Farkındalık

Ana akım spiritüelin itirafları

Umutluyduk. Yeni bir yol bulmuştuk.

Dünyayı değiştiremiyorsak kendimizi değiştirecektik.

Niyetlerimiz yazıyor, bilinçaltımızı temizliyor, doğum haritamızı yorumlatıyor, dolunayların ve tutulmaların takipçisi oluyorduk.

Ritüellerimiz vardı, tütsüler yakıyor, ağaçlara niyetler asıyor, kırmızı kalemle yazılar yazıyorduk bir yerlere.

Affediyorduk af diliyorduk, teşekkür ediyor ve çok seviyorduk.

Onca yıl tuttuğumuz nefesimize bir dokunuş, maymun zihnimize bir sakinleş komutu derken ilerliyorduk, oluyorduk, oluyoruz sanıyorduk.

BÜYÜK, ÇOK BÜYÜK KONUŞUYORDUK

Artık haber izlemiyor, siyasetle ilgilenmiyor, organik beslenmek için çabalıyor, bütünün hayrına meditasyonlar yapıp yatıyorduk.

Erilimiz yüksek, dişilimiz istirahatte diye kapılar çalıyorduk.

Huzur için çıktığımız yollardan takıntılarla dönüyor, birisi ağzından negatif bir ifade kaçırsa spiritüel ataklar geçiriyorduk. Haddimizin sınırlarını unutup düzeltiyorduk herkesi.

Evimiz yenilenmiş, fazlalıklar atılmış sadeleşmiştik. Şu köşe bereket köşesi bu köşe aşk köşesiydi, yeni aydan dolunaya köşe kapmaca oynuyorduk. Çamaşır suyu ile karmaları kırklıyor, dedikodu ihtiyacımızı farkındalık sosu ile kamufle ediyorduk.

Baş ucumuzdaki rüya defterlerimiz sembollerle dolup taşıyordu ve rüya, gören kadar görüleni de ilgilendirir diye arıyorduk sabah birilerini, dün gece rüyamda seni gördüm diye.

Sınırımızı korumakla zorbalık arasında; hayır demekle kabalık arasında gidip geliyorduk.

Özgür irademizle seçim yapacağız derken kim bilir ne zaman ve kimde görüp gıpta ettiğimiz hikâyeyi yazmaya çalışıyorduk.

Hepimiz daha çok görünmek, tanınmak, kazanmak, başarmak istiyor ve sistemi toptan kilitliyorduk.

Kendimizi ifade ediyoruz diye kalp kırıyor, kalbimiz kırılınca ise çıldırıyorduk.

İçimize doğuyordu her şey ve “Ben bunu önceden hissetmiştim” demedikçe uyku tutmuyordu geceleri.

Şaman davulları çalıyordu bir yerlerde, doğal taş dizili kollarla ve Peru bizi çağırıyordu ölmeden ölmek için.

Dönüp dolaşıp Anadolu’ya geliyor, toprağımızı bir kez daha keşfediyorduk, tanrıları, tanrıçaları, enerjileri, ley hatlarını, mürşitleri, erenleri… Her şeyi zaten zamanında söylemiş olanları… Mevlana’dan olduğu rivayet edilen aşk sözleri paylaşıyor, kendi Şems’imizi arıyorduk.

Aynalarda yansımamızı görmeye ve dönüşmeye niyetliyken, ben senin aynanım, bana bak kendini düzelt demeye nasıl da hızlı geçiş yapıyorduk. Hayretler içindeydik ama çaktırmıyorduk. 

Yüz yüze çalışmalar, minik gruplar, büyük gruplar, eğitimler derken canlı yayınlarda binlere, milyonlara ulaşıyordu artık mesajlar. Aslında yüz yıllardır herkes aynı şeyi söylüyor diyorduk ama kimseyi de pek beğenmiyorduk; kimse de kimseyi beğenmiyordu zaten.

Haber kanallarını izlemiyoruz diye azat olduk sanırken yığınlara giden manevi mesajların da her zaman manipülatif, yanıltıcı, hiç değilse eksik olduğunu unutuvermiştik yine.

Bizim girdiğimiz bu yeni yolları başta garipseyenler, bize “vah vah” diye bakanlar da kıyımıza yanaşmaya, yol yordam sormaya başlamışlardı. Eee, biz zamanında biliyorduk, bize gülmüşlerdi, şimdi hoş gelmişlerdi ama neyse ki kalbimiz büyüktü, kucaklıyorduk her yeni geleni. Aklın yolu kadar kalbin yolu da birdi.

Her gün yeni kitaplar çıkıyordu, deli gibi okuyorduk. Filmler çıkıyordu, hemen izliyorduk. Birlik mesajı, sevgi mesajı, Yaradan mesajı, melekler, dualite, kanallıklar, paralel evrenler… Hepsi elimizin altındaydı artık. Kiminin içleri oltalarla doluydu, fark etmeden takılıyorduk.

BU GERÇEKLİK ÜZERİNDE KİM UZLAŞTIYSA AYAĞA KALKSIN

Hâlâ bizim yolumuza girmemiş olanlar vardı elbet, hep olacaktı. Onlar uyanmamışlardı. Büyük bir illüzyonun içinde zihinlerinin kabul ettiği gerçeklikte yaşamaya devam edeceklerdi ama biz yargılamıyorduk. Yargılandığımızla yargılanmaya niyetimiz yoktu. Fark ediyor, kabul ediyor ama onaylamıyorduk. Onlar sistemin bize sunduğu bir gerçekliği, hani şu üzerinde uzlaşılmış gerçeklik denilen Consensus Reality’nin içinde yaşamayı seçenlerdi. Eyvallahtı. Zaman zaman bizim alanımıza saldıranlar oluyordu, kimimiz rahatsız oluyor, yok ben aslında onlardan değilim deme ihtiyacı duyuyor kimi ise bir süre görünmez olmayı seçiyordu. Kendi doğrusunu ispata çalışan da vardı sadece dinleyip kendi gücünde kalmaya devam eden de.

Dünyayı değiştiremediğimiz için kendimizi değiştirecektik ve bunun yolu meditasyondan, yogadan, sağlıklı beslenmeden, mantralardan, astrolojik hesaplamalardan, şifalardan, dizimlerden, enerji alışverişlerinden, doğal taşlardan ve kutsal geometriden geçiyordu. Ajandamız belliydi, yolumuz açıktı, yürüyorduk. 

Hem ne güzeldi işte, araştırmalar bile gösteriyordu, iyi olmak için, iyi hissetmek için, zihni dinginleştirip duyguları dengelemek için insanlar daha çok para harcamaya başlamıştı. Bir sektör doğuyordu, eğitiminden seminerine, ürününden seyahatine dört bir yanımızdan sunuyordu bize desteğini. Dışarıda pek kimse kalmayacaktı ve hep birlikte yeni dünyaya geçecektik, daha güzel bir dünyaya, geride kalanların seçimine saygı duyarak.

MASUMDUK ASLINDA HEPİMİZ

Gücümüzü, tüm dünyanın sessizce üzerinde mutabakata vardığı bir gerçeklikten alıp kendi yeni gerçekliğimize aktarmak ve onu geri toplamak isterken, fark etmeden kuşatılmıştı dört bir yanımız. Artık özgürüz sanırken aynı mutabakatın içinde savrulmaya başlamıştık.

Buradan başka gidecek yerin yok!

Dünyayı değiştiremezsin ve dünyanı değiştirmek istiyorsan da bunu nasıl yapacağını sana biz söyleriz!

Bak herkes astrolog oldu ve yoga yapıyor, olmadı niyetlerini yazıyor ve hiç olmadı duygularını kâğıda döküyor. Bedenini ses çanakları ile temizlemedin mi henüz? Mutlaka denemelisin. Yoksa henüz geçmiş yaşamlarının peşine düşmedin mi? Ya ataların? Neler neler yaşadılar ve sen hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam mı edeceksin?

Ana akım spiritüelliğin tuzağına düşmüştük şimdi de.

Alet kutumuzun içinde gereğinden fazla malzeme vardı artık ve yine yan yola atmıştı bizi navigasyon. Tüm tuşlara aynı anda basıyor ve gücümüzü tekrar kaybetmeye başlıyorduk.

Niyetimiz iyiydi ama meselenin özünü kaçırdığımızın farkında değildik.

İstediğimizi istediğimiz yerden anlıyor, zihnimizde bir yuvarlıyor kalbe indirmeden tükürüp atıyorduk bilgileri.

Bazen gerçekten bir an için, tam aydınlanacağız bir gülme geliyordu ve açıveriyorduk gözümüzü -ki aslında gülmüyor, korkuyorduk düpedüz-. Çok yakınımızdaki, tıpkı mutluluk gibi içimizdeki o güce parmağımızın ucu ile dahi dokunmaya korkuyorduk.

Tam da bu sırada geliyordu yeni saldırılar. Üzerinde sessizce uzlaşılmış gerçekliğin baş aktörleri yüzyıllar boyunca yaptıklarını bir kez daha yapıyor ve yürüdüğümüz bu farklı yolların şarlatanlık olduğunu bağırmaya başlıyorlardı tekrar. İçimize işlemiş inanç sistemlerimiz nedeniyle üzerinde zar zor durduğumuz zemin kayıyordu altımızdan ve bu sefer daha çok acı çekiyorduk, keşke bunları hiç öğrenmeseydik diyorduk.

BU YOL NEDEN HÂLÂ DİKENLİ ACABA?

Evet en zoru buydu, dünyayı değil ama dünyamızı değiştirmek için yeni yollar olduğunu keşfetmiş ama o yolların özgün ritminde kalamamıştık. Hiçbir yol olmadığına inanmaktan daha zordu bu, acı çekiyorduk. Başaramamıştık. Evet güzel şeyler yaşamıştık ama bu muydu, bu kadar mıydı? Niye hâlâ dikenler vardı? Neden hâlâ hastalanıyor, toksik ilişkiler yaşıyor, para sıkıntısı çekiyor ve kilo veremiyorduk?

Her şey bizim hatamız yüzünden oldu diye suçluluk kuyularına dalıyor, şahsımızı çok ama çok önemsiyorduk.

Çemberin dışına çıktığımızı zannederken bir adım ötede başlayan yeni bir çemberin içine girmiştik! Tüm bunları kapsayan birçok çember daha vardı ve hepsini kapsayan o son çemberin sınırı nerede kestiremiyorduk. Onu geçmek istediğimizden de emin değildik artık.

ROBOTLARDAN KORKAN ROBOTLARDIK

Gücümüzü gündelik yaşamdan almış neler olup bittiğini önemsememeye vermiştik, gözümüz televizyona değse irkiliyorduk.

Gücümüzü bilmemekten almış her şeyi bilme çabasına vermiştik, bir günde üç eğitime girebilirdik gerekirse.

Belirsizlikten korkmayı bıraktığımızı sanırken yükselen burcumuza denk düşen öngörüleri okumadan yaşayamaz olmuştuk.

Hastalıkları yaratan duygusal sebepleri öğreneceğiz derken hastalık hastası olmamız an meselesiydi.

Hayatın dilini okumayı öğrenelim derken hayatın dili sürçmüş gibi yanlış yönlere gitmiştik.

Soran sormayan herkese akıl vermekten kendimizi alamazken dibe vurduğumuz zamanlardan özenle bahsetmemiştik; biz öyle kötü şeyler yaşamazdık.

Yeni çemberimiz genişlerken kendi sıradanlaşmasını da beraberinde getirmişti ve hep birlikte üzerinde anlaştığımız bu realitede robotik hayatlarımızı sürdürmeye devam ediyorduk.

Gücünü yöntemlere, kişilere, ritüellere kaptırdığının farkında olmayan ama yapay zekaya kaptırmaktan çok korkan robotlardık.

BİR GÜN YENİDEN KARŞILAŞIRSAK EĞER

Tam da pes edecektik ki…

Kıyamıyordu hayat bize. Sonsuz sayıdaki habercisi ile bir mesaj yolluyordu gizliden:

“Kendine çok yüklenme” diyordu.

“Bir kere düştün yola ve için titredi bir defa, sen artık eski sen olamazsın, yürümeye devam et” diyordu.

“Yürüdüğün yolu küçümseme ama çok da büyütme” diye ekliyordu.

“Hani bir rüya görmüştün. Bir deniz kıyısında arkadaşınla yan yana duruyordun ve sonra yürümeye başlamıştınız. Suyun üstünde! Sen kendi gücüne şaşırarak “Aa suyun üstünde yürüyoruz!” dediğin an suya düşmüştün. Yıllar geçti sanıyordun ama daha yolun o kadar başındaydın ki su sadece bileklerine kadar geliyordu. Suda yürüyebildiğini idrak ettiğinde bunu kendine bile tekrar etme ihtiyacı duymadığın güne kadar yürü ve sonra yine yürümeye devam et” diyordu,

“Mütevazı ol.
Yolda kal.
Burada kal.
Benimle kal.
Kendinle kal.
Gücünde kal”

Hem sabahlar ne güne duruyordu?
Kaldığımız yerden daha güçlü bir şeklide devam etmek için uyandığımız o sabahlar…
Bazen yanlış anlasak da bizimle konuşmaya devam ediyordu hayat ve yolların en güzeli, onun sesini bize getirendi.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

yaprak-cetinkaya
Gazetecilik eğitimini Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde aldı. 27 yıldır farklı görevlerde daima mesleğine aşık bir hal ile çalışıyor. Gazeteciliği en çok wellbeing, kişisel gelişim, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi daha az konuşulan konular üzerinden yapmayı seviyor. Mümkün Dergi, Yuka Dükkân ve Yuka Ajans’ın kurucu ortaklarından…