Farkındalık

Eskisi gibi…

Bir varmış, bir yokmuş… 

Bir masalın giriş cümlesi midir, yoksa insanın bu hayata geliş ve gidişinin sembolik anlatımı mı? 

Hani şu bir türlü barışamadığımız, peşinden koşup yorulduğumuz, elimizden kayıp giderken bakakaldığımız zaman ve insanın anlam arayışı, Kaf dağını aşıp buluşabilirler mi? 

Geçip giden yılların, boşa geçirilmiş günlerin, dünden yarına yapılan yolculukların yorgunluğuyla zamanın hızına yetişemediğini iddia edenlerle, bir bebek ya da parkta oynayan bir çocuk aynı fikirde olabilir mi? 

İnsanın anlam arayışının en derin sohbetidir zamanla ilişkisini tanımlamak. Neye ve neden emek verilmeli, geçmişin ipiyle hangi kuyuya inilmeli, geleceğin vadettiklerine ne kadar yatırım yapılmalı, bu soruların cevaplarını bulmak neredeyse yolun yarısına hatta belki son nefese kadar sürüyor. 

Mesela, dünyaya geldiğimizde bir mektup verselerdi elimize ve burada kalış süremizi bildirselerdi, zaman makarasını geriye veya ileriye saramayacağımızı anlatsalardı iyi olabilirdi. 

Mekân olmadan, zaman diye bir şey olmaz deseydi doktor, popomuza şaplağı indirirken. Hemşire göbeğimizi düğümlerken fısıldasaydı “Dokuz aylık ömrün bitti, şimdi burada daha uzun süre kalacaksın ama bil ki bir gün bu da bitecek” , “Sadece yaşadığın an var” diye kundaklasaydı ebemiz, bunca zamanın akıp gitmesine fırsat vermeden. Kapatırdık ömür çeşmemizden akıp gidenleri, israf etmez ve kullandığımızın kıymetini bilirdik. 

Eskisi gibi değil diye mızmızlanmayı bırakırdık. Bizi çekiştiren gelecek uçurtmasının ipini gevşetir, akışla kucaklardık hayatı, tadına varırdık yediğimiz içtiğimizin, sohbetlerimizin hakkını verirdik, koşa koşa oynardık ağaçların arasında, kuşlarla daha çok sohbet eder, yağmurla yıkanırdık, sessizce dinlerdik hayatın söylediklerini. 

Sahi ne kadar daha buradayız bilen var mı? 

Bu dünyaya doğarken bizden esirgenen sırları ifşa ediyor, gitme zamanı gelenler; “Yaptıklarım için değil, yapmadıklarım, yeterince tadına varamadıklarım, ertelediklerim için pişmanım, biraz daha yükleme yapsalar zaman kredime döner doya doya yaşarım an be an” diyorlar.

Sahi söylemeyi unuttum: hiçbir şey eskisi gibi değil, farkında mısın? 

Eskisi, yenisi derken geçip gidiyor zaman, hakkını vererek yaşamak için şartları kaldırsak, pazarlıkları bitirsek mi, ne dersin? 

Elimizde tuttuğumuz haklılık ipini bırakırsak, keyifli bir hayat sürmemiz gayet mümkün… 

 

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

meltem-reyhan
Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji ve İstanbul Üniversitesi Antropoloji Bölümlerinde eğitim aldı. Dinler tarihi, sosyoloji, semboller, tasavvuf ve rüya konularında araştırmalarına devam ediyor ve kitaplar yazıyor. Kendi akademisinde öğrenci yetiştiriyor.