“Bir gün küçük bir kasabada, insanlar sıradan bir gün geçirirken gökyüzünde beliren parlak ışık herkesi şaşkına çevirdi. Işığın kaynağı, kasabanın sakinlerini büyüleyen gizemli bir uzay gemisiydi. Gemi açıldığında, içinden Dünya’ya benzeyen fakat çok daha gelişmiş bir gezegenin sakinleri çıktı. İki gezegen arasında karşılıklı bir hayret ve merak başladı. Uzaylılar, insanların basit sorular sormasına ve evrimle ilgili bilgiler paylaşmasına şaşırdı. İnsanlar ise uzaylıların teknolojik başarılarına ve farklı kültürlerine hayran kaldı. Birbirlerine öğrettikleriyle, bu küçük kasaba ve uzak gezegen arasında bir dostluk köprüsü kuruldu. İki farklı gezegenin insanları, birbirlerini anlamaya çalışırken birçok zorluğa rağmen karşılıklı saygı ve anlayışla dolu bir gelecek için birlikte çalıştılar. Hayretin gücü, bilinmeyenle tanışmanın ve farklılıkları kucaklamanın insanlık için ne kadar zenginleştirici olabileceğini gösterdi.”
Yukarıdaki hikâyeyi ben uydurdum. Çünkü iki farklı gezegenden bile olsalar arada merak ve hayret olduğu sürece insanların birlik içerisinde yaşayabileceklerine inanıyorum. Aynı toplum içerisindeki ayrışmaların sebebinin de hayret eksikliği olduğunu düşünüyorum.
Farklılıklara ihtiyacımız var
Karşımızdaki kişinin yaşamını, düşünce biçimini, gelenek göreneklerini, örf ve adetlerini, yaşama olan tutkularını, inançlarını, değerlerini merak etmeyip farklılıklara müthiş bir ön yargıyla yaklaştığımız, sadece ve sadece kendi doğrularımızın arkasından gittiğimiz için kopukluklar olur. Biz şu günlerde toplumsal olarak hayretimizi kaybetmiş gibiyiz. Bizim gibi düşünmeyenlerden, bizim gibi giyinmeyenlerden, hayata bizim gibi bakmayanlardan kendimizi soyutluyoruz. Oysa farklılıklar öğreticidir. Dahası, farklılıklara ihtiyaç vardır.
Her şey zıddı ile kaimdir, diye güzel bir söz vardır. Geceyi tanımlayabilmek için gündüz, kadını tanımlayabilmek için erkek gerekir. Gecenin yerini gündüze bırakmasının hayretini yaşamasaydı, Nicolaus Copernicus evrenin merkezinin güneş olduğunu keşfedemeyecekti belki de.
Çocukluk merakın senin yakıtın
İnsanın genç ve diri kalması, yaşam enerjisinin ve sevincinin aktif olması için de hayret ve merak en büyük yakıtlardır. Dönüp bir çocukluğunuza bakın. Çocukken etrafımızda olan biten her şeyi büyük bir merak ve hayretle izler, gördüklerimizden mutluluk duyar, araştırmaya ve öğrenmeye güdülenirdik. Bu merak, ergenlik döneminin sonlarına kadar sürer. Meraklarımızın peşinden gideriz. Ruhsal amaç dediğimiz kavram da bu merakların biri ya da birkaç tanesidir zaten.
“Yaşam merak edeni, iletişim kurup ilişki geliştireni, iş birliği yapıp üreteni ödüllendirir.”
Doğan Cüceloğlu
Fakat belli bir yaşın üzerine geldiğimizde hayat koşturmacası, gündelik telaşlar, yetişmesi gereken işler, bize empoze edilen kaygılar derken yaşama olan hayretimizi ve merakımızı kaybetmeye başlarız. Başkalarının gerçekliği bize kendi gerçeğimiz gibi gelmeye başlar. Sorgulamadan devam ederiz. Böyle olunca da yaşam tutkumuz yavaş yavaş kaybolur. Yaşlılık dediğimiz işte böyle başlar. Hayret duygumuz, merakımız, neşemiz bizden çekildikçe geride kuru bir beden kalır. Ve hastalıklar o bedeni işgal etmeye başlar.
Etrafımızdaki insanlara baktığımızda, kendine has merakları ve hobileri olan, misafir ağırlamayı ve arkadaşlarıyla seyahat etmeyi seven, sivil toplum kuruluşlarında çalışan, bir yaşam amacı olan insanların daha diri ve yaşamdan umutlu olduklarını görürüz. Çünkü onları ayakta tutan yakıtları vardır. Yaşam enerjileri aktiftir.
Bir yılı daha bitirirken, herkese hayreti ve neşesi bol bir yıl dilerim. Umarım ki 2024’te insanlar, tıpkı uzaylılarla dünyalıların birbiriyle uyum içinde yaşadığı hikâyemdeki gibi hayata merak ve hayretle yaklaşıp birbirlerini anladıkları ve anlaşabildikleri bir yerden yaşamaya gayret ederler.
İyi seneler olsun!
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.