İnsanın kendini gerçekleştirme yolculuğunda; çocukluk çağı travmalarının eğer üstesinden gelinebilirse bireyi, sağlıklı, sürdürülebilir ilişkilere ve çocukluk hayallerine taşıdığını söyleyebiliriz. Sağlıklı nesillerin yetişmesi, kişinin kendinin farkında, sağlıklı bir birey olarak yaşamda var olması, insanlık maceramızda meşakkatli bir yolculuk. Bu yolculuk; insanı zaman ve yaşanmışlıklar bağlamında elbette değiştirip dönüştürüyor. Bazı çocukluk travmaları, nasıl ilişkiler yaşayacağımızı, yaşamda nasıl var olacağımızı; kimliğimizi, toplumsal rolleri, statüleri etkiliyor, hatta belirliyor. Aile, toplum ve kültür; insanın yaşamını etkileyen temel unsurlar, biliyoruz. Sağlıklı nesillerin yetişebilmesi için içine doğulan ailede, yetişkinlikte kurulan ailede, tüm aile üyelerini etkileyen unsurların, travmaların psikolojik destek, aile terapileriyle iyileştirilebileceğine dair bir bilinç var. Ancak; bu bilinç ne kadar yaygın? Ne kadar kabul görüyor? Daha önemlisi bu bilinçle işin ehli uzmanlardan terapi almak doğal algılanıyor mu, tartışılır.
Çocukluk dönemi bireyin öz saygı, öz güven, öz sevgi, öz değer bilincinin oluştuğu temel yaşama dair güven duygusunun inşa edildiği, benlik algısının oluştuğu, sosyal ilişkiler kurma becerisinin geliştiği temel evredir. Bu dönemde yaşanan travmalar, zorlu yaşam olayları, bireyin bütünlüğünü bozabilir. Dolayısıyla; travmalar ve zorlu yaşam olayları, bireyin kendisiyle ve başkalarıyla kurduğu ilişkilerde izler bırakabilir. Bu izler romantik ilişkilerde; bireyin aşırı bağımlı ya da kaçıngan olmasına, düşük öz değer algısına, kişisel sınırlarının ihlal edilmesine izin vermesine ve/veya başkasının sınırlarını ihlal etmeye, yoğun kaygı, korku yaşamasına, narsisistik yapılanmalara neden olabilir. Bu sebeple; çocukluk dönemi travmalarına dair bireyin farkındalık geliştirmesi, duygu sağaltımı yapması, ilişkilerinde denge kurabilmesi için oldukça önemlidir.

Aile terapisinin annesi diyebileceğimiz Virginia Satir, bireyin kurduğu ilişkileri, aile sistemi içindeki iletişim biçimleri, kendilik değeri, aile rolleri kavramlarıyla değerlendirmiştir. Satir’in şu sözüne imzamı atıyorum.” Dünyayı değiştirebiliriz ama dünyayı değiştirmek için önce aileyi iyileştirmemiz lazım.”
Şimdi gelin bazı kavramlara psikoloji literatüründen bakalım.
TRAVMA
Amerikan Psikiyatri Birliği’nin tanımına göre fiziksel zarar, hayati risk taşıyan ve bu şekilde algılanan korkuya neden olan olay, durum travmadır. Travma tek bir olay ya da tekrarlayan olaylar sonucu olarak ortaya çıkabilir. İhmal, istismar, kayıp, kaza, doğal afet, duygusal, fiziksel şiddet ve zarar verici deneyimler travma olarak adlandırılır (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2000). İnsanların hayatını doğrudan etkileyen kişinin varlığını tehlikeye sokan her türlü duruma travma denilmektedir. Travmalar yaşamın sonraki döneminde de derin izler bırakabilecek durumlardır. Kişinin yakınlarının yahut kendinin ruhsal ve bedensel varlığı için tehlike şeklinde algılanmakta olan olayların tümünü kapsamaktadır. Kişinin bizzat kendinin yaşamadığı, ancak; başka birisinin yaşadığına tanıklık ettiği durumlar travma etkisi ortaya koyabilmektedir.

Travma, örseleyici olaylar neticesinde oluşmaktadır. Örseleyici olay; bireyin ruhsal dengesini bozabilecek, psikolojik, fiziksel bütünlüğünü tehdit eden yoğun duygular (korku, çaresizlik, acı, öfke vb.) yaşanmasına sebep olan olaylardır. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin DSM-5 tanı kriterlerine göre; travma, kişinin doğrudan örseleyici bir olay yaşaması, başkalarının yaşadığı bir olayı doğrudan görmesi ya da tanıklık etmesi, bireyin bir aile yakınının ya da yakın bir arkadaşının başına örseleyici bir olayın geldiğini öğrenmesi, örseleyici olayların olumsuz, hoşa gitmeyen zorlayıcı ayrıntılarıyla tekrarlı şekilde ya da aşırı bir şekilde karşı karşıya kalması durumlarında yaşanır (APA, 2013).
Travma, temelde yaşanılan problemli bir durum olmasına karşın, karşılaşılan problem ile mücadelede bireyin yetersiz kalması sonucunda ilerleyen yaşam dönemlerinde problemler yaşamasına ve ruhsal bozukluklara yol açar. Bireylerde travmatik olayların ardından istemsiz, yineleyici ve sıkıntı verici anılar, sıkıntı veren düşler, çözülme tepkileri, çağrıştıran iç ve dış uyaranlarla karşılaşınca yaşanan ruhsal sıkıntılar, uyaranlara karşı belirgin fizyolojik tepkiler verme, kaçınma ya da uzak durma çabaları, bilişlerde ve duygu durumda olumsuz değişiklikler, anımsayamama, abartılı olumsuz inanışlar ya da beklentiler, suçlamaya yol açan çarpık bilişler olabilir. Bireyin savaşmak isteyip savaşamadığı, kaçması gerekirken kaçamadığı ve çaresiz kaldığı tehlike içeren anlarda stres işlemi mekanizmaları, stratejileri başarısız olduğunda, stres yaratan tüm davranışların sürdürülmesiyle, hayati tehlikenin artması sonucunda travma oluşur. Kısacası; bireyin varlığının, sağlığının, psikolojik bütünlüğünün tehdit, tehlike altında kalmasıyla travma oluşur. Travma oluşması; kişinin bir manada fiziksel, duygusal, sosyal ölümü anlamına gelmektedir. Travma yaşayan kişi stres reaksiyonuyla karşılık verir. Bedeni hareket eder hale gelir, kaçabilmek, savaşabilmek veya tehlike, tehdit unsurunu etkisiz hale getirebilmek için psişik kapasiteler yaşanan duruma odaklanır.
Kişinin stres yaratan durumla baş etme kapasitesi zorlandıkça, yeterli gelmediğinde zarar görme riski artabilir. Kişi bu durumu fark ettiğinde yoğun bir içsel çatışma içine girebilir ve umutsuzluk duygusuyla karşı karşıya kalabilir. O andaki durumu; tepki vermeye ya da vermemeye yeterli olmayabilir. Ne yaparsa yapsın hayatı, varlığı için tehlike oluşturabilir. Psikolojik ve fiziksel kapasitesi zorlanarak çatışma içinde tükendiğinden kendisi için mutlak bir çaresizlik ve kendini kaybetme durumu ortaya çıkar. Her bireyin farklı durumlar karşısında, direnç ve dayanıklılık kapasiteleri farklı olabileceği için kim için hangi durumun travmatik olduğu görecelidir. Bir kişi tehdit ve tehlike anında herhangi bir önlem alma imkanını bulamazken bir başkası için travma anında kişiyi oradan çıkaracak bir kaçış kapısı açılabilir. Dolayısıyla; dış etkenlerin yanı sıra kişinin yaşam deneyimleri, yetenekleri, baş etme kapasitesi, bilgi birikimi, dayanıklılığı travma olup olmayacağını belirler. Bebeklerin ve küçük çocukların yaşam deneyimi, bilgi birikimleri oluşmadığından kendi başlarının çaresine bakabilme kapasiteleri henüz yeterli olmadığından, çok hassas ve kendilerini savunmaları gelişmediğinden travma yaşama riskleri çok daha fazladır. Kişinin yaşamında tehlike içeren, tehdit eden durumdan kurtulabilmek için tüm faaliyetlerine son vermesi suretiyle hayatta kalıp kalamaması, artık kendine ve davranışlarına değil, dış koşullara bağlıdır.

TRAVMA TÜRLERİ
Prof. Franz Ruppert tarafından travma türleri; varoluşsal travma, kayıp travması, simbiyoz/bağlanma travması, bağlantı sistemi travması olarak belirtilmektedir ve içerikleri şöyle açıklanmıştır. Yaşamı tehdit eden, karşı koymak istenmesine rağmen gücün yetmediği, doğa olaylarının, hayvanların, kişi veya kişilerin neden olduğu durumlarda varoluşsal travma ortaya çıkar. Örnek olarak; soyguncu, asker, tecavüzcü, komşu, okul arkadaşı vb. tarafından silahla tehdit edilme durumunda, araba, motosiklet vb. tarafından ezilme, yaralanma tehlikesi yaşandığında, hayvan saldırısında, yangın, sel, fırtına vb. sebebiyle hayati tehlikeye maruz kalındığında söz konusu olabilir.
Bağ kurmak; bireyin yaşamda güvende hissetmesi, duygusal ihtiyaçlarının karşılanması için önemlidir. Birey yakın ve derin bağ kurduğu bir nesneyi kaybettiğinde kayıp travması yaşayabilir. Örneğin psikolojik sağlığı yerinde olan bir annenin çocuğunu kaybettiğinde ortaya çıkan travmadır. Bir çocuğun çok güçlü ve derin bağ kurduğu evcil hayvanının kaza sonucu ölümü de çocuk için kayıp travmasına örnek olabilir. Simbiyoz ve bağlanma travması; çocuğun anne babasına karşı oluşturduğu bağ, düzgün bir başlangıç noktası bulamaz. Çocuğun gönderdiği sinyaller ebeveynlerinde karşılık bulamaz, kafa karıştırıcı ve incitici geri bildirimlere yol açar. Bağlanma sinyallerini ebeveynine ileten çocuk bunun faydasız hatta tehlikeli olduğunu deneyimler. Çocuk, duygusal gereksinimleri, ağlaması ve korkularıyla anne için stres kaynağıdır çünkü aslında anne, kendi içinde bastırdığı travmatize çocuğu görür. Bağlantı sistemi travmaları; varoluş ve kayıp travmalarından simbiyoz travma doğar. Simbiyoz travması olan kişilerin aile kurup çocuk sahibi olmaları da bir bağlantı sistemi travmasına yol açabilir. Ayrıca; bağlantı sistemi travması, bir bağlantı sisteminde öncelikle faillerin ve kurbanların eş zamanlı varolmasıyla tanımlanır. Ezici suçluluk duygularıyla mücadele eden taraflar için ortaya çıkacak utanç verici durumlar, kişilerin suçluluk duygularını kimlik yapılarına dahil etmelerini engelleyebilir. Böylece; çoğunlukla nesiller boyu travmaların şekillendirdiği ilişkilerin sürekli olarak yeni travmaları yarattığı bağlantı sistemleri ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca; travma türleri istismar, ihmal kavramlarıyla açıklanmaktadır. Travma türü olarak fiziksel istismar, çocuğa bilinçli şekilde uygulanan fiziksel yaptırım neticesinde çocuğun bedensel ve ruhsal sağlığının zarar görmesidir.
En çok gözlenen fiziksel istismar şekli çocuğa dayak atmadır. Fiziksel istismar uygulayan kişi, çoğunlukla çocuğa otoritenin kendisi olduğunu, kabul ettirmek, kendi öfkesini çocuğa yansıtarak rahatlamak ya da yaptırım uygulamak amacıyla hareket etmektedir. Travma türü olarak cinsel istismar, çocuğa cinsel sömürü; çocuğa tecavüz etme ve çocuğun genital bölgesine temas etme, çocuğun pornografi maksadıyla kullanılmasıdır. Bu durumun ailede gözlenmesi olayın öğrenilmesini ve bilinmesini güçleştirmektedir. Cinsel istismar, çocuğun cinsel davranışa rıza göstermesi için gelişimini tamamlamamış olmasına rağmen cinsel davranışa mecbur bırakılmasıdır.
Travma türü olarak duygusal istismar, ağır yaptırımları, korkutmaları, hakaret ve aşağılamalar gibi sözel davranışları kapsamaktadır. Duygusal istismar, ruhsal şiddet olarak değerlendirilmektedir. Çocuğa değersiz olduğunu, ancak; başkalarının isteklerini gerçekleştirirse değerli olabileceğini kodlayan sözlü ifadeler ve davranışlardan oluşmaktadır.
Çocuğun, yiyecek, giyecek, barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarının, gereksinimlerinin karşılanmaması, ihmal olarak tanımlanmıştır. Çocuğu boşlama, çocuğa bakım veren bireyler tarafından çocuğun en asgari ihtiyaçlarının karşılanmaması ve çocuğun bu noktada tek başına bırakılmasıdır. İhmal ve istismarı birbirinden farklı kılan dikkat çekici özellik; ihmalin pasiflik, istismarın ise aktiflik içermesidir. İhmal, fiziksel, duygusal ve cinsel ihmal olarak ayrılır. Çocuğun sağlık ve beslenme gibi ihtiyaçlarının karşılanmaması fiziksel ihmale, cinsel istismara karşı korunmaması ve cinsel kimliğine önem verilmemesi cinsel ihmale, çocuğun sevgi, şefkat gibi ihtiyaçlarının karşılanmaması ise duygusal ihmale örnektir.

ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMALARI
Çocukluk dönemi, bireyin hayatı boyunca izlerini taşıyacağı deneyimleri barındırmaktadır. Bir bölümü güzel hatıralardan oluşan bu dönemin, bir diğer kısmı ise zorlayıcı ve tüm hayatı olumsuz etkileyebilecek olaylardan oluşur. Özellikle bu dönem içerisinde karşılaşılabilecek istismar ve ihmal gibi davranışlar çocukluk çağının en önemli travmatik yaşantılarını oluşturur. İstismar ve ihmal; ebeveynler veya çocuğa bakım veren yetişkin tarafından sergilenen ve toplumca reddedilen ve profesyonellerce zarar verici olarak nitelendirilen, gelişimi olumsuz etkileyen eylem ve eylemsizliklerin tümüdür. Bu tip eylemler veya eylemsizlikler sonucunda çocuk; fiziksel, cinsel, psikolojik ve sosyal yönden zarar görebilir. Bir yetişkin tarafından bilerek veya istem dışı sergilenen ve çocuğun sağlığını, fiziksel ve psiko-sosyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen davranışlar çocuk istismarı olarak tanımlanır. Travmaya sebep olan fail, anne-baba veya bakım veren kişi kabul edilse de bu kişilerin dışında kalan bir yetişkin veya daha gelişmiş bir başka çocuk da olabilir. Çocukluk çağı travması; ebeveynlerin, bakım verenlerin ya da bir başka kişinin çocuğun ruhsal ve bedensel sağlığını olumsuz etkileyecek şekilde uyguladıkları fiziksel, duygusal şiddeti, cinsel sömürüyü, çocuğun ihtiyaçlarının karşılanmamasını veya çocuğun ticari maksatla kullanılmasını kapsar.
Çocuğun 18 yaşından önce kendisine bakmakla yükümlü anne, baba, bakıcısı tarafından veya sosyal çevresindeki diğer bireyler tarafından maruz bırakıldığı her türlü duygusal, davranışsal, düşünsel, bedensel ve sosyal olarak gelişimini etkileyen durumlar, çocukluk, ergenlik çağı travmalarıdır. Çocukluk çağı travmaları, istismar (fiziksel, duygusal ve cinsel) ve ihmal (fiziksel, cinsel ve duygusal) olmak üzere genel olarak ikiye ayrılır. Çocuğun psiko-sosyal ve fiziksel gelişimini, sağlığını bilerek ya da bilmeyerek bir yetişkinin olumsuz davranışlarıyla etkilemesi, Dünya Sağlık Örgütü tarafından çocuk istismarı olarak tanımlanır. Çocuğun bedensel, ruhsal ve sosyal gelişimini sekteye uğratan her şey “istismar” olarak, çocukların sağlık, yiyecek, giyecek, korunma, barınma, sevgi, şefkat, eğitim, ihtiyaçlarının karşılanmaması veya yerine getirilmemesi “ihmal” olarak tanımlanmıştır. Bu ihmaller de travma etkisi yaratabilmektedir. İnsan gelişim sürecinde, beyin fonksiyonlarında kritik değişikliklere neden olan nörobiyolojik gelişim erken dönem çocukluk çağı travmalarından etkilenmektedir. Çocukluk çağında karşılaşılan olumsuz yaşam olaylarının şiddetine ve çocuğun aile yapısı ve çevresine bağlı olarak gelişebilmekte ve etkileri değişebilmektedir.
Travma yaşantısı, travma mağduru olan çocuğun bilişsel gelişimi üzerine olumsuz yansıyabileceği gibi, aynı zamanda çocuğun dünyaya ve geleceğine yönelik bilişleri üzerine de etki edebilmektedir. Travma yaşantısı, kısa ve uzun vadede bireyin bilişlerinin içeriğini ve düşünme süreçlerini yönlendirme potansiyeline sahiptir.

ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMALARININ YETİŞKİN ROMANTİK İLİŞKİLERE ETKİSİ
Çocukluk dönemi travmaları çocuğun psikolojik, fiziksel ve sosyal gelişimini engellemekte ve bu engelin etkileri, yetişkinlik döneminde devam etmektedir. Yetişkinlik döneminde ruhsal bozuklukların oluşmasında çocukluk çağı travmaları etkili olabilmektedir. Çocukluk döneminde bireyin kendi ve dünya ile ilgili düşünce ve duyguları çocuk istismarı nedeni ile daha olumsuz bir bakış açısı geliştirmesine yol açabilmektedir. Bu bakış açısı yetişkinlikte olaylar karşısında sağlıklı tepkiler verememe ve bazı ruhsal rahatsızlıkların oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Depresyon bu rahatsızlıklardan biri olarak değerlendirilmektedir. Enerji kaybı ve zevk alamama ile belirli depresyon bireylerin günlük işlevselliğinde bozulmalara neden olabilir. Çocukluk çağı travmalarının etkileri, bireylerin gelecek yaşantılarına kadar uzanmakta, sağlıklı romantik ilişkiler yaşamalarını kısıtlamaktadır. İlişkilerde; duyguları tanıma ve ifade etme becerilerini de olumsuz etkileyebilmektedir.
Çocukluk çağı travmalarıyla depresif semptomlar arasında güçlü bir ilişki keşfedilmiştir. Depresif semptomlar aile ilişkileri ve geçmiş olumsuz deneyimlerle bağlantılıdır. Bu ilişki ve bağlantıların yalnızlık duygusunu artırdığı görülmektedir. Yetişkinlerin ilişkilerde yalnızlık duygusuyla kendini kapatan koruma mekanizmasına sahip olabileceği söylenebilir. Çocukluk döneminde travma yaşayan bireylerde ihanet duygusu, benlik algısının düşük olması, güçsüzlük gibi dinamikler görülmektedir. Bu dinamikler travmatik olayın birey üzerindeki etkisini artırarak bilişsel ve duygusal durumuna zarar verir. Travma sonrası çocuğun benlik algısında ve duygu regülasyonunda bozulmalar ortaya çıkmaktadır. Çocukluk çağında cinsel istismar yaşayan bireylerin çocuk ve ergen akranlarına istismar davranışlarında bulunduğu görülmektedir. Bu bireylerin ailelerinde saldırgan davranışlar gösteren ebeveynlerin olması ile ilgili olabileceği belirtilmektedir. Çocukluk çağında cinsel istismar yaşayarak travmatize olan kız çocuklarının anne olduklarında kendi çocuklarına fiziksel şiddet uygulama risklerinin yüksek olduğu belirtilmektedir. Sosyal ilişkilerinde işlevsel bozukluklar, romantik ilişkilerinde güven sorunları ve buna bağlı problemler, yetersizlik, değersizlik, özgüven sorunları, cinsel kimlik sorunları, erken yaş hamilelikleri nedeniyle sağlık sorunları ve daha pek çok sorun çocukluk çağında travma yaşayanlarda, diğerlerine oranla daha fazla olduğu saptanmıştır.
Travma deneyimleri, bireyler ve toplum için zorlayıcıdır. Bireylerin kendilerini koruma kapasitelerini zayıflatır. Bireylerin sağlıklı ilişki kurma ve geliştirme potansiyellerini azaltır. Çocukluk çağı travmaları; erken dönem kesintileri bağlanma stillerini etkilemektedir, bireylerin yetişkin ilişkilerinde güvensiz bağlanmalarına yatkınlık yaratmaktadır. Bireylerin güvenli ilişkiler kurabilme yeteneklerini kısıtlamaktadır. Bu durum ilişkilerde; güven, yakınlık ve sağlıklı duygusal sınırları koruma konusunda zorluklara yol açabilmektedir. Yetişkinlerdeki kararsızlık, yoğun çatışma, ilişkileri sağlıklı bir şekilde sürdürme zorluğu tüm aile sistemini etkilemektedir. Çocukluk çağı travmaları romantik ilişkilerde tatminsizlik yaratabilmektedir. Pek çok araştırma çocukluk çağı travmalarının uzun vadede yetişkinlerin ilişkilerini etkilediğini ortaya koymaktadır. Uzun süreli evliliklerde, çocukluk döneminde yaşanan duygusal, fiziksel istismar evliliğin işlevselliğiyle ilişkilendirilmektedir. Bowlby, çocukluk çağı travmalarının kişliğin ayrılmaz parçası olduğuna ve kişilik gelişiminde önemli bir rolü olduğuna inanmaktadır. Çocukluk çağında travma yaşayanlar ilişkilerinde güvenilmez olabilirler ve güvenmekte zorlanabilirler. Bu sebeple ilişkilerinde mutsuz olabilirler.
Çocukluk çağında yaşanan duygusal, fiziksel ihmal ve istismarın, cinsel istismarın, özellikle öfke ve ayrışma olmak üzere, yetişkin romantik ilişkilerinde zorluklar yaşanabileceğine etkisi görülmektedir. Romantik ilişki; iki yetişkinin gönüllü olarak sürdürdüğü duygusal yakınlık, derin bağ kurma ve cinsel ilişki birlikteliği gerektiren ilişki türüdür.
AİLE KONSTELASYONU VE TERAPİLER
Aile, ilişkiler sistemidir. Aile ilişkiler sistemini oluşturan bireyler, hem kendi bütünlüğü içinde homojen bir yapıya sahiptir hem de çevresiyle etkileşimde olan ilişkiler sistemine dahildir. Bu ilişkiler sistemi içinde birey anne karınından itibaren yaşananlarla içine doğduğu ailede yaşadıklarıyla ve yaşam boyu deneyimleriyle psikolojik olarak etkilenmektedir. Nesiller boyu aktarılan ve aile içi örüntülerle bireyin yaşam psikolojisi ve de ailesiyle olan psikolojik bağlamı biçimlenir. Bu biçim yaşam boyu ilişkilerine etki eder. Kısacası; kişinin psişik dünyası, sadece kendi içinde yaşadığı ve bireysel bir süreç değildir. Bu sebeple; bireyin psikolojik iç dünyasında oluşacak değişimin tüm ilişkiler sisteminde doğrudan ve/veya dolaylı olarak etkileşimi olur.
Aile Konstelasyonu çalışmalarında; en basit haliyle aile geçmişinde olan olayların bireyin yaşamına ve otantik benliğine olan etkisi görülür. Aile değerlerinin ve bağlarının nasıl oluştuğu, bu değerlerin ve bağların ailenin işleyişini ne şekilde etkilediği anlaşılır. Bireyin, geçmişten gelen ve işlevselliği olmayan ya da artık işlevselliğini yitirmiş davranış kalıplarını keşfedip çözümlemesi için yapılan terapötik bir süreç olur. Aile Konstelasyonu; bireyin ailesiyle ilişkilerinin yeniden yapılandırılması, geçmişteki travmaların duygu regülasyonu ve duygusal ihtiyaçların karşılanması ile benliğin entegrasyonu için kullanılır. Birey ve ebeveynler ilişkilerine dair yeni iç görüler kazanır. Böylece; bireyin ilişkilerinin yeniden inşası mümkün olmakta ve bireyin kurduğu ve/veya olası kuracağı romantik ilişkilere, inşa edilen yeni benliğin etkisi yansımaktadır. Yeni iletişim modelleri kurulabilmektedir.

İletişim ve aile sistemi kurallarıyla öz saygı arasındaki bağlantıyı anlamak, kişinin duygularıyla birlikte iletişim kurmasına ve romantik ilişkilerine, tüm ilişkilerine etki eder. Duygularıyla uyumsuz davranan bireylerin içsel huzuru yakalamakta zorlandığını, bireylerden uzaklaştığını gözleriz. Çocukluk çağında hissedilen aile huzuru, içsel huzura etki eder. Bu etki yetişkinlikte romantik ilişkilere yansır. Bireyin benlik algısının nasıl oluştuğu; aile içi iletişim unsurları, bireyin çocukluk döneminde yaşadığı travmaları nasıl ifade ettiği ya da edemediği, bireylerin romantik ilişkilerine, kurdukları ailedeki iletişime ve ilişkilere etki eder. Özellikle evlilik uyumu ve evlilik doyumu, ilişkilerde yaşanan zorluklarda başa çıkma tutumları bu etkilerle şekillenir. Algısında öz değeri düşük bireylerin göreceli olarak kendisinden daha düşük öz değerde olan bireyleri ve/veya kendisinden çok daha yüksek öz değere sahip olarak algıladıkları kişileri eş olarak seçebilir. Bu seçimler neticesinde bireyler, birbirlerinden büyük bir umut beklentisi oluşmakta ve kendi öz değerlerini, öz güvenlerini diğeri üzerinden kurmaya çalışabilmektedir. Ancak; bunu yapamayan çiftler, bu sefer çocukları aracılığıyla toplum içinde kendi değerlerini ortaya koymaya ve öz güvenlerini elde etmeye çalışırlar.
Psikolojik destek ile yapılmak istenen, karar vermeyi geliştirmek, öz saygıyı artırmak, sorumluluk almayı teşvik etmektir. Açık iletişimle birlikte duyguları, kelimelerle ifade edebilen, eylemleriyle uyumlu hale gelen bireyin hayal kırıklığı vb. olumsuz duyguları azalır. Böylece; birey çocukluk çağı travmalarının üstesinden gelebilmekte ve öz kabul ile hem kendine hem başkalarına saygı duyabilmektedir. Zaman geçse dahi, travmaların etkilerinin bilinçdışı alanda, bireyin iç dünyasında büyük duygusal kırılmalar yaratabilir. Romantik ilişkilerde kısır döngü halinde bu travma etkilerinin ortaya çıkabilir. Bireyin yetişkin olduğunda romantik ilişkilerine dair sorunlarını, geçmişin travmalarıyla, duygularıyla yüzleşerek, aile içi iletişim biçimlerini ve aile içi rollerle davranış kalıplarını farkındalıkla yeniden düzenleyerek güçlü dönüşümler sağlanabilir. Böylece; birey çocukluk travmaları nedeniyle, doğduğu ailede koruyamadığı içsel dengeyi, otantikliği, öz değeri, psikolojik destek neticesinde yetişkinlikte kurduğu romantik ilişkilerde, ailede inşa edebilir.
Travmaların çözümlenmesiyle birlikte bireyin sevme ve sevilme kapasitesini açmasına, ilişkilerini yeniden yapılandırmasına güvenli bir alan oluşur. Bireyin travmalarına dair iyileşmesi, yakın ve derin bağ içeren ilişkiler kurabilmesini sağlar. Varlığımızın sebebi ailenin, romantik ilişkiler neticesinde kurduğumuz aileye etkisinin gücü çarpıcıdır.
*Psikoloji içerikli bu yazımın kaynağı, psikoloji mezuniyet projemdir.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

