Değişmesini beklediğin bir bedenle evde hissedemezsin
Farkındalık

Değişmesini beklediğin bir bedende evde hissedemezsin

Heyyy gençler (telaffuzu açık olan e harfi lütfen), yaz vücutları hazır mı heee? Nasıl gidiyor? Verildi mi son 3-5-8, bilmem kaç kilolar? Sen söyle iki ben diyeyim kaç, bunun bir sonu var mı ki? He? Nasıl? Güzel bir başlangıç oldu bence.

Tam yaza, yazın neşesine, sıcağına, denizine, eteğine, ayyy etek demişken selülitine, G5 masajına, “koş koş son 2 kilo kaldı onu vermem lazım” diyetine, “incecik ipli bikini aldım, bu iplerden fışkırsın mı bu tiksinç yağlarım yaaa”lara uygun bir başlangıç hem de. Tadından yenmez. Yenmiyor. Şahsen benim boğazımda kaldı. Bir yumru. Yutamıyorum. Durun-… Gerçekten-… Yutamıyorum, yutkunamıyorum. Öhö öhö! Help! Nefes! Nefes alamıyorum…

Şaka yaptığımı sanıyorsunuz ve evet biraz şakaya vuruyorum ama şaka değil aslında. Ben artık bu baskıdan dolayı çok bunalmış durumdayım.

Yaz yaklaşıyor bacaklar ortaya çıkacak, selülitlerim, göbeğim, kıllarım, oyum, buyum, şuyum… O kadar çok dert ki. Aylar öncesinden gelen bir dertler silsilesi… Hepimiz hazırlanıyoruz üstelik. Yaz elinde sopasıyla bizi bekliyor ve standartlara uymayanları içeri almayacak. Dışarıda kalanlara ne olacak? Bilmek istemiyoruz. Kalamayız dışarıda. Olamaz selüliti olan biz olamayız, bıngıldak göbeğimizle, bitişik bacaklarımızla bikinimizi giyemeyiz, ya-pa-ma-yız anlıyor musunuz? 

Yaz bitiyor, sonra… Sonra ne oluyor? Bu dertler bitiyor mu? Biter mi? Hiç bitti mi? 

Bedenimizle mücadelemiz biter mi? 

Hiç bitti mi? 

Evet, bir mücadele bizimkisi. Sürekli, bitmek bilmeyen bir mücadele. Neden? O bizimle mücadele ediyor mu ki? Neden ona savaş açtık? Bir türlü izin vermiyor, ne yapmak istiyorsa onu yapsın diyemiyoruz.

Onun yeterince akıllı olduğuna inanmıyoruz. Oysa öyle. Oysa o neye ihtiyacı olduğunu çok iyi biliyordu. En başından beri. Ona neyin iyi geleceğini, neye nasıl tepki vereceğini, ne zaman acıktığını, ne zaman doyduğunu, nasıl hissettiğini hepsini duyumsayabiliyordu. Sonra aralarda bir şeyler oldu, birileri araya girdi ve biz bağlantıyı yitirdik. Ona hiçbir şey bilmeyen bir budalaymış gibi davranmaya başladık. Oysa, kusuruma bakmayın ama, ben asıl budalanın biz olduğumuzu düşünüyorum. Bir şey bilmeyen işte bizim bu zihinlerimiz. Koşullanmış, algısı şekillendirilmiş zihinlerimiz… Bize birileri, o iyi, bu kötü, onu yap, bunu bırak, onu ye, bunu yeme gibi bir sürü şey dedi, sonunda mutluluk vadetti, sevilme, kabul görme vadetti ve biz bunun uğruna bedenlerimizi terk ettik. Oysa bizi kapsayan, kollayan, hayatta tutan, bizi tüm tecrübelerin içinden geçiren, hissettiren, tattıran o biricik kendine has şey, sadece bize ait olan evimiz, yani bedenimizdi. Onun evimiz olduğunu unuttuk. Onu bir aksesuar sandık, sanıyoruz. O bundan çok daha fazlası. Her gün her an bir sürü şeyi başarıyor ve bunu kolaylıkla yapıyor diye onu biraz hafife alıyoruz sanırım. Mütevazılık etme gerçek sanırlar diye bir atasözü vardır ya, işte o. He he. Biraz acıklı girmiştim, azcık şaka yapayım dedim.

Canlarım, kardeşlerim, güzel kadınlar, erkekler, dostlar bedenlerimiz bizden ayrı şeyler değil. Bizler ise onu ayrıştırıyoruz farkında mısınız? O bizim bir parçamız. Biziz o. O biziz. Ay anlatabildim mi?

Yani ona ait her bir parça beni ben yapan şey. Çocukluğumdan kalan o iz, anneminkilere benzeyen taraklı ayaklarım, pörtlek kahverengi gözlerim, sadece bana has olan popom, bacaklarımın her bir kıvrımı, hepsi benim hepsi bana ait. Bedenim bir bütün.

Ben bir bütünüm. Biz iş birliği içinde çalışıyoruz. Çalışmak zorundayız. Çalışmazsak hastalanırız, hastalanıyoruz. Ve evet dünyada en önemli şeylerin başında sağlık geliyor.

Ben bir nene değilim ama bunu biliyorum. Bilmeyen varsa, büyüyünce anlarsınız. 🙂

Bedenim benim bu yaşamdaki aracım, o benim enstrümanım.

Hem onun sayesinde deneyimliyorum birçok şeyi hem de onun sayesinde bir sürü şey yaratıyorum. Gerçek bir sanat eseri. Biricik bir şey. İçi ayrı bir tasarım, dışı ayrı bir tasarım. Biz ise doğuyoruz, biraz büyüyoruz, azıcık aklımız başımıza geliyor başlıyoruz onu değiştirmeye çalışmaya.

Orası şöyle olsun, burası böyle olsun. Yahu daha bir dur!

Daha sen aracını, enstrümanını tanımıyorsun ki. Daha neler yapabiliyor bilmiyorsun. Bir dur. Bir dene. Bir yerleş güzelce içine. Bu araç bu yaşam tecrübesi için sana özel tasarlandı.

Bunun bir özel sebebi olmalı öyle değil mi? Burası hiçbir şey yokken sahip olduğun ve olacağın yegâne yer. Yani evin burası senin. Ve sen onu sürekli değiştirmeye, onu sürekli kıyaslamaya, yetersiz görmeye başladın bile. İşte ben de sana soruyorum. Ne zaman evinde olduğunu anlayacaksın?

Bu arayış hep devam ederse, ne zaman fark edeceksin? Edebilmen mümkün mü? İşte bu yüzden diyorum, ben demiyorum aslında, defalarca gördüğüm bir söylem bu sadece sizinle de paylaşmak istedim: Sürekli değiştirmek istediğin bir bedende evinde hissedemezsin. Nokta. 

Size bir şey söyleyeyim mi? Bire bir yaptığım seanslarda birçok kişi evde olma ve güvenlik duygusunu bulmakta güçlük çekiyor. Konu hep dönüp dolaşıp şuna geliyor aslında, bu dışarıdan sağlanacak bir şey değil. Bu insanın içinde inşa etmesi gereken bir şey. İnsanın evi kendisi ve dolayısı ile güvenli alanı da kendisidir.

Ve bunu sağlayabilen insanlar merkezlerinde güçlü durabilen insanlar gerçekten. Bedenimizle ilişkimiz öyle azımsanacak bir şey değil. Her anın içinde onunla ilişkimiz yatıyor. Çoğu zaman fark etmediğimiz bir boyutta. Sürekli sinyal veriyor, sürekli bir şeylere çekliyor ya da bir şeylerden itiliyor fakat birçoğumuz bedenimizin itkilerini vesinyallerini duyumsayamayacak durumdayız çünkü neden? Evde değiliz.

Son olarak size geçen gün başıma gelen bir olayı anlatmak istiyorum.

Ben yıllardır çektiğim kronik migren ağrılarım için bir tedavi görüyorum bugünlerde ve çok zor kabul etsem de bir ilaç tedavisine başladım, çok zor teslim oldum ama teslim olmaya çok ihtiyacım vardı. Fakat ilacın yan etkilerinden biri kilo kaybı ve ben bunu yaşıyorum şu anda. Bu süreç benim için yeterince tuhaf, belki anlatırım başka bir yazıda ama sonuç olarak kontrolüm dışında kilo veriyorum, bu konuda hislerim çok karmaşık, fakat etrafımdaki bazı insanların hoşuna gidiyor kilo vermem. Örneğin annem: Bütün bedenimle ilişkili yolculuğunu bilse de kızını incelmiş gördüğünde kadına bir mutluluk geliyor, tutamıyor kendini.

Ben artık buna tepki vermemeyi öğrendim. Anlatmaktan da yoruldum. Neyse konu bu da değil. Alışverişe gittik ve kabinde bir etek deniyordum, o sırada dışarıdaki sesleri duydum, kadın diyordu ki “dar oldu ama zayıflayınca giyerim” işte orda donumla birlikte kabinden “duruuuuuuun” diye fırlamak istedim. Demek istedim ki “bacım, lütfen, bugünkü, bak şu an hali hazırda sahip olduğun güzel canın bedenin için al şu lanet olası pantolonun bir beden büyüğünü, onun canı yok muuuu?!” Diyemedim tabii. Sonra eteği denedim. Çıktım. Etek biraz dar oldu. Annem ne dese beğenirsiniz?

“Al, zaten böyle gidersen iki haftaya rahatlar bu etek üstünde.” Ben de içime doğru “Ama ben bugünkü bedenim için bir şey almak istiyorum” diyebildim. O da “Ne?” dedi.

“BEN BUGÜNKÜ BEDENİM İÇİN BİR ŞEY ALMAK İSTİYORUM!” dedim.

O kadının da duyduğunu umarak. Annem de “Ay Aslııı alma o zaman” dedi. O an enerjim emildi ya. Tek başıma dedim nasıl değiştireceğim tek tek bu düşünceleri. Dolabım, zayıflayınca giyerim dediğim bir sürü kıyafetle doluydu benim arkadaşlar. Eğer sizin de öyleyse lütfen kurtulun onlardan ya. İster satın ister birini sevindirin, bağışlayın ama lütfen cağnım bugünkü bedeninizi görmezden gelmeyin. Ona da güzel şeyler alın. O şu anda burada ve buna şahit oluyor. Ona geçici bir şeymiş gibi davranmaktan vazgeçmeliyiz. Onun değişmeye hakkı var. Bugün kilo alır, yarın zayıflar. Bazen şişer, bazen de iner. Bu ona yapılan bir zulüm, gerçekten öyle. Onun hisleri var, o inciniyor. Benden söylemesi.

İşte bugün de böyle. Şunu da ekleyeyim gitmeden, çok çok sevmiştim ilk gördüğümde, sonraki yazılarda konuşacağız üzerine: Bedenim bir aksesuar değil, bedenim bir enstrüman.  Sevgi olsun!


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Aslıhan Aydoğan Büyükakgül
1988 yılında doğdu. 21 yaşında Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına özel sektörde başladıktan 5 sene sonra, istediğinin bu olmadığına karar verdi ve hayallerinin peşine düşmek için işinden ayrıldı. 27 yaşında oyunculuk dersleri almak adına çıktığı yol onu kendi özüne doğru olan yoluna da yönlendirdi. Bu süreçte birbirinden farklı birçok eğitim aldı. Bu eğitimler hem bilişsel bilgileri, hem mistik ilimleri içermekteydi. Şimdi ise oyunculuğun yanı sıra tüm bu deneyimleri esentezleyerek tasarladığı atölyeler, danışmanlıklar ile kişiler ile birebir çalışmalar yapıyor.