Farkındalık

Farkındalık ışığı bir kez yanarsa dönüş yoktur


Varoluşumdaki mutlak yalnızlık ve dışımda zuhur eden çok gerçekçi illüzyonu fark etmek

Yeni yılın bu ilk günlerinde zamanın aslında bir illüzyon olduğunu düşünürken buldum kendimi. Ve sonra biraz daha derinleşip içinde yaşadığımız dünya ile bağım kopunca yine felsefi konulara kaydım. Kadim kaynakların anlattığı Altın Çağ’ın yeni insanına yönelik yeteneklerimizi fark edebiliyor muyuz emin değilim diye düşündüm. Mesela her yerde “beşinci boyut” lafı geçiyor ama kim bu beşinci boyut algısına sahip? Bunu biliyor muyuz? Ya da beşinci boyut algısındaki zihnin yapısının, algılayış tarzının nasıl değişiklikler gösterdiğini…Türkiye’de yabancı kaynaklardan çevrilmiş ezbere sözler, birkaç gönülden bilgilendiren ve bu durumları kendi gerçekliği haline getirmiş ustanın dışında, bu konuda çok da kaynak yok henüz. O yüzden her zaman yaptığım gibi düşe kalka, deneyimleyerek ve bu deneyimleri anlamlandırmaya çalışarak ilerliyorum kendi yaşam maceramda.

Bazen illüzyonu iliklerimize kadar hissettiğimiz anlarımız olmuyor mu?

Sizi bilmiyorum ama ben zaman zaman ve hatta son zamanlarda sıklıkla bedenimin içinde farklı bir algı düzeyi yaşıyorum. Olan biten her şeyi tarafsız bir yerden bazen bir kameranın ardından izler gibi, bedenimin varlığından bağımsız, yukarıdan bir yerlerden görüyor ve kendimi bir filmin içinde hissediyorum.

Böyle söyleyince kulağa bayağı garip ve de ruhsal desteğe ihtiyacı olan biri gibi gelebilirim. Belki de bu halleri ilk defa deneyimleyenler için oldukça korkutucudur da bu dediklerim. Ama işte insan uzunca yıllar ruhsal gelişim, varoluş, ruhsal yolculuk ve tekâmül gibi konularla bilgi edinme ve pratik düzeyle haşır neşir olunca olaylara çok başka açılardan bakıp kendi içinde birtakım sentezlere varabiliyor.

Bu deneyimleri -yukarıda da bahsettiğim gibi- kimseler de bilimsel açıdan anlatmıyor. Ya da en azından şu ana kadar ben literatürde bu tarz analizlere pek rastlamadım. Spiritüel deneyimi bilimle birleştiren öğreti sayısı ve kaynak çok az. Bu yüzden de ya psikedelik[1] ile ulaşılan bilinç düzeyleri ya da aşırı bir esriklik haline getiren meditasyonlarda olur sanılıyor bu haller. Oysaki günün bazı anlarında ben böyleyim. Ruhum bedenimde değil gibi sanki. Psikiyatra gidip anlatsam, ben bunları hissetmeyeyim diye bana ilaç verir ama aslında tam da bunları hissetmek için bu çağda buradayız. Çok şükür parlak bir zihin ve sağlıklı bir bedene sahibim. Ruhsal olarak da yolda kalmaya çalışan, talimli bir yolcuyum. Yani henüz delirmedim.

Velhasıl kendi deneyimlerini bilimsel ve herkes tarafından anlaşılır zeminlere çekmeyi seven ben, biraz yazarak anlamak ve bunu yaparken de siz değerli okuyucularla paylaşmak istiyorum. Belki bu anlatılar, başkalarında da yankı bulup, deneyimlerini adlandırabilmelerine ve daha korkusuz bir yerden ilerlemelerine neden olur umudumla.

Bu arada hiçbir zaman “şu seviyede bir ruhum, şunu yapabiliyorum, bunu yapabiliyorum, bir önceki yaşamımda şuydum, buydum” diyen bir insan olmadım. Bunu açıklama gereği duydum nedense. Zira yapacağım şeyin zeminini rasyonel bir perspektife çekmek benim için daha elle tutulur bir yöntem olacak. Yoksa Peru’nun dağlarında yaşadığım zihin ötesi deneyimleri buradaki köşemde de yazdım. Daha özgür ve kabulde olan zihinler o yazıları da okuyabilirler.

Şimdi gelelim bugünkü rasyonel ve fizik bilimiyle açıklanabilecek evren tasarımım içerisinde dünyayı ve gördüklerimi nasıl olup da illüzyon olarak fark edebildiğime…

Hep duyarız; ruhsal öğretmenler, “dışarıda hiçbir şey yok”, “içeride ne varsa dışarıda o vardır” “gördüğün her şey senden yansıyanlardır”, “yalnız geldin, yalnız yaşadın ve yalnız gidiyorsun” derler.

Kaçımız bunların tam olarak ne demek olduğunu anlayabiliyoruz?

Bence bu tam anlamıyla zaman meselesi… Gelişkin zihinler için dahi, teori düzleminde anlasa da denilenleri, eğer deneyim yaşamamışsa, tam olarak anlaması, bunun ötesinde idrak etmesi imkânsız. Bende de böyleydi. Önceleri bu sözleri duyar, içimde tarifi zor depremler yaşardım. Enerji alanımda bir şey açılırdı ve çoğunlukla korku enerjisi yayan bir durum oluşurdu. Okuduğum kitabı, makaleyi bırakır hemen gündelik yaşama geri dönmek, anladığımı unutmak isterdim. Sonra sonra ruhsal yolda ilerleyip, yalnızlığımla barıştıkça, tüm evreni içimde hissedip, Yaradan ile bağımı güçlendirdikçe bambaşka şeyler hissetmeye başladım.

Varoluşumdaki mutlak yalnızlık ve dışımda zuhur eden çok gerçekçi illüzyonu fark etmek…

Buna rağmen oyunda farkındalıkla kalmak… Acıyı da sevinci de çok takılmadan yaşayabilme ustalığı…

Nasıl oluyor peki? Biz nerede yaşıyoruz?

“Kendi kozalarımız içerisinde tamamen kendi zihin programımızın yarattığı bir “matrix”in yansımaları arasında, tekâmül yolumuza göre dinamik değişkenlik gösteren bir hayat oyununda” desem anlaşılır olur muyum bilmiyorum.

Bu dediklerimi anlayabilmek için evrenin holografik bir tasarıma sahip olduğunu kabul etmek gerekiyor. Yani parçanın içinde bütünün bilgisinin olduğunu bilme ön koşulu. Ve gördüklerimizin, çok büyük bir gerçekliğin, sadece filtrelenmiş bir kısmı olduğunu hissedebilme yeteneği.

Bu zihin açan söylemlerimi fizik kuramlarıyla destekleyebilir, meraklı okuyuculara kaynaklar gösterebilirim ama bunun da ötesinde zihinleriyle anladıklarını ruhlarıyla da hissedebilme olgunluğuna getirebilir miyim emin değilim.

Bu yüzden sadece şimdilik harika bir başucu kitabımdan alıntılar yapayım diyorum. Michael Talbot’un 1991 yılında yayınlanmış Holografik Evren adlı kitabı bende dünyamı değiştiren bir algı düzeyi açmıştı. Belki meraklanır, siz de bu kitabı alırsınız.

“Bilincin ve yaşamın (ve aslında her şeyin) evrenin içinde bir anda topluca bulunduğu fikrinin aynı derecede çarpıcı başka bir yönü de var. Bir hologramın her parçasının bütünün imgesini taşımakta olduğu gibi, evrenin her bir parçası da tümünü içeriyor. Bunun anlamı şudur: Nasıl ulaşabileceğimizi bilirsek Andromeda galaksisini sol elimizin baş parmağının tırnağında da bulabiliriz. Aynı zamanda Kleopatra’nın Sezar’la ilk karşılaşmasına da tanık olabiliriz. Çünkü ilke olarak tüm geçmiş ve tüm geleceğin imaları uzay ve zamanın en ufak bölümüne varıncaya dek her yere yayılmış durumda. Bedenimizin her bir hücresi tüm kozmosu barındırıyor. Her yaprak her yağmur damlası ve her bir toz tanesi de öyle tıpkı William Blake’in ünlü şiirinde olduğu gibi ve ona yeni anlamlar ekleyerek:

Dünyayı görmek için bir kum tanesinde

Ve cenneti bir yaban çiçeğinde,

Yakala sonsuzluğu avucunun içinde

Ve bir saatin içinde ebediyeti”[2]

“Evren bu kozmik enerji denizinden ayrı değildir, evren bu denizin yüzeyindeki bir dalgacıktır, düşünülemeyecek kadar engin bir okyanusun ortasında, ona kıyasla ufak bir uyarıcı desendir. Bu uyarıcı motif göreceli olarak özerktir ve tezahürün üç boyutlu belirgin düzenine yaklaşık olarak yinelenen, dengeli ve ayırt edilebilir yansımalar yapmaktadır,” der Bohm[3].

Şükrediyorum ki bu satırların içimde yarattığı deprem artık tanıdık. Çünkü ben illüzyonu zaman zaman dibine kadar hissedip, enerjiden oluşan bir algılayış şeklini deneyimleyebiliyorum. Bunu yapabilme nedenimin, bilinçli ya da sezgisel bir yerden yıllardır üzerinde çalıştığım, spiritüel bedenimin, ışık bedenime uyumlanma çalışmaları olduğunu düşünüyorum. Son 10 yılda bazı karmik enerjilerimi temizleyebildiğimi fark ediyorum. Eskiden bende endişe, korku ve duygudurum bozukluğu yaratabilecek negatif düşünce ve duygularımın enerjik etkilerinden muaf olduğumu uzunca bir süredir hissediyorum. Böyle olunca da hakikat biz beşerlere yavaş yavaş açılıyor zannımca. Tabii her insan gibi aktif bir egom var ve bana hatalar yaptırıyor ve ben de öğreniyorum. Onu ehlileştirme yolunda bayağı yol kat ettim, ölene kadar da birlikte yolculuk edeceğiz, biliyorum. Egonun yardımıyla da yükselmek mümkün, sadece ipleri onun eline vermemek, özün sesini daha çok duymak lazım.

Demem o ki eğer insan bir kere farkındalığın ışığını yakar ve ruhunun rehberliğine başvurur ise artık geri dönüş yoktur. Tekâmül her ne kadar spiral bir yol olsa da üst çakralara doğru bir yükseliş yolu vardır ve insan bu konuyu odağına koyup çalıştıkça beden dışı deneyimlere kendini açabilecek ve de evrenin enginliği konusunda çok farklı deneyimlere açılabilecektir. İşte o zaman belki birçok mistiğin deneyimlediği ve benim de arada bir sezdiğim bu illüzyon algısı kırılıp ölmeden önce perdeleri kaldırabiliriz. Ve belki o zaman sadece sevgi enerjisinden oluşan rengarenk enerji dalgalarıyla süslenmiş ve müzikle dolu evrenimizi gerçekten görebilir ve duyabiliriz.

Ne dersiniz?


[1] Psikedelikler veya saykodelikler, birincil etkisi olağandışı bilinç durumlarını tetiklemek olan halüsinojenik madde sınıfıdır. Bu maddeler, belirli psikolojik, görsel ve işitsel değişikliklere ve sıklıkla büyük ölçüde değişmiş bir bilinç durumuna neden olur. (Vikipedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Psikedelikler)

[2] Holografik Evren, Michael Talbot

[3] Holografik Evren, Michael Talbot


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

nihan-uycan-ozen_
Yazar, sosyal girişimci…”Her yeni adımla kendine biraz daha yaklaşmış, yapmak istediklerini keşfetme yolunda ilerleyen bir ruh. Toplumda sosyal fayda yaratımını @kopruproject ile destekliyor.