Son aylarda benim de sıkça karşıma çıkıyor, “İnsan sevmiyorum,” ya da “İnsanlar kapatılsın” gibi paylaşımlar. İlişkilerin giderek daha da zorlaştığı aşikâr, herkes aşağı yukarı aynı şeylerden şikâyet ediyor. Belki de yılın bu son günleri, hepimize aynı soruyu hissettiriyor: “Bu döngüleri gerçekten yeni bir yıla taşımak istiyor muyum?”
Taşımamak da mümkün
Çoğu zaman yeniden başlamanın anahtarı, zorlanmanın asıl kaynağını görmektir. Belki de bu zorlanmanın temelinde, ilişkide olduğumuz kişiyle aynı dünyayı paylaşsak bile aynı anlam evreninde buluşamamamız yatıyordur.
İlişkilerde herkes aynı dili konuşmaz. Aynı kelimeleri kullansak bile o kelimelerin tonu, yükü, sembolizması birbirimizden farklıdır çünkü farklı hayat kontratlarının maddelerini işletiriz. Birimizin sorumluluk dediğini diğeri yük olarak algılar, birimizin yakınlık isteği, diğerinin boğulma hissini tetikler. Bazı insanlar yük taşımaya eğilimlidir, bazıları yük vermeye…
Bu roller öylesine değildir; bir kısmını çocuklukta öğreniriz, bir kısmını hayatta kalma stratejisi olarak geliştiririz, bir kısmını ise farkında olmadan “kontrat” gibi taşırız. Ve çoğu zaman bu kontratların varlığını ancak ilişkilerde zorlandığımızda fark ederiz. Ta ki biri bize, “Bu kaideyi içimize kimin koyduğunu” düşündürene kadar.Artık iç ayarlarımız oynamıştır. O an, ilişkilerdeki “rollenmelerimizin” sandığımız gibi bize ait olmayabileceğini düşünmeye başlarız.

İlişkilerde Taşıdığımız Roller, Kurduğumuz Kontratlar ve Geri Verilmesi Gereken Yükler
Aşağıdaki dört persona, ilişkiler dünyasında biraz daha açıklık, biraz daha farkındalık yaratmak için hazırlandı. Bu çalışmanın hedefi:
- Bu kişilik tiplerinin yarattığı mikro ya da makro sarsıntılardan zamanla uzaklaşabilmek,
- İnsanları hayatın içinde doğru yerlere yerleştirebilmek,
- Kendi alanımızı hem şefkatli hem de sağlam bir çerçeveyle kurabilmek,
- Verici tarafsak ne kadar vereceğimizi, alıcı tarafsak ne kadar alabileceğimizi anlayabilmek,
- Ve ilişkilerde yavaş yavaş o güzel duygusal ve ruhsal bağımsızlık hâline yani otonomiye yaklaşabilmek.

1. Aşırı Empatikler: Sempatik Bir Suistimal Girişimi
Bu model sıklıkla bize “çok iyi niyetli” gelir çünkü onların işleyişi basittir: Sen anlatırsın, o alır. Senin acını kendi hikâyesine taşır, senin yükünü kendi koluna takar. Kulağa iyi gelse bile sorun tam da burada başlar: Aşırı empatik, senin kendi yükünü taşımana izin vermez. Bu, görünüşte sevgi dolu ama gerçekte ilişkiye zarar veren bir dinamiktir. Aşırı empatikler, “duygusal fedakârlık” üzerinden kontrol kurar. Acıyı senin yerine yüklenmesi şefkat değil bir tür duygusal işgaldir. Hikâyeyi kendileştirir, senin yerine acı çeker, sorumluluğu senden alır, acının doğal unutma döngüsünü bozarak seni kendi dramına hapseder. Bir aşırı empatik kendine şu soruları sorabilir:
- “Ben başkalarının acısını nasıl taşıyorum ve bu bana nasıl geri dönüyor?”
- “Birinin yükünü almak mı istiyorum, yoksa iyi görünmek mi?”
Sözlük: Şefkatle Eşlik Et
Merhamet = Acıya eşlik etmek.
Empati = Acıyı üzerine almak.
İyileşme = Kimsenin dramını üstlenmemek.
2. Somon Balıkları: Hayatın Akıntısına Karşı Yüzerek Tükenenler
Somon balıkları akıntının tersine yüzen tek türdür. Onlar biyolojik olarak buna ihtiyaç duyarlar ama ne yazık ki bu, insanlar için geçerli olmamalıdır. Eğer biz de ilişkilerimizde akıntının tersine yüzüyorsak, bu sadece travmatik bir yaşam döngüsü yaratacaktır.
Akıntının tersine yüzdüğümüzde kendimizi, hep güçlü olmak zorunda hissederiz, alanımızda hep mücadele vardır. “Ben hallederim” en favori lafımızdır. Oysa yıllar boyu akıntıya karşı yüzmek, içimizde öfke biriktirir. Sonra zamanla şöyle düşünmeye başlarız, “her şeyi ben mi yapacağım?”, “tükendim”, “kimse beni görmüyor”. Mesaj çok net halbuki, hayatın tersine yüzmek sürdürülebilir değildir.
Somonlar kendilerine şu soruları sorabilir:
- “Hangi konularda akıntıya karşı yüzmekten vazgeçersem hayatım doğal akışına kavuşur?”
- “Kime kızıyorum ve aslında neyi bırakmam gerekiyor?”
Sözlük: Güç, akıntıya karşı yüzmek değil, doğru akıntıyı seçmektir.

3. Eh İşteciler: İlgi Kaybolmasın Diye Sürekli Hastayı Oynayanlar
Bazı insanlar vardır. Onları hiçbir zaman tam bir iyilik halinde görmeyiz. Hep bir sorunları vardır. Yolunda gitmeyen bir şey, fiziksel bir ağrı, bir pürüz… En küçüklerini bile dile getirirler bunların.
Eh iştecilerin temel korkusu şudur, “İyiyim dersem, ilgi benden gider.”
Bu yüzden:
- Sürekli “eh işte” derler,
- Kendilerini bilinçsizce hasta ederler,
- Şefkat talebi ile bağ kurarlar,
- Bakım veren figüre dayanırlar,
- Temas ve ilgi için enerji düşürürler.
Eh işteciler bunu kötü insanlar oldukları için yapmazlar, sadece onların çocuklukta öğrendikleri bağ kurma modeli budur. Sevilmek için zayıf kalmaları gerektiğine inanmışlardır.
Sözlük: Ben, benimle ilgilenirim.
- “İlgi görmezsem yok olacağımı mı sanıyorum?”
- “Güçlü olduğumda sevgi benden çekilir diye mi korkuyorum?”
Gerçek bakım, kendi ayakta durma kapasiteni geliştirdiğinde başlar.

4. İllüzyonist Houdiniler: Krizi Yaratan, Çözen ve Sahneleyenler
Houdini’nin gösterisini hatırlayalım: Kendini zincirlere bağlar, suya attırır sonra kilidi gizlice ayağından çıkarır ve saniyeler içinde zincirlerden kurtulmuş halde yüzeye çıkar. Seyirciler büyülenir.
Houdiniler işte böyle yaşarlar:
- Önce çözümü bulurlar,
- Sonra krizi yaratırlar,
- Krizi çözerek şov yaparlar,
- Kurtarıcı rolünü beslerler.
İyi fikir gibi görünse de Houdiniler de uzun vadede tükenme belirtileri yaşarlar çünkü sürekli kriz çözmek adrenalini tüketir.
Sözlük: Güvende hissetmek güven vericidir.
- “Neyi dramatize ederek çözüyorum?”
- “Kriz yaratmadan var olmayı biliyor muyum?”
Gerçek güven, kanıt istemez.
Bu Çalışma Neyin Hazırlığı?
Ayna Çalışması + Sözlük Çalışması + Yaşam Kontratının Temizlenmesi
Eminim hepimiz, hayatın bir yerinde bu dört personayla karşılaşmışızdır.
Kimi zaman bize yük taşıttılar, kimi zaman da biz onların yükünü sessizce üstlendik.
Bazen akıntıya karşı yüzmekten yorulduk, bazen de fark etmeden kriz döngülerinin içine çekildik. Hatta belki… içimizde bu dört personadan bir parçayı hâlâ taşıyoruz.
Bu metnin amacı bir suçlu aramak değil; ilişkiler içinde nerede durduğumuzu anlamak ve kendimizi doğru yere yerleştirebilmek.
Kazanacağımız her farkındalık, beraberinde küçük bir iyileşme alanı açar. Durduğumuz yeri ve aslında nerede olmamız gerektiğini bir kez fark ettiğimizde
- Alanımızı nasıl koruyacağımızı,
- Merhametin dozunu ayarlamayı,
- Vericilikle istismar arasındaki o ince çizgiyi görmeyi,
- Yaşam kontratımızda bize ait olmayan maddeleri, zarifçe geri verme cesaretini toplamayı,
- İlişkilerde hangi personayla nasıl konuşacağımızı; nerede yaklaşacağımızı, nerede geri duracağımızı,
- Sınır koyarken hem şefkatli hem de net olmayı,
- Ve doğru seanslarla (nefes + yazı + farkındalık + içgörü) duygusal yükleri güvenle boşaltmayı ögreniriz.
İyileşme dediğimiz şey de tam bu aralıklarda filizlenir.

Son Hatırlatma: Merhamet Sınır Bilir, Şefkat Bilinçle Akarsa İyileştirir
Bir yılın kapanıp yenisinin yaklaşması, eski döngüleri onurlandırarak kapatmak ve kendimize yeni bir alan açmak için güçlü bir çağrıdır. Bu eşikte, birlikte şunu yapabiliriz: Kendimize bir alan belirleyebiliriz. Bu alanı korumayı öğrenebiliriz. Sevebilir ama tükenmeyebiliriz. Destek olabilir ama başkalarının yükünü taşımayabiliriz. İlgiyi gösterebilir ama manipülasyonun parçası olmadan kalabiliriz. İletişimi derinleştirebilir, ama kendi merkezimizden çıkmadan, kendimize sadık kalarak.
Ve belki de en önemlisi, bize ait olmayan hiçbir duyguyu, hikâyeyi, acıyı ya da krizi taşımak zorunda olmadığımızı kendimize hatırlatabiliriz. Yıl kapanırken, hepimiz içimizdeki o görünmez “yaşam kontratının” bazı maddelerini fark etmeye başlarız. Bunlar, çocuklukta kendimizi güvende tutmak için yazdığımız küçük talimatlardı: Tıpkı bankada unutulmuş otomatik ödeme emirleri gibi… Bir kez ayarlandıktan sonra yıllarca kendiliğinden işlerler; biz fark etmesek de ilişkilerde, seçimlerde, yük alış biçimlerimizde sessizce devreye girerler.
Bazıları bizi yorar:
- Hep güçlü olmak,
- Hep halletmek,
- Yük olmamak,
- Sorun çıkarmamak,
- Herkesi toparlamak…
Bazıları ise fark etmeden bizi başkalarını yorduğumuz bir role sürükler:
- Çözümü hep kendinde görmek,
- Kontrolü bırakmamak,
- Başkalarının alanına fazla girmek,
- Kendi doğrusunu dayatmak,
- Yakınlığı yönetmek yerine bozmaya çalışmak…
Hepsi, bir zamanlar işe yarayan ama bugün bizi hem ilişkilerde hem iç dünyamızda sıkıştıran eski talimatlardır. “Bu maddelerden hangilerini hâlâ taşımak zorundayız?”
Gerçek dönüşüm, bu otomatik emirlerin artık bizi korumadığını fark ettiğimiz anda başlar. Yeni bir yılı eski yüklerle değil, daha sade bir iç düzenle karşılamak için bu çalışma, 2026’ya adım atmadan önce kendimize verdiğimiz iyi bir hediye olabilir.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

