Bağlanma stilleri, ilişkisel tuhaflıklarımızın arka planı, duygusal bağlantılarımızın parmak izleri ve güvensizliklerimizin daniskasını anlatır. Temelde endişeli, kaçıngan ve güvenli diye ayrılsa da çatışan arzuların rollercoaster yolculuğu gibi bir şey bağlanma tarzı bence.
Son zamanların en popüler cümlesi de “Benim bağlanma sorunum var.” Bağlanmayı nasıl anlamlandırıyorlar bilemiyorum fakat geçmiş yaşlarımda yaşadığım bir sorun olduğundan yakından tanıyorum kendisini. Tüm çeşitlerinden de tattık çok şükür içimizde kalmadı.
Tam bağlanacaktım ama sen bağlandın
Öncelikle her zaman sinir krizinin eşiğinde olan yapışkan, muhtaç kahraman. “Günaydın!” diye mesaj atan ve ardından hemen yanıt almazlarsa dakikalar içinde “Bana kızgın mısın?” diye devam eden Kaygılı Bağlananlar… Size üzülemiyorum artık siz benim yerime de üzülüyorsunuzdur diye tahmin ediyorum.
Bağlılığa sürekli alerjisi olan mesafeli, gizemli Kaçıngan Bağlananlar… Issız adamdaki adam gerçekten ıssız mıydı sizce? Sanmam. Onlar bir bilmeceye sarılmış, Bu Alana Girilmez işaretiyle mühürlenmiş belirsizlikler. En ufak bir duygusal kırılganlık ipucunda ortadan kaybolur partnerlerinin kafalarını kaşımasına ve kendi akıl sağlıklarını sorgulamasına neden olanlar. Ergenlikte inşaat alanı halindeki zihin aynen devam yani.
Bağlanma dünyasının tek boynuzlu atı, duygusal istikrarın altın standardı Güvenli Bağlananlar… Henüz rastlamadık ama bence bir yerlerden bizim gizlice delirmemizi izliyorlar. Zayıf olanlar elenip piyasadan çekilince ortaya çıkacaklar herhalde. “Seni seviyorum”a kendinden emin bir “Ben de seni seviyorum.” ya da “Ben seni sevmiyorum.” ile cevap verenlerdir, ter dökmeden veya varoluşsal bir krize girmeden.
Bitti sandınız değil mi? Onlar bitti demeden bitmez. Korkulu Kaçıngan Bağlananlar, bağlanma evreninin toksik ilişki CEO’ları. Yoğun yakınlık ve şiddetli bağımsızlık arasında bir an ölümsüz aşkı ilan ediyorlar ama sonra aniden bir ilham geliyor ve bağlılık sorunları ortaya çıkıveriyor.
Red Flaglere rağmen devamke
Tam bağlanacağız hemen bir sabote etme hemen bir sorun sende değil bende halleri. Şimdi Z kuşağı sayesinde yeni yeni tanımlamalar da çıktı. Lovebombingler, benchingler, zombieingler… Her duruma da bir lafları var hani. Tam biriyle iletişim kuracağız hop hemen bir red flag. Üstüne Adil Yıldırım videoları. Amaan bir daha mı geleceğiz dünyaya krizinden sonra taktik maktik yok bam bam bam içini açmalar…Şoklardan şoklar beğenmeler, evrene havale ediş ve kapanış. Her dönemeçte bir red flag yiyoruz.
Madem bu kadar bağlanma sorunu olan insan var, kim götürüyor yahu bu sağlıklı ilişkileri? Başka bir evrende falan mı yaşanıyor bunlar? Nasıl çekiliyor onca romantik film? Nasıl yazılıyor o kadar içimize işleyen replikler? Belki de ihtiyaçtan doğuyor. Bulamadığına, aradığına, kendine bile itiraf edemediğin sevilme isteğine dokunuyor şarkılar.
Bazen ilişkinin başlarında, bazen ilerleyen zamanlarda bas bas bağırıyor çocukluk travmaları. Biz buradayız ve de duramayız diyor ama yok, belli etmiyor ama onun içinde kesin iyi bir taraf var ya onu bulup çıkaracağız. Artık bir kaygılı, bir kaçıngan, bir güvenli derken tetiklene tetiklene yaşanıyor bir şeyler.
“Sevilmeye duyulan özlem, tüm açlığıyla her tuşa basıyor.”
Çıkma teklifi eden efsane nesil geri gelsin 777
Y kuşağı olarak ergenlikte her tuşa değil hoşlandığımızın damarına basan efsane bir nesildik. Çıkma teklifi edilirdi bize. Travmalar da yırtık dondan çıkar gibi ben buradayım demezdi o an. Teklif kabul edilir, el ele tutuşulur, okul sonrası bazen Kadıköy bazen Cadde yapılır, sahile falan inilirdi. Artık bir “çıktığımız” olurdu. Bir de uzaktan bakıp çıkamadıklarımız.
Biz şimdi neyiz de gayet normal bir soruydu. Üniversitede kısa süre sevgilim olan bir çocuk bana yekten sormuştu bu soruyu. Ben de sevgili değiliz ama olabiliriz demiştim. Açık kapıya da bak sen. Kaçınganlığımı biraz törpülemeye çalışmıştım ama eninde sonunda kaçmanın bir yolunu bulmuştum gerçi. Yine de birinin sevgilisi olabilmiştim. Sevgililer Günü’nü de en son lisede kutlamışım.
Şimdi soranı köşe başında kıstırıp dövüyorlarmış gibi bir tepki var bu tarz sorulara. Yorulduk çünkü sınırları belirlenmiş her şeyden. Esnekliğe, akışta kalmaya ve belirsizliğe tahammül etmeye ihtiyaç duymuşuz. İçimde bu ihtiyacı Abdülhamit’i savunur gibi savunan bir Aslı var. Ben de ihtiyaç duyuyorum bazen belirgin olmayan sınırlara. Her oyunu kuralına göre oynamak yerine oyunlardan uzak durmayı seçiyorum. Sevmeyi ve sevilmeyi oyunlara kurban etmek istemiyorum.
Biz içinde bulunduğumuz durumdan keyif mi alıyoruz? Zevk mi alıyoruz? İsteyerek mi bunu yapıyoruz? Bilerek mi yapıyoruz?
Bilmemek değil de öğrenmemek ayıp demişler. Yolumuz uzun, gençliğimiz var nidalarıyla bir umut devam ediyoruz. Paçalarımızdan akan tükenmişlikleri silkeleyip yürümeye çalışıyoruz. Kendimize ne kadar ayıp ettiğimizi görmezden gelerek başkasının travmalarını anlamaya, iyileştirmeye uğraşıyoruz.
Oysa biz de çocuktuk. Biz de zorbalandık, travmalandık, anlaşılmadık. Bizim de görmezden gelinen ihtiyaçlarımız oldu. Biz, içinde bulunduğumuz durumdan keyif mi alıyoruz? Yoo. Sadece her yetişkinin yapması gerektiği gibi duygularımızın sorumluluklarını alıp yola devam etmeye çalışıyoruz. Siz de böyle yapsanız ne olur yani?
Ver yetkiyi gör etkiyi
Çocukluktan taşıdığımız her kalıp, ilişki dinamiklerinin akışına müdahale ediyor. Bir geçmiş zaman kaçınganı olarak söyleyebilirim ki sevilmekten korkuyoruz. Sevmekten demiyorum bakın, sevilmekten. Sevilecek biri olmadığımıza inandığımızdan değil.
“Sevme yetkisini başkasına verince bocalarız diye korkuyoruz.”
Kontrol edemediklerimizi fırlatıp atmaya bayılırız çünkü. Kaçmak, mücadele etmekten daha kolay. Zaten benim de bir arkadaşımın başına geldi yoksa nereden bileceğim? Yine de kendimize bu kadar yüklenmek istemiyorum. Güvenli bağlandınız da biz mi yetki vermedik? Biz zaten sizin travmalarınıza güveniyoruz da çevredeki travmalara güvenmiyoruz.
Çocukken yaşananlar çocuk Aslı için zordu evet ama artık büyüdü. Çocuk yetişkinler olmak istemiyorsak sevmenin ve sevilmenin yetkisini önce kendimize vermeliyiz. Önce biz inanmalıyız kendimizi sevilmeye açmanın gardını düşürmek olmadığına. Çocukluk travmalarımızın arkasına sığınıp dünyadan alacaklı gibi davranmayı bırakmamız gerek.
Sevgililer Günü kutlu olur mu? Sanmam. Kendimizi sevmenin bir gününü doya doya yaşayabilirsek o zaman kutlayabiliriz belki.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.