Siyasetçiler ve siyasi partiler, medyanın gücünü kullanarak halkın algısını şekillendirir ve kendi politikalarını destekleyecek bir atmosfer yaratmaya çalışırlar. Kendi lehlerine olan söylemleri yaygınlaştırarak ve karşıt görüşleri marjinalleştirerek seçmenleri etkilemeyi amaçlar. Özellikle seçim dönemlerinde medya manipülasyonu, adayların popülerliğini artırmak veya rakiplerinin itibarını sarsmak için aktif olarak kullanılır. Belirli haber çerçeveleri aracılığıyla bir lider “güçlü ve kararlı” olarak sunulurken, rakipleri “beceriksiz” veya “tehlikeli” olarak lanse edilebilir.

Skandallar, ekonomik krizler veya toplumsal huzursuzluklar gibi durumlarda ise medya manipülasyonu, halkın dikkatini başka yöne çekmek veya olumsuz algıyı azaltmak için bir araç olarak kullanılır. Hükümetler ekonomik sorunların tartışılmasını önlemek için gündemi farklı bir konuya kaydırabilir veya belirli grupları günah keçisi ilan ederek sorumluluğu başka yerlere yönlendirebilir.Siyasi liderler ayrıca kendi tabanlarını güçlendirmek için medya manipülasyonuna başvurur. Kutuplaştırıcı söylemler veya duygusal manipülasyon teknikleri ile belirli bir kitleyi harekete geçirmek ve muhalifleri susturmak mümkün hale gelir. Bu, özellikle otoriter rejimlerde sıkça görülür; hükümet yanlısı medya, lideri yüceltirken muhalifleri “vatan haini” veya “dış güçlerin ajanı” gibi etiketlerle yaftalayabilir.

1)SPINDOCTORING (ALGI YÖNETİMİ VE HABER ÇARPITMA)

Beyzbolda “spin”, topa atış sırasında verilen dönüşü ifade eder; yani topun yönünü değiştirme veya rakibi şaşırtma anlamı taşır. Bu mecaz, siyasete ve medyaya uyarlandığında, olayları belirli bir çerçevede sunarak kamuoyunun algısını değiştirme anlamına gelmiştir. Olumsuz olaylar kamuoyuna daha olumlu veya tarafsız bir şekilde sunulur ya da farklı gündemler yaratılarak kamuoyunun dikkati farklı bir yöne çekilir.

Bill Clinton- Monica Lewinsky Skandalı (1998)

İkonikleşmiş “I did not have sexual relations with that woman” sözüyle Beyaz Saray’da stajyer olarak çalışan Monica Lewinsky ile yaşadığı ilişkiyi reddeden Clinton ve Beyaz Saray ekibi, ilişkiye dair kanıtlar ortaya çıkınca Clinton’ın kişisel yaşamı yerine siyasi başarılarına odaklanan bir söylem geliştirdi. Kamuoyunun dikkati ekonomik büyüme ve dış politika başarılarına çekildi. İlişkinin ortaya çıkmasından altı ay sonra, Lewinsky’nin ifade vermek için jüri önüne çıkacağı gün, Clinton, Sudan ve Afganistan’daki El Kaide hedeflerine 75 Tomehawk füzesi fırlatıldığını duyurdu. Beyaz Saray’da patlak veren tüm bu olaylardan birkaç hafta önce ise başrollerini Robert De Niro ve Dustin Hoffman’ın paylaştığı Başkanın Adamları isimli film vizyona girdi. Film, seçime haftalar kala ABD başkanına yöneltilen taciz iddialarının üstesinden gelmek ve yaklaşan seçimlerden galip ayrılmak için medyada kurgulanan sahte bir savaşı ve bu sahte savaşa müdahale ederek kahraman izlenimiyle oy toplamaya çalışan ABD başkanını anlatıyor.

2)ASTROTURFING (SAHTE HALK HAREKETİ YARATMA)

Astroturfing, bir politikacının, şirketin veya grubun belirli bir görüşü kamuoyuna sunarken, bunu sanki bağımsız ve doğal bir halk hareketiymiş gibi göstermesi anlamına gelir. İsmini, yapay çim markası olan “AstroTurf”tan alan bu manipülasyon tekniği, gerçek bir tabandan gelen halk desteği yerine, yapay bir destek oluşturarak kitlelerin algısını yönlendirmeyi amaçlar. Bu strateji özellikle siyasi kampanyalarda, reklamcılıkta ve lobicilik faaliyetlerinde sıkça kullanılır.

Nayirah’ın Gözyaşları (1990, Körfez Savaşı Propagandası)

1990 yılında ABD Kongresi’nde, Nayirah adında Kuveytli bir genç kız Irak askerlerinin hastanelerde bebekleri kuvözlerden çıkarıp ölüme terk ettiğini anlattı. Bu duygusal konuşma, ABD’nin Irak’a karşı savaş açması için halk desteği yaratmada büyük rol oynadı. Ölüme terk edilen bebeklerin hikayesini aynı gece NBC haber programında 35 milyon kişi izledi. Videolarla 700 TV istasyonuna taşınarak günlerce yayına girdi. Daha sonra Nayirah’ın, Kuveyt’in ABD’deki lobicilik firması Hill & Knowlton tarafından yönlendirildiği ve Kuveyt büyükelçisinin kızı olduğu ortaya çıktı. Gerçekte böyle bir olay yaşanmamıştı, ancak bu propaganda ile ABD halkı Irak’a askeri müdahaleyi desteklemeye ikna edildi.

3)SCAPEGOATING (GÜNAH KEÇİSİ YARATMA)

Scapegoating, bir kriz veya başarısızlığın sorumluluğunu başka bir kişi, grup veya ülkeye yükleme yöntemidir. Bu manipülasyon yöntemi, halkın dikkatini asıl sorunlardan uzaklaştırmak, öfkeyi başka bir hedefe yönlendirmek ve belirli bir grubu veya kişiyi itibarsızlaştırmak için kullanılır. Günah keçisi ilan edilen grup genellikle daha az siyasi güce sahip olan, marjinalleştirilmeye müsait ya da toplumsal önyargılarla zaten karşı karşıya kalan kesimlerden seçilir. Medya aracılığıyla sürekli tekrarlanan suçlamalar ve tek taraflı anlatılar, halkın büyük bir kısmının bu söylemi kabul etmesine neden olur. Suçlanan grup veya birey kendisini ne kadar savunursa savunsun, algı yönetimi yoluyla onların savunmaları birer suç itirafı veya zayıflık olarak sunulabilir.

McCarthycilik ve ABD’de Komünist Cadı Avı

1940’ların sonu ve 1950’lerin başında, ABD’de Senatör Joseph McCarthy liderliğinde yürütülen komünizm karşıtı kampanyalar, “Kızıl Tehlike” adı altında birçok kişiyi haksız yere suçladı ve toplumdaki korkuyu körükledi. McCarthy ve diğer muhafazakar politikacılar, bu korkuyu kendi güçlerini artırmak için kullanarak komünist avı başlattı. ABD’deki ekonomik ve politik sıkıntılar komünistlere mal edildi. Hollywood’dan sendikalara, akademisyenlerden devlet memurlarına kadar binlerce kişi “komünist” olmakla suçlandı. Charlie Chaplin, Dalton Trumbo ve birçok ünlü isim ülkeyi terk etmek zorunda kaldı ya da mesleklerinden men edildi. ABD’de savaş sonrası ekonomik ve politik çalkantılar yaşanırken, tüm sorunların sebebi olarak komünistler gösterildi. İşsizliğin, ekonomik durgunluğun ve ulusal güvenlik sorunlarının suçlusu olarak “komünist ajanlar” hedef alındı. 1956 yılında vizyona giren Merihten Saldıranlar filmi bu dönemde yaratılan komünizm tehlikesi gündeminin bir korku propagandası olduğunun da eleştirisi niteliğindeydi. Uzaydan gelen duygusuz canlıların, tek tek insanların bedenlerini istila edip onların yerini aldıkları film bu dönemdeki komünizm korkusunun bir alegorisi olarak değerlendirildi.

4) FIREHOSING (YOĞUN PROPAGANDA TEKNİĞİ)

Firehosing, yanlış veya yanıltıcı bilgileri büyük bir hızla, yüksek hacimde ve sürekli olarak yayarak gerçeğin üzerini örtme veya kafa karışıklığı yaratma stratejisidir. Adını “yangın hortumu” gibi durmaksızın büyük bir güçle bilgi püskürtme metaforundan alır. Gerçek ile yalanın iç içe geçmesini sağlayarak dezenformasyonu normalleştirir ve insanların gerçeği ayırt etmesini zorlaştırır.  Aynı konu hakkında birbiriyle çelişen birçok farklı anlatı ortaya atılır. Bu çelişkiler insanları şüpheye düşürerek “gerçeğin ne olduğu zaten bilinemez” algısı yaratır. Yalan bilgiler defalarca tekrar edilerek halkın bilinçaltına yerleşmesi sağlanır.  “Bir şeyi ne kadar çok duyarsak, o kadar inanmaya yatkın oluruz” ilkesi kullanılır.

2016 ABD Başkanlık Seçimleri: Üçkağıtçı Hillary

2016 ABD başkanlık seçimleri sürecinde Trump ve ona yakın medya organları, Clinton’ı itibarsızlaştırmak için birbirinden farklı ve çoğu zaman çelişkili iddiaları hızla dolaşıma sokarak onu sürekli suçlama taktiği uyguladı. Clinton hakkında üretilen iddialar arasında “E-postalarını yasadışı bir şekilde sildiği”, “Benghazi saldırısından sorumlu olduğu”, “Sağlık durumunun kötü olduğu”, “Derin devletin bir parçası olduğu”, “Çocuk kaçakçılığı yaptığı” (Pizzagate komplosu) ve hatta “Satanist ritüellere katıldığı” gibi aşırı uç iddialar vardı. Bunların bazıları kısmen gerçek olaylara dayandırılarak abartıldı, bazıları tamamen uydurmaydı. Ancak firehosing stratejisi gereği, bu iddialar o kadar sık ve farklı kanallardan servis edildi ki kamuoyunun büyük bir kısmı “Hillary Clinton kesinlikle bir şeyler yapmıştır” algısına kapıldı. Bu taktik, Trump’ın doğrudan söylemleriyle de pekiştirildi. Mitinglerinde Clinton için “crooked Hillary” (üçkağıtçı Hillary) lakabını sürekli kullanarak, bu suçlamaların toplumda yerleşmesini sağladı. Clinton ve ekibi bu iddiaları çürütmeye çalışsa da firehosing’in doğası gereği her çürütme yeni bir suçlamayla gölgelendi, böylece kamuoyunun odak noktası sürekli değişti ve Clinton kendini savunmakla meşgul oldu.

5) FALSE EQUIVALENCE (YANLIŞ DENKLEM KURMA)

İki tarafın veya iki durumun eşit veya benzer olduğu izlenimini yaratarak kamuoyunu yanıltan bir medya ve propaganda tekniğidir. Oysa, aslında bu iki taraf arasında önemli farklılıklar bulunur ve bunlar göz ardı edilir.Bu teknik genellikle, bir konunun karmaşıklığını basitleştirmek, güçlü tarafın avantajını gizlemek veya toplumda kafa karışıklığı yaratmak için kullanılır.

George Floyd Protestoları ve Polis Şiddeti

George Floyd’un 25 Mayıs 2020’de Minneapolis’te bir polis memuru tarafından öldürülmesinin ardından başlayan protestolar sırasında medya ve siyasi söylemler, yanlış denklem kurma (false equivalence) taktiğini sıkça kullandı. Bu taktikle, polis şiddetine karşı gerçekleştirilen protestolar ile bu eylemler sırasında meydana gelen münferit şiddet olayları aynı seviyede tutuldu ve kamuoyuna sanki eşit derecede suçlularmış gibi yansıtıldı. Oysa protestoların büyük bir kısmı barışçıl şekilde ilerlerken, bazı bölgelerde yaşanan yağmalama ve vandalizm olayları tüm hareketin ana karakteristiğiymiş gibi sunuldu. Özellikle muhafazakar medya organları ve siyasi figürler, polis güçlerinin orantısız müdahalesi ile protestolar sırasında meydana gelen şiddeti aynı kefeye koyarak, olayları bağlamından kopardı. Protestocular anayasal haklarını kullanarak polis şiddetine ve sistematik ırkçılığa karşı seslerini yükseltirken, birkaç kişinin şiddet eylemlerine başvurması tüm hareketi kriminalize etmek için kullanıldı. Bu manipülasyon, halkın bir kesimini protestolara karşı daha şüpheci hale getirirken, polis şiddetinin sistematik boyutunu göz ardı etmeye yönlendirdi. Donald Trump ve bazı muhafazakâr medya organları, protestocuları “anarşist” ve “terörist” olarak tanımlayarak, meseleyi polis şiddetinden hukuk düzenine karşı bir tehdit algısına çevirdi. Bu söylem, polis şiddetine dair eleştirileri itibarsızlaştırırken, protestoların toplumsal değişim talebini bastırmaya yönelik bir araç haline geldi. Sonuç olarak, yanlış denklem kurma stratejisi, polis şiddeti gibi sistematik bir soruna karşı gerçekleştirilen protestoları, kaos yaratmak isteyen bir grup isyancının şiddet eylemlerine indirgemek için kullanıldı ve böylece toplumun bir kısmı Black Lives Matter hareketine karşı daha mesafeli hale getirilirken, polis şiddetinin yapısal boyutu gölgede bırakıldı.

SİYASET, MEDYA VE MANİPÜLASYON ÜÇGENİNDE NEDEN NEGATİF REKLAM KAMPANYALARI TERCİH EDİLİR?

Medya manipülasyonun merkezinde uzun bir süredir rakibi ya da rakipleri kötülemek yer alıyor. Peki siyasal çerçeveden bakacak olursak neden kendimizi ve eylemlerimizi tanıtarak güven kazanmak yerine kıyas yolunu seçip karşımızdakini karalamayı tercih ediyoruz, hiç düşündünüz mü? Iyengar ve Krupenkin özellikle kutuplaşmış siyaset sistemlerinde, seçmenlerin kararlarını etkilemek için karşı tarafın adayına olan güveni azaltmanın daha etkili bir strateji olabileceğini söylüyor. Rakip dürüstlük imajına sahipse, onun güvenilir olmadığını ima eden mesajlar bu algıyı sarsabilir. Ayrıca negatif kampanyalar, haber medyasında daha fazla yer bulur. Olumlu bir kampanya mesajı yerine, bir adayın rakibini eleştiren veya skandal etkisi yaratan bir açıklaması medyada daha fazla yankı uyandırabilir. Medya görünürlüğü arttıkça seçmenlerin de mesajdan etkilenme olasılığı yükselir. Adaylar, rakiplerinden gelen saldırılara karşı savunmaya geçmek yerine, proaktif olarak saldırarak gündemi kontrol etmek isteyebilirler. Böylece kendi zayıf yönleri tartışma konusu olmadan önce rakiplerini savunma pozisyonuna itebilirler. Kararsız seçmenler genellikle iki aday arasında seçim yaparken, olumlu mesajlardan çok olumsuz mesajlardan etkilenir. Bu yüzden, rakibi itibarsızlaştırarak kararsız seçmenlerin rakip tarafa yönelmesini engellemek hedeflenir. Bazı adaylar, seçmenlerin korkularını kullanarak “rakip kazanırsa ülke kötüye gider” algısını oluşturur. Bu tür korku odaklı kampanyalar, özellikle kriz dönemlerinde veya ekonomik belirsizlik yaşandığında daha etkili olabilir.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Melisa Gülser Nazik
Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Medya ve İletişim Çalışmaları Bölümünde tamamladı. İletişim, kimlik inşası, benlik sunumu, geleneksel ve yeni medyanın toplumsal algıya etkisi ile ilgili araştırmalar yapıyor. Editörlük ve danışmanlık hizmeti veren Mümkün Ajans bünyesinde asistan olarak çalışıyor.
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.