Güzellik kimliğe dönüşünce
Farkındalık

Güzellik kimliğe dönüşünce

Hey heyy! Merhaba herkese. Nasıl geçiyor yazınız? Çok sıcak! Sıcakta yazmak da ne zormuş. Yazmak da yaşamak da zor. Ay bir de bilenler bilir, bitişik bacaklar da zor yazın.  Benimkiler bitişikler de… Çok seviyorlar birbirlerini ondan. Ayıramıyorum. Zamanında ayırmaya çalıştım, ne yaptıysam ayıramadım. En zayıf olduğum zamanlarımda bile onlar koyun koyuna geziyorlardı. E ne yapayım dedim, sevenlerin arasına girilmez, günahtır. Hehehe. Annem de “iyisin hoşsun da” der, “Şu bacakların niye bitişik?” “Ay anneee” derim, “BİLMİYORUM! Düş yakamızdan artık. Benim ve bacaklarımın yakasından düşşş. Zaten senin yüzünden ben bu bacaklarımla yıllardır barışamıyorum” daaa , işte “Hatırlıyor musun küçükken bana küloş etek giydirmezdin tombulum diye, hep pileli alırdın ama ben sevmezdim” deee, “Zaten yemek yerken de hep uyarırdın ağlayarak kalkardım sofradan” daaa falan diye bir tetiklenme Alllaaaah… Ahahaha tövbeler olsun. Neyse ki bunlar geride kaldı. Ama beni biraz daha iyi tanımanız için de önemli. Travmatik şeyler var tabii benim de çocukken yaşadığım, bedenimle, sezgilerimle bağımı kopartan. Şimdi yıllardır onları tekrar inşa etmekle uğraşıyorum. Ama bugünün konusu bu değil. Nerede kalmıştım? Bacaklarım! Sürtünüyorlar, tahriş oluyorlar, acı çekiyorlar, yine de ayrılmıyorlar. Arabesk bir aşk onlarınki. Bir inat yani. Tabii kimin bacakları? Neyse yapacak bir şey yok. Kabul ettik. Bazı yöntemler sayesinde nasıl tahriş olmayacaklarını öğrendim en azından. Yazın hariç çoğunlukla mutlu mesut gidiyoruz. Ancak kabullenmekte en zorlandığım yerlerden biri bacaklarım. Bacaklarımın kalınlığı. Sadece konforu değil tabii dert edindiğim, nasıl göründüklerine de takığım. Her zaman değilim ama o eski yaralar zaman zaman kanıyor. Aslında bugünkü konum bacaklarım da değil ama buradan gireceğim asıl konuya.

Şimdi, size şöyle bir soru soracağım ve sormadan da diyeceğim ki lütfen ama lütfen dürüst olun. Bir okuyun soruyu, arkanıza yaslanın ve gerçekten cevap verin. Zaten kendiniz bileceksiniz cevabı sadece. Soru şu: Bedeniniz hakkında ne hissediyorsunuz? Dediğim gibi acele etmeyin. Bir durun ve bu soruyu bir çevirin içinizde. İsterseniz cevabınızı bir kağıda yazın, siz bilirsiniz ama lütfen çok dürüst olun. Ve ardından şunu da soruyorum: Peki sizce neden böyle hissediyorsunuz?

Buradan sonra olaylar çok ilginç. Neden mi? Çünkü bu soruya verilen yanıtların birçoğu kişilerin hislerini yansıtmıyor . Neyi mi yansıtıyor? Şunu yansıtıyor: Bedenlerinin dışarıdan nasıl göründüğü hakkındaki fikirlerini. Ve bu fikirler ise genellikle kendilerinin kendi bedenlerinde gördüğü ya da başkalarının kişinin bedenine baktığında gördüğünü düşündüğü kusurları içeriyor. Yani göbeğindeki yağ katmanı, düz memeler, kalın bilekler, kalın bacaklar, lekeli cilt, selülitler gibi “kusurlar” geliyor ilk akıla. Sanki kişiye ne hissettiği değil de “Biri bedenine baktığında ne görmemesini isterdin?” sorusu sorulmuş gibi, içerisinde utanç, korku, anksiyete ve acı içeren cevaplar geliyor. Diğer cevaplar ise bedeninin ne kadar da iyi göründüğü ve fit olduğundan dolayı hissedilen minnet dolu cevaplar. İşte parlak bir cilt, kaslı kollar, kıvamlı kıvrımlar… Sanki burada da kişiye “Biri bedenine baktığında ne görmesini isterdin?” sorusu sorulmuş gibi. Bu durumda verilmiş olan cevaplar her ne kadar çok daha iyi görünüyor olsa da aslında bu kişiler için gelecek biraz daha fazla endişe verici. Çünkü bedenleri için “nasıl göründüğünden ötürü” pozitif hissedenler, bu “ideal” durum hastalık, yaşlanma, hamilelik ya da başka bir sebepten değiştiğinde, çok hızlı bir şekilde yıkımla karşılaşabiliyor maalesef ki. Bu da bizi konunun başlığına getiriyor: “Güzellik Kimliğe Dönüşünce”.

Sadece şunu soruyorum: Dünyadaki en önemli şey, en güzel olmak mıdır? Güzellik midir?

Onay ve özgüvenin tek kaynağı tamamen dış görünüşle bağlantılı ise yani “idealize edilmiş güzellik” ise ve aynı kaynak artık benzer ideal sonuçları veremez hale geldiyse, sonu büyük bir hüsran ile sonuçlanabiliyor. Ne demek bu? Bir insan yalnızca güzel olduğunu düşündüğünde ve dış dünyadan da buna dair onay aldığında mutlu, özgüvenli, değerli, güçlü vs. bir sürü pozitif banttaki duygudurumunda hissediyorsa eğer; bu “güzel” denilen göreceli, birileri tarafından sürekli standartları, algısı  değiştirilen sıfatı, değişen ve dönüşen bedeninde artık taşıyamadığında ne olur? Yani bir gün artık güzel olmadığında, kabul gören güzellik standartlarına uymadığında ne olur bu kişiye? Bugünün standartlarına göre düşünelim mesela: Çok fit ve gerçekten güzel bir kadın aniden yaşadığı bir rahatsızlık sonucu kullanması gereken bir ilaç yüzünden ciddi anlamda kilo alsa, o parlak cildi tamamen bozulsa ve sivilcelense bu kadına o zaman ne olur? Bunun cevabını, o kişinin bedeniyle kurduğu ilişki belirler tabii. Ama benim altını çizmeye çalıştığım noktadan bakmamız gerekecek olursa, kişi eğer ki güzelliğini kimliği haline getirdiyse, yani yaptığı, olduğu, gerçekleştirdiği onca şey yerine, onayı, kabulü, mutluluğu, özgüveni ne kadar güzel olduğuna dair aldığı geri dönüş ve kıyas ile temin ediyor ise, onun kimliği güzelliği olmuştur. Belki çok yeteneklidir, belki bir sürü şey başarmıştır hayatta ama tüm bunların güzelliğinin, bedenine dair aldığı övgülerin, kabulün yanında hiçbir önemi yoktur. Yani güzelliği artık onun kimliği haline gelmiştir ve o, bundan rahatsız değildir. O çok güzel olan kadın, en güzel olan kadın olarak anılmaktan hiç gocunmaz. Bundan hiçbirimiz gocunmayız öyle değil mi? Bu kötü bir şey değildir. Beğenilmek yani. Sadece şunu soruyorum: Dünyadaki en önemli şey, en güzel olmak mıdır? Güzellik midir?

Verdiğimiz cevaplara baktığımızda anlıyoruz ki beyinlerimiz yıkanmış durumda. Bedenlerimize dair ne hissettiğimizi içsel bir yerden duyumsamak yerine, bedenlerimizi nesneleştirerek dışsal bir gözle değerlendiriyoruz.  Ve hislerimizi, bu nesneye dışarıdan bakarken duyumsadığımız eleştirilerimizle ya da  beğenilerimizle ve başkalarının bu nesneye baktığında göreceğini düşündüğümüz kusurların kaygılarıyla ya da beğenilerin gururuyla karıştırıyoruz. Sanki bedenimizin içinde yaşayan bir biz var, bir de dışarıdan bizi izleyen eleştiren bir biz daha var. Sonuç olarak hepimiz o en güzel, en beğenilen kadın, erkek olmak için ruhumuzu satmaya hazırız. Yani sorulara verilen cevaplardan şu anlaşılıyor ki maalesef bizler önce vücut, sonra insanız.

“Pozitif beden imajına sahip olmak bedeninin ne olursa olsun güzel göründüğüne inanmak ile ilgili değildir. Pozitif beden imajına sahip olmak demek bedeninin yeterince güzel değil yeterince iyi olduğunu bilmektir.”

Tüm bunlardan asıl problem iyice ayyuka çıktı sanırım he? Problem şu: Bedenlerimizin nasıl göründüğüne odaklı bir şekilde yaşıyoruz. Bir önceki yazıda biraz beden olumlama hareketinden ve neden eksik kaldığından bahsetmiştim. Konu biraz oraya bağlanacak, eğer okumadıysanız lütfen ziyaret ediniz. Beden olumlama, bütün bedenler güzeldir, her beden bikini bedenidir gibi sloganların hepsi çok güzel, çok güzel bir amaç uğruna yaratılmış hareketler fakat… Bütün bunların en büyük problemi şu: Hepsi tamamen bedenin dış görünüşüne odaklı. Bu yüzden de konunun asıl kökenine hiçbiri dokunmuyor. Problemin kaynağına hiçbiri inmiyor. Yani asıl problemi çözmüyor. Çünkü asıl anlamamız gereken şu: Pozitif beden imajına sahip olmak bedeninin ne olursa olsun güzel göründüğüne inanmak ile ilgili değildir. Pozitif beden imajına sahip olmak demek bedeninin yeterince güzel değil yeterince iyi olduğunu bilmektir. Düşünsenize, hayatımızı bugüne kadar bu müthiş makinenin içinde geçirdik ve bedenimiz hakkında ne hissettiğimiz sorulduğunda aklımıza gelen ilk şey başkaları tarafından bedenimizin nasıl göründüğü üzerinden ürettiğimiz fikirler.

Şimdi gelelim yine bu konuda neler yapabileceğimize. İlk önce şimdi ve bundan sonra hep şunu hatırlamak önemli: Ben bir bedenden çok daha fazlasıyım ve bedenim bir aksesuar değil, bedenim bir enstrüman. Belki bir kağıda yazar, bir yere asarsınız hatta ne de güzel olur. Ben bir bedenden çok daha fazlasıyım ne demek? İşte yazının başlığına gelelim. Ben sadece bedenimin yansıması değilim. Güzel ya da değil, zayıf ya da şişman, uzun ya da kısa, engelli ya da değil. Ben koca, bütün bir dünyayım. Yaptıklarımla, yapamadıklarımla, bana has olan, farklı olan, aynı olan her küçük ayrıntımla. Her gün “ben” denilen şeyi gerçekleştirmek için çabalıyorum ve bunu elimden gelen kadarıyla yapıyorum ve bu yeterli. Ve bedenim tüm bu yolculukta, deneyimde benim en önemli eşlikçim. Dünya’da onun sayesinde varım. O benim aracım. Bu kesinlikle bir süs eşyası değil. Kesinlikle bir yere konulacak ve izlenmesi için sergilenecek bir şey değil. Bir sanat eseri olduğu kesin ama o benim. Bana ait. Onun sayesinde deneyimliyorum ve onun eksiklikleri ve fazlalıkları sayesinde bu deneyim bana has. Bu yüzden bu benim aracım, başkasının değil ve bu bir tesadüf de değil. O yüzden kurulacağım kumanda koltuğuna ve tuşlarına basacağım ve bakacağım nasıl sesler çıkartıyor, hangi tuş neye yarıyor? Biraz metaforik bir anlatım oldu belki ama bir o kadar da değil aslında.

Eğer ki sen sen isen, o bedenin senin bedenin olmasının bir sebebi var. Bedeninin bir hikâyesi var. Ve o hikâyeyi dışarıdan bakarak duyamazsın, içine girmen gerekir. İçine girdiğinde anlatacak. Bu çok özel bir şey. Gerçekten öyle. Öyle özel ki sadece sana gösterilmek ve deneyimletilmek üzere hazırlanan bir macera. Senin duyumsadıklarını başkası senin gibi duyumsayamacak, senin deneyimin tamamen sana özel olacak. Bu bir tesadüf olabilir mi?

Bunu anlamamız hep beraber biraz zaman alacak biliyorum. Bazı şeyler bana da yazarken aktı, bazen öyle olur. İdrakı zamanla gelir dilerim. Ama burada bir oyun döndüğünü anlasak bile çok büyük bir adım atmış olacağız. Ben eğer bu gezegene bu araçla keşif için gönderildiysem, aracımın dışında gezinerek vakit kaybetmiyor muyumdur? Ya da aracın kumandasını kime teslim ettim? Kimin deneyimini yaşıyorum kendiminkinin yerine? Kimin algısından yönetiliyor bu direksiyon? Bunu anlarsak ve direksiyonu ele alırsak gücümüzü ele alacağız. Bedenimiz en güçlü varlığımız. Onun içinde rahatça, özgürce, akışkan ve yumuşakça huzurla, uyumla nasıl var olabiliriz? Bütün enerjimizi buna vermemiz gerekiyor diye düşünüyorum, demeyeceğim bunu biliyorum.

Hikâyesi var demiştim ya bedenimizin, sonra belki de o hikâyeyi duyunca hep beraber güleceğiz. Ne kadar ahmakmışız diyeceğiz. İçimizde koca bir galaksi taşıyormuşuz meğer ama biz sönmüş bir yıldızmışız gibi davranıyormuşuz.

Sevgi olsun!


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Aslıhan Aydoğan Büyükakgül
1988 yılında doğdu. 21 yaşında Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına özel sektörde başladıktan 5 sene sonra, istediğinin bu olmadığına karar verdi ve hayallerinin peşine düşmek için işinden ayrıldı. 27 yaşında oyunculuk dersleri almak adına çıktığı yol onu kendi özüne doğru olan yoluna da yönlendirdi. Bu süreçte birbirinden farklı birçok eğitim aldı. Bu eğitimler hem bilişsel bilgileri, hem mistik ilimleri içermekteydi. Şimdi ise oyunculuğun yanı sıra tüm bu deneyimleri esentezleyerek tasarladığı atölyeler, danışmanlıklar ile kişiler ile birebir çalışmalar yapıyor.