Astroloji

Astrosinema: Hangi burç hangi film?

Bazı filmlerde kendinizi, hayatınızı görür gibi olursunuz, konusu birebir sizin hayatınızla benzeşmese de sizi içine çeken muazzam bir tanıdıklık hissedersiniz. Arketipiniz perdeden çıkıp adeta yanınıza sokulur.

Acaba filmlerle gezegenler, burçlar arasında nasıl bir tanıdıklık var? Bazı filmler astrolojik olarak bize bizi anlatıyor olabilir mi? Astrolog Meral Erduran, astrolojik arketipleri anlatırken filmlerden de yararlanıyor. Aynı zamanda eril-dişil seminerleri ve analizleri de yapan Meral Erduran ile astro sinemanın perdelerini açtık. Koç’tan Balık’a astrolojik temaları, yaraları ve şifaları filmlerle anladık.  Üstüne üstlük, Uranüs, Neptün ve Pluto filmlerini de öğrendik.

Öncelikle seni biraz tanıyalım, astroloji serüvenin nasıl başladı, kısaca onunla bir giriş yapalım Mümkün Dergi’ye.

Astrolojiye 15 yaşında başladım. O zaman sadece okuyordum ama gazetelerdeki burç yorumlarını okumak gibi değil. O dönemde düzenli çıkan bir astroloji dergisi vardı. Her ay alır, satır satır tüm yazıları okurdum. Daha sonra üniversite hayatımda da ilgim devam etti. Üniversiteyi Bilkent Ekonomi’de tamamladım. Okulda kütüphanede ders çalışırken aralarda yine gidip astroloji kitapları alıp okurdum. Bilkent’in çok iyi bir kütüphanesi vardı. O dönemde bile -90’lı yıllar- yabancı astroloji kitapları bulunuyordu kütüphanede.

Okuldan mezun oldum, çalışma hayatına başladım fakat astroloji tutkum azalmadı, tam tersine daha da arttı. Hakan Kırkoğlu’nun İstanbul’daki eğitimlerine katıldım. O eğitimler bitince İngiltere’deki dünyanın en eski astroloji okullarından Faculty of Astrological Studies’in sertifika sınavına girdim ve En İyi Yorumlama Proje Ödülü’nü aldım. Bu arada finans sektöründe devam eden çalışma hayatımı sonlandırıp tam zamanlı astrolog olarak çalışmaya başladım. Aynı anda İngiltere’deki okulumun diploma çalışmalarına devam ettim ve bu okulun diplomasını aldım.

Şu anda Faculty of Astrological Studies’in tavsiye edilen astrologlar listesinde yer almaktayım ve yurt içi ve yurt dışı danışmanlıklarım devam diyor. Bu sırada astrolojik danışmanlıklarıma katkısı olduğunu düşündüğüm pek çok farklı eğitime katılarak sertifikalar aldım.

Bu çalışmalar devam ederken televizyon, basılı ve dijital dergilerde yazılarım çıktı. Belli sürelerde Live to Bloom dijital platformunda ve Şalom dergisinde yazarlık yaptım. Bir sene boyunca NTV’de uzman konuk olarak çalıştım.

“Ben, işini severek yapıp, bir gün bile çalıştığını hissetmeyen şanslı bir azınlığa dahilim.”

Kişisel gelişimim ve eğitimlerim hep paralel gitti. Meditasyon ve nefes çalışmalarımı da eğitimlerini tamamlayarak iş hanesine ekledim. Sanatı çok sevdiğim için Bilgi Üniversitesinin ortak programına katılarak Sanat Terapi Sertifikası aldım. Uzun yıllar astroloji, meditasyon ve Sanat Terapiyi birleştirdiğim atölye çalışmaları ve seminerler yaptım. Şu anda yoğun olarak danışmanlıklarıma devam ediyorum. Hiçbir zaman tam zamanlı bir astroloji eğitimi vermedim. Bunun yerine tek bir konuya odaklı atölye çalışmaları ve kamplar düzenledim. Pandemiyle birlikte online seminerlerim yoğunlaştı. Mesela mart ayında ilişkileri konu alan çok kapsamlı online bir eğitim yapacağım.

Yıllar önce senin birkaç seminerine gelmiştim. Özellikle sinema ile astrolojiyi birleştiren çalışmalar yapman çok ilginç. Bu konu nasıl gündeme geldi, nasıl bir kıvılcım yandı?

Görsel sanatlarla her zaman çok ilgiliydim. İyi bir sinema takipçisiyim. Filmlerdeki karakterler, tıpkı romanlardaki karakterler gibi Carl Gustav Jung’un arketipleriyle güçlü bir bağlantı içinde. Yani aslında her bir karakter, astrolojideki burç ve gezegen arketipleriyle paralellik içeriyor. Tıpkı gerçek hayattaki gibi…Dolayısıyla astrolojiyi, astrolojideki burç ve gezegen kombinasyonlarını daha anlaşılır ve eğlenceli kılmak için film sahnelerinden örnekler vererek seminerler hazırlamıştım.

Koç-Terazi, Boğa-Akrep, İkizler-Yay, Yengeç-Oğlak, Aslan-Kova, Başak -Balık… Bu burç çiftleri ve filmleri üzerine bir yazın vardı. Bu çiftlerin temalarına kısaca baksak ne diyebiliriz? Hangi filmler hangi çiftleri ve temaları anlatıyor? Sadece güneş burçlarına ya da yükselen burca bakarak mı değerlendirmeliyiz bu durumu? 

Burada akslar önemli yani sadece yükselen burç değil onun karşısında yer alan, Alçalan burç dediğimiz 7.ev. Bu akslardaki temalar bizim 0-6 yaş dönemi ebeveynlerle olan ilişkimizi, çocukluk döneminde ev ortamını, hatta içine doğduğumuz aile ortamını anlatabiliyor. Biz doğduğumuzda aile ortamı nasıldı? Ailenin ekonomik durumu, duygusal durumu, annenin durumu nasıldı? Tüm bunlara ışık tutabiliyor bu akslar.

Çiftlerin filmlerine kısaca bakalım:

  • Koç-Terazi aksı için Closer, The Match Point, Vicky Christina Barcelona
  • Boğa-Akrep aksı için Twilight serisi, Yetenekli Bay Ripley Siyah Kuğu ve Grinin 50 Tonu
  • İkizler-Yay aksı için The New World, Come Along Polly
  • Yengeç-Oğlak aksı için Bodyguard, Tbet’te 7 Yıl, Lost in Translation
  • Aslan-Kova, aksı için Nothing Hill, Bridget Jones’ serileri, Kocan Kadar Konuş
  • Başak-Balık aksı için About a Boy, Fur, Lars and the Real Girl…

Örneğin, Koç Terazi aksı için “Kalbimi tamamen açarsam reddedilebilirim. Bu aksta ebeveyne olan ilgi devam eder ve ilişki üçgenleri görülür.” diyorsun. Öncelikle neden diye soracağım çok kısaca, belki bir iki cümle ile açıklarsın.

Bu aks, cinsellik ve cinselliğin gelişimiyle ilgili. Bu aksa sahip kişiler, ilişkilerde obsesif davranışlar sergileyebilir. Burada sevgi arayışı ve sevilme ihtiyacı çok yoğun olur. Hem Koç hem de Terazi öncü burçlar ve her şeyin başında güdüseller. Koç ilk burç, benliğin ilk burcu. Terazi ise “sen” bölümünün ilk burcu. Bu sebeple onu da güdüsel görebiliriz. Burada, histeri, baştan çıkarma, ayartıcı davranışlar ve dikkat çekmek isteyen yapı yoğun. Özellikle Vicky Christina Barcelona’da bu tüm karakterlerde var. İlişki üçgenleri çok ortada ve iç içe. The Match Point’te de bu şekilde ama orada gizli ve üstü kapalı biraz Boğa-Akrep temasını da barındırıyor. Closer’da aynı şekilde hep bir kaçan kovalanır teması işliyor filmin içinde.

Neden üçüncü kişilere çekilme var, bunu da merak ettim.

Bu aksta ilişki üçgenlerinin daha sık yaşanmasının sebebi çocuğun 3-6 yaş arası karşı cins ebeveyne duyduğu ilgi, yani Oedipus Kompleksi. Her çocuk bunu yaşayabilir fakat bu aksta bu durum kişinin erişkin yaşlarına aktarılabiliyor. Dolayısıyla müsait olmayan kişilere (ebeveyn gibi) ilgi duyulabiliyor. Yani evli bir kişiyle beraber olma, eşin onu aldattığını bile bile ilişki içinde kalma ya da iki kişiye aynı anda âşık olma gibi durumlar, bu aksa sahip kişilerde daha sık görülebilir. Bu durumlardan kaynaklanan suçluluk ve günah duygusu bu kişilerde her zaman ağır basar. Closer’da bunu çok net görüyoruz. Yine Vicky Christina Barcelona ve The Match Point’ta filmdeki karakterler suçluluk hissettiklerini son sahnelerde çok net bir şekilde dile getiriyorlar.

Boğa-Akrep’te ihtiyaç duymaya hakkım yok teması var diyorsun. Bunu biraz açar mısın?

Twilight serisi, Yetenekli Bay Ripley Siyah Kuğu ve Grinin 50 Tonu… Neden bu filmler? Sanki biraz daha tabu konular, biraz seks, biraz karanlık ağırlıklı filmler. 

Evet gerçekten de öyle. Burada ya hep ya hiç teması var. Bir şeylere ölümüne gitme teması var. Bu aksın arzuları çok güçlüdür. Bu aksa sahip kişi bir şeyi kafasına koyunca mutlaka sahip olmak ister.

Bu aks ihtiyaçlarla ilgilidir. İhtiyaçlar ya göz ardı edilir ya da karşılanamayacak kadar büyük olurlar. Tutku yoğun olduğu için kişiler ya terk eder ve kaçar ya da karşısındaki kişinin içine girerek fazlasıyla bağımlı bir hale gelebilir. Doyuma ulaşmak zordur ve her zaman daha fazlasını isterler.

Twilight serisinde hep ölüm kalım teması vardı. Yetenekli Bay Ripley’de sevdiğini elinde tutamayınca öldürüyor mesela. Siyah Kuğu’da yine hırs, kıskançlık, kendini öldürme raddesine gelebiliyor. Tabi bunlar uç örnekler, gerçek hayatta böyle yaşanmayabilir ama gidilecek son noktayı açıklamak için sembolik olarak kullanabiliriz.

TEMALAR DEĞİŞKENLİK GÖSTERİYOR

İkizler-Yay’da kendi kendine yetme, neden tuzağa düşürüldüm teması var. Neden tam olarak bağlanamamak ve uzak mesafe ilişkisi? The New World, Come Along Polly (Bir Yay olarak bayılırım bu filme) 

Bu aks özgürlükle ilgilidir. Burada çocuğun bağımsızlığı ve macera isteği ebeveyn için tehdit edici oluyor.  Bu aksa sahip çocuklar her zaman yeni ufuklar keşfetme ve ilerleme isteği içinde olabiliyor ve ebeveynler bundan korkuyor. “Çok fazla uzağa gittin, çok çabuk yürüdün, çok çabuk öğrendin.  Dur bakalım” diyor.

Bu da çocuğa tuzağa düşmüş gibi hissettiriyor ve bu sebeple ileriki yaşlarda, kişinin ilişkilerinde yakınlaştığında tuzağa düşmüş gibi hissetmesine sebep oluyor. Bu şekilde olmasa da kişide hep bir kısıtlanma korkusu içinde oluyor. Dolayısıyla her zaman ona özgürlük veren, ufkunu geliştirmesine yardımcı olacak kişilere yöneliyor. Burada öğretmen/öğrenci temaları da hep baskın oluyor. Yani kişi hep bir şeyler öğrenebileceği, vizyonunu geliştirebileceği kişilerle ilişki kurmak istiyor.

Yengeç-Oğlak’ta güven teması, var olmaya hakkım yok teması… Neden böyle bir tema? Neden var olmaya hak görmüyor merak ettim. Evde soğuk bir enerji var, dünyaya güvenmiyorum, kendimi korumaya alayım. Bodyguard, Tibet’te 7 Yıl, Lost in Translation diyorsun. Ben mesela daha aile filmi beklerdim bu aksta.

Çocuğun erken çocukluk döneminde içinde bulunduğu ev ortamı düşmanca ya da soğuk olabilir. Direkt olarak çocuğa karşı olmasa bile, ebeveynler arasında soğukluk ve mutsuz bir aile tablosu söz konusu olabilir.  Bu durumda çocuk kendisini dışlanmış hisseder ve dünyanın acı ve hüsran verici bir yer olduğunu düşünebilir. En sıcak ve güvende hissetmesi gereken aile ortamında bile bu aidiyeti bulamayınca var olmakla ilgili sorgulamaları başlar. İşte bu sebeple bu aksa sahip kişiler maneviyata daha yakın olabilir ya da bu alandaki arayışları daha güçlü olabilir. Kendilerine var olabilecek bir alan arar dururlar.

“Korunma ihtiyaçları karşılanmadığı için hep güvenlik arar hatta kendilerine ilişkiler vasıtasıyla ebeveyn arayabilirler. Bodyguard buna çok tipik bir örnek. Güvenlik görevlisi Kevin Costner ve tehditler alan ve güvenliğe ihtiyaç duyan ünlü şarkıcı rolündeki Whitney Houston.”

Kişinin bilinçaltında yatan bu izler, ilişkilerinde dışlanmış hissetmesine ya da kendini çevresinden soyutlamasına neden olabilir. Kişi “Kimse beni sevmiyor, kimse beni anlamıyor. Ben bu dünyaya yabancıyım.” diye düşünebilir.  

Tibette 7 yıl filmi ise, daha çok bir arkadaşlık-dostluk ama bu temayı çok güzel anlatıyor. Dalai Lama ile Avusturyalı dağcının gerçek hayatta kurdukları dostluğu konu alan film. Burada yerini bulamamak, dağlara sığınmak, maneviyat, kutsal şehir ve Tibet’in Çinliler tarafından işgal yıllarında geçen filmde, Dalai Lama’nın çocukluk dönemini görüyoruz. Enteresan olan Dalai Lama’nın haritasında bu aks olması. Hem yükselen burcu, hem de  Güneş burcu Yengeç. Kendisi çok küçük yaşta kutsal görevi gereği annesinden ayrılarak manastırda ruhani lider olarak yetiştirilmiş.

Aslan-Kova’da güven duygusu, kendini kabul etmek, kullanıldım, manipüle edildim, kendim olmak… Nothing Hill, Bridget Jones’ serileri, Kocan Kadar Konuş… Özellikle neden Kocan Kadar Konuş?

Bu aksa sahip kişi çocukluğundan itibaren ebeveynlerinin arzularını ve tutkularını gerçekleştirmek zorunda hissetmiş olabilir. Toplumsal yaptırımlar güçlüdür. Bu da o kişinin yanıltıcı yüzünü göstermesine ve kendi gerçek benliğinin kaybolmasına ya da bastırılmasına neden olur.

Bridget Jones karakteri, aslında kalpte yaşayan ve aptalca hatalar yapan sosyal normlara uymayan (ama aykırı olduğu için değil) tam tersine uymaya çalışıp uyamadığı için biraz da kendini yeren ve kendi kendini aptal bulan bir karakter. Annesi ona hep böyle olmalısın şöyle olmalısın, diyor. İçinde bulunduğu toplumda onun 30’lu yaşlara gelip evlenmemiş olmasını yeriyor.  Kocan Kadar Konuş’ta da benzer şekilde bu karakterin Türk versiyonu. Ailesi evlenmesi gerektiğini hatta nasıl biriyle evlenmesi gerektiğini ve bunun için neler yapması gerektiğini ona söyleyip duruyor.

Buradaki karakterler kendilerine güvenlerini dış şartlar nedeniyle sağlayamadıkları için, ancak toplumsal beklentilere uyarlarsa kabul göreceklerini düşünüyorlar ama bu kalıplara uymadıklarında da bir türlü matematiği sağlayamıyorlar. 

Başak-Balık, hür İrade ile ilgili diyorsun. Sadece kendimi feda edersem sevilebilirim. Ebeveynin ya psikolojik ya fiziksel hasta olması teması var. Çocuk küçükken fedakârlık yapıyor. İlişkilerimde fedakâr olursam sevilebilirim.  About a Boy, Fur, Lars and the Real Girl…

Bu aksa sahip kişi, çocukluk döneminde  bir nedenden dolayı aileye bakma sorumluluğunu üstlenirse ya da erken yaşta ebeveyni kaybettiğini düşünürse özgür iradesi elinden alınmış gibi hisseder. Mesela psikolojik sorunları olan bir anne, depresyondaki bir ebeveyn, çocukla ilgilenmezse çocuk kendini terk edilmiş gibi hisseder. Hatta sorumluluğu üstüne alarak ebeveyne bakan durumuna gelebilir.

Bu kişiler fedakarlıkta bulunma ihtiyaçlarından dolayı her zaman bir şeylere ihtiyacı olan kişileri hayatlarına çeker. Alkolikler, hastalar, psikolojik sorunları olanlar bu kişilerin karşısına ya da ilgi alanına daha sık düşer.

PLÜTON-URANÜS-NEPTÜN FİLMLERİ

Benim de katıldığım bir seminerde şu an adını hatırlamadığım bir filmde sanıyorum Ryan Gossling’in canlandırdığı karakter için Plüton demiştin. Böyle filmler var mı, mesela Plüton filmleri, Uranüs filmleri, Neptün, Satürn ve Jüpiter filmleri?

Evet, çok sevdiğim o filmin adı “Crazy Stupid Love.” Plüton çünkü dönüşüm filmi. Gerçi çok komik ve eğlenceli olduğu için Plüton teması bunun neresinde dedirtiyor insana fakat oradaki iki karakterin dönüşümünü çok net görüyoruz. Filmdeki Cal karakteri (Steve Carell) lise aşkıyla evlenip hayatını ailesine adamış tam bir aile babası. Bir akşam karısı (Julianne Moore) onu başka bir adamla aldattığını söylüyor ve hüsrana uğrayan Cal evi terk ediyor. Günümüz dünyası için neredeyse bakir diye tarif edeceğimiz Cal, daha sonra yerel bir barda tanıştığı çapkın Playboy Jacob ile flörtün ve kadın tavlamanın inceliklerini öğrenerek bir kadın avcısı haline geliyor. Kılık kıyafeti, konuşması ve hayata bakışı tamamen değişiyor. Jacob da bu dönemde, daha önce hiçbir ciddi ilişkisi olmamış olmasına rağmen ciddi bir ilişkiye başlıyor ve gece hayatından çekiliyor. Yani iki karakter de tam bir başkalaşım yaşıyorlar.  

Uranüs için, Pedro Almodovar’ın ‘The Skin I live in’ ve Naomi Watts’ın baş rolünü oynadığı ‘Adore’u örnek verebilirim.  

Neptün içinse, Avatar ve Nuri Bilge Ceyhan’ın Kış Uykusu  harika örnekler.

YEMEK YAPMAK DİŞİL ENERJİ Mİ?

Astrolojide eril dişil ne demek biraz açabilir misin? Eril ve dişil dengesinin ilişkilerde önemi nedir?

Evet tabi çok önemli. Eril ve Dişil, kadın ve erkek demek değil. Yani bir ilişkide ister heteroseksüel ister homoseksüel olsun, bir kadın eril enerjide, erkek ise dişil enerjide olabilir. Önemli olan ilişkinin devamı için bir tarafın eril diğer tarafın dişil olması gerekiyor. İki eril veya 2 dişil arasında çekim olamıyor. Eksi ve artı kutupların birbirini çekmesi, aynı kutupların birbirini itmesi şeklinde düşünebiliriz. Bununla ilgili David Deida’nin birçok yazısı ve kitabı var. Astrolojide de bu dengelerin nasıl olduğunu görebiliyoruz. Dişil enerjiyi Ay ve Venüs, Eril enerjiyi ise Güneş ve Mars temsil ediyor. 

Eril özellikli bir kadınla dişil özellikli bir erkek de uyumlu mu? Tersi zaten uyumlu…Günlük hayat içinde nasıl anlıyoruz bunları? Hangi sembollerde nasıl görebiliyoruz?

Evet olabilir. Kadının doğasına eril enerjinin yüksek olması uyumlu olmayabilir ama eril enerjisi yüksek bir kadınla dişil enerjisi yüksek bir erkeğin çok uyumlu bir ilişkisi olabilir. Zaten hepimizin içinde hem eril hem de dişil enerjiler var. Önemli olan bunların kendi içindeki dengesi. Doğal olarak bir kadının içindeki dişil enerji, eril enerjiye göre daha yüksek olur. Ama bu çok uç bir noktaya giderse bu da iyi olmaz, çünkü bir süre sonra bu kişi eril alana gidecektir ve bu da bir dengesizlik yaratacaktır.

Bir de günümüzde bu dengeler çok değişti. Kadınlar daha aktif ve kendine yeter hale gelirken eril enerjinin yoğun tarafına kaydılar sanki. İş hayatı içinde eril enerjimizi kullanıyoruz evet fakat daha sonra eve gelip kendimizi rahatlatıp keyif yapamıyorsak ve gevşeyip yumuşatamıyorsak bu bizim doğal enerjimizi bozuyor ve bir süre sonra mutsuz ediyor.

Eril ve dişil enerjiye şöyle bir kolay örnek verebilirim: Mesela yemek pişirmek dişil bir enerji olarak düşünülebilir.

“Yemek pişirmek bir eylemdir ve bunu eril ya da dişil bir şekilde yapabiliriz.”

Örneğin, yemek pişirirken bir tarife uyarak 300gr. bundan 250 gr. şundan, şu kadar dakika bu derecede pişirerek yemeği yapıyorsak bu eril bir eylem olur. Çünkü eril enerji hedef odaklıdır ve kurallar çerçevesinde bir hedef belirler ve o hedefe ulaşır. Süreçten zevk almak ya da almamak konu değildir. Tıpkı iş hayatında olduğu gibi…Oysa biz bir tarife uymadan göz kararı malzemeleri kullanıyorsak ve yemek pişirirken müzik dinleyip süreçten keyif alıyorsak belki hep pişirdiğimiz yemeğe o gün farklı bir baharat katmak istiyor ve bunu yapıyorsak aynı yemek pişirme eylemi dişil bir eylem olur.

Aşk ve mutlu ilişki için eril dişil dengesinde ne olmalı ne olmamalı?

Eril ve dişil dengeler birbiriyle dans etmeli geçişken olmalı ve (+) ve (-) kutuplar gibi birbirinin zıttı olmalı. David Deida’nın tarifine göre yüzde 50 yüzde 50 ilişki her şeyin eşit olduğu modern toplum ilişkileri, aslında insanların çok da tatmin olmadığı fiziksel çekimin zamanla öldüğü ilişkiler.

Mart ayında yapacağım ilişkiler seminerinde bunlara da değineceğim. Eğer haritamızdaki dişil ve eril enerjileri tam olarak anlayabilirsek bunları daha sağlıklı kullanabiliriz. Kadın ya da erkek, her birey kendi haritasındaki eril ve dişili anlayabilirse bunu yaşamaya daha rahat izin verebilir. Kadın olarak eril enerjimizi de yaşayacağız. Zaten iş yaparken iş hayatımızda bunu yaşıyoruz ve yaşamak zorundayız fakat dişil enerjimizi bastırmadan yok saymadan. Erkekler de aynı şekilde dişil enerjilerini de hayatta yaşayacaklar. Ancak bu şekilde sağlıklı ve dengeli ilişkiler kurulabilir.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

kevser-aycan-saroglu
Kul, insan, kadın, gazeteci, yazar, editör, yazar kâşifi, rüya avcısı. Amerikan Dili ve Edebiyatı mezunu. Medya sektöründe çok uzun yıllar muhabir, editör, köşe yazarı olarak görev yaptı. Halihazırda büyük bir yayınevinde yayın danışmanlığı yapıyor. Kendisini ‘ebedi hayat öğrencisi’ olarak görüyor.